Köksüz Kalmak: Bir Milletin Hafızasını Kaybetmesi

Köksüz Kalmak: Bir Milletin Hafızasını Kaybetmesi

Köksüz Kalmak

Kültür denilince öncelikle akla gelen şeyler: her ne kadar ülke toplum, yaşam tarzı olsa da, esasında kültürü oluşturan kavram: dildir, sözdür.

Bu yüzden eski Avşar göçerleri:

Adamın çürüğü sözünden, ağacın çürüğü özünden olur,” derlerdi.

Dil ve söz dediğimiz o büyülü söylem millet denilen sosyal varlığı birleştiren, insanlar arasında duygu ve düşünce birliği vücuda getiren en önemli etkendir. Bunun bilinciyle Karamanoğlu Mehmet Bey 13 Mayıs 1277’de Türkçe’yi, Karaman Beyliği’nin resmi dili yapmıştır.

Karamanoğlu Mehmet Bey; Dünya’da ilk dil rönesansını yaparak bir fermanla, Türkçe’yi resmi dil ilan etmiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey’in, 13 Mayıs 1277 tarihinde çıkardığı fermandaki meşhur sözü şöyleydi:

“Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve dîvânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil söylemeyeler.”

(Bugünden sonra divanda, dergâhta mecliste ve meydanda Türk dilinden başka dil konuşulmayacaktır.)

Yahya Kemal’in; “Türkçem, ağzımda anamın ak sütü gibidir,” kısa ve özlü sözüyle tanımladığı…

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın;

Unutmuşum ana demesini bile,

Öykünmüşüm türküsünü ellerin

Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni,

Türkçem, benim ses bayrağım,” dediği gibi; Türk dili, dünyanın çok geniş bir kesiminde, farklı iklim ve ülkeler de, farklı lehçe ve anadiller halinde yaşamaya devam ediyor ve sonraki nesillere yazıyla aktarılıyor.

Uluslar duygularını ve düşüncelerini yazıya geçirince daha dayanımlı bir birlik meydana geliyor. Çünkü yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de bulunulan yerde yayılıyor.

Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları, Kül Tiigin yazıtları, Bilge Kağan yazıtları,.. bunların haricinde Çoyren, Kuli Çor ve Ongi yazıtları olarak da anılan ve Orta Moğolistan’da Koça-Çaydam gölü dolayında Orhon ırmağının eski yatağı yakınında bulunduğu için bu adla anılan Orhon Yazıtları sayesinde bundan bin iki yüz yıl önce Göktürklerin varlığı, meseleleri, duygu ve düşünceleri hakkında bir düşünce ediniyoruz.

Orhon yazıtlarının harfleri Türk kültüründe; “esrarlı eski Türk yazısı” olarak isimlendirilir. Bunun nedeni, harflerin eski İskandinav yazıtlarında kullanılmış ve “esrarlı harfler” diye adlandırılmış yazının harflerini çok andırmasıdır.

Kül Tigin’in ağabeyi Bilge Kağan tarafından diktirilen Kül Tigin Yazıtı’nda: 2. Doğu Türk Kağanlığı’nı kuran kahramanların ve oğullarının hayatı ve ülkelerini korumak için verdikleri savaşımlar dile getirilmiştir. Anıtlarda ayrıca o bölgede yaşayan Türkler’e çeşitli tembihler yer almakta ve Çinliler’in tatlı sözlerine, ipek kumaşlarına kandıklarında kendilerini bekleyen tehlikeler bildirilmekte, Türk Kağanlığı’nın birliktelik ve bölünmezlik içinde bulunması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

Doğu Türk Kağanlığı’nın büyük devlet adamı Vezir Tonyukuk tarafından diktirilen Bilge Tonyukuk Yazıtı’nda ise; yazıtta bu döneme ait tarihî olaylar, bağımsızlık için çekilen sıkıntılar, verilen gayretler ve elde edilen yengilerde Tonyukuk’un etkisi anlatılır. Bilge Tonyukuk, İlteriş ve Kapgan kağanlarını kendisinin tahta oturttuğunu, onlarla beraber devletin devlet, milletin de millet olduğunu belirtir. Tonyukuk’un duygu ve düşüncelerini ifade ederken edebî dilin olanaklarından, sözün gücünden faydalandığı görülür.

Türklerin yöneticisi durumunda olan önderlerin halkı muhatap alıp yaptıkları işleri halka anlattıklarını görüyoruz. Aynı hitap şeklini uzun yıllar sonra Türklere Anadolu’nun kapılarını açan komutan olarak tarihe geçen; 1071’de Malazgirt’te Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan’da; 20. yüzyılda Başkomutan (mareşal) Mustafa Kemal Atatürk’de de görüyoruz:

26 Ağustos 1071’de Malazgirt’te, elli bin kişilik ordusuyla, iki yüz bin kişilik Bizans ordusuyla karşılaştığında, düşman ordusunun büyüklüğünün kendi ordusundan çok daha fazla olduğunu gören Sultan Alparslan savaştan sağ çıkma ihtimalinin düşük olduğunu sezerek, askerlerinin de hasımlarının sayı fazlalığı karşısında tedirginliğe düştüğünü fark ederek eski bir Türk töresi uyarınca kefene benzeyen beyaz kıyafetler giyinmiş atının da kuyruğunu bağlatarak yanındakilere de şehit olduğu taktirde vurulduğu yere gömülmesini vasiyet ederek,  askerlerinin Cuma namazına İmamlık yapıp, atına binip ordusunun önüne çıkıp moral yükseltici ve maneviyat artırıcı kısa ve etkili şu konuşmayı yapmıştır:

Müslümanların camilerde dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum, galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşir, yenilirsek şehit olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir sultan ne de emir alan bir asker var. İçinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım. Benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler, istemeyenler serbestçe geri dönebilirler.

Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasının ve Türklere Anadolu’yu İstanbul’a kadar açan en önemli etkenlerden biri bu konuşmadır. Bu Konuşmanın bir benzerini 20. Yüzyılda Atatürk de görebiliyoruz. Atatürk de şöyle demiştir:

Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda karşı koyuşları yok eden olacaksın. Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır. Kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.

Türk halkının dilini, sözünü en etkili bir şekilde ortaya koyan Türk Edebiyatı en eski çağlardan bugüne kadar, tüm evreleri, asırları ve sosyal tabakaları ile Türk milletinin yaşamını, beğenisini, dünya görüş açısını, yaratma gücünü ortaya koyan bir duygu, düşünce ve imge dünyasıdır. Halk edebiyatı halkın yaşayışının, inanış ve değer yargılarının bir hazinesidir. Halk edebiyatını oluşturan atasözleri, deyimler, bilmeceler, ninniler, hayırdualar ve ilençler, tekerlemeler, fıkralar, masallar, efsaneler, destanlar, sözlü ve yazılı edebiyat, beşikten başlayarak insan hayatının bütün aşamalarını içine alır. Türk halk edebiyatı aşk, ölüm, özlem, doğa sevgisi, gurbet, anı, din duygusu, alay, kahramanlık, ahlak gibi bütün duyguları bir kuyumcunun altın bir kolyeyi işlemesi gibi işler. Bunların hepsi de kültürümüze ait ögelerdir ve edebiyat aracılığıyla taşınmaktadır.

Edebiyatın temel malzemesi halkın sözüdür, dildir.

Bir şair duygu ve düşüncelerini kendi halkının insanlarına dili ile ulaştırabilir. Bir yazar eserlerini, bir devlet adamı görüşlerini, bir filozof fikirlerini topluma dil yolu ile yayabilir.

Halkımızın dünya görüşü Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Hacı Bektaş-ı Veli’nin hoşgörüsünde… Pir Sultan Abdal’ın, Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun, Şeyh Bedrettin’in haksızlığa, zulme direnişinde… Karacaoğlan’ın, Erzurumlu Emrah’ın sevgisinde…  Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda… Millî Mücadele ruhu Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde, Nazım Hikmet’in Kuvay-i Milliye’sinde, Memleketimden İnsan Manzaraları’nda,  Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, Cahit Külebi’nin, Attila İlhan’ın şiirlerinde ve bu dönemin romanlarında… İstanbul’un güzellikleri, İstanbul halkının gelenek ve görenekleri Yahya Kemal’in şiirlerinde… Anadolu kültürü,  insanları, yoksunluğu Halide Edip Advar’ın, Hüseyin Rahmi’nin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Peyami Safa’nın, Sabahattin Ali’nin, Tarık Buğra’nın, Rıfat Ilgaz’ın, Yusuf Atılgan’ın, Adalet Ağaoğlu’nun, Oğuz Atay’ın romanlarında… Ömer Seyfettin’in, Sait Faik’in, Bekir Yıldız’ın, Osman Şahin’in, Füruzan’ın, Sevgi Soysal’ın, Tezer Özlü’nün hikâyelerinde… Anadolu insanının yaşayışı ve değer ölçüleri Reşat Nuri Güntekin’in, Refik Halit Karay’ın, Yakup Kadri’nin, Kemal Tahir’in, Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in, Kemal Bilbaşar’ın, Fakir Baykurt’un ve son dönem Anadolu Edebiyatı’nın en önemli temsilcisi olarak görülen Hasan Baran’ın eserlerinde ebedîleşmiştir.

Türk milletinin görenekleri, folkloru, binlerce yıllık yaşam deneyimlerinin sonuçları kısa ve özlü ifadesini atasözlerinde bulmuştur. Destanlar halkın yaşamını derinden etkilemiş kişi ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış capcanlı görüntüleridir. Deyimler Türk aklıselimin, dil felsefesinin imzasıdır.

11. yüzyılda Karahanlı Uygur Türklerinden Yusuf Has Hacib tarafından yazılan ve Doğu Karahanlı’nın hükümdarı Tabgaç Uluğ Buğra Kara Han’a atıfta bulunan bir Türk eseri olan ‘Kutadgu Bilig’ ile ‘Türk Dili’nin Toplu Sözlüğü’ manasına gelen ve Türkçe’nin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabı olan 7500 Türkçe kelimenin Arapça karşılığını veren ve Türk Dili’ni Araplara öğretmek amacıyla ve Arapça olarak yazılan, Türkçe kelimelerin karşılıkları gösterilerek ve bu kelimeler halk dilinden derlenen örneklerle açıklanan  ‘Divanü Lûgatit Türk’ kültür hazinelerimizin en eski olanlarından sadece ikisidir. Daha bu yazıya sığmayacak nice yapıtlar mevcuttur. Bunlardan kültürümüzle ilgili pek çok unsuru öğrenebiliyoruz. ‘Kutadgu Bilig’ ve ‘Divanü Lûgatit Türk’te Türk ulusal karakterinin ortaya konulduğunu görüyoruz. ‘Divanü Lûgatit Türk’te bu ulusal karakterin dış yapısı üzerlnde durulmuştur.

‘Kutadgu Bilig’de ise bu karakterin iç kısmıyla alakalı prensipler yer almaktadır. Bu yapıtlardan Türklerin yaşama biçimleri, dünya görüş açıları, görenekleri töreleri, alışılmış olağan sıradan yaşayışları, adetleri, öğreniyoruz. Bütün bu bilgiler bize dil aracılığıyla ulaşmıştır.

Dil, halklar arasında da bilgi birikimi taşıyaarak halkların bilgi dağarcığı olan kültürleri zenginleştirmişlerdir. Gerekli olmayan kültürün değişmelerinde bunu açık seçik görebiliyoruz. Gerçi zorunlu kültür değişmelerinde de dil öğeleri kesinlikle vardır. İnsanları bir araya getiren dildir. Bir halk başka bir halkla bağlantı kurmak suretiyle birtakım kelimeler alabilir. Her kelime kültüre ait bir öğe olduğu için, alındığı haliyle olmasa bile o halkın kültüründen izler aktaracaktır. Günümüzde ulaşım ve bilgi aktarımın süratle gelişmesi kültür değiş tokuşunu da hızlandırmıştır.

Sonuç olarak bir yazar olarak diyebilirim ki efendim; kültürün soydan soya aktarılması, diğer halklara etki yapması, yaşaması ve gelişmesi dil sayesinde olanaklı olabilmektedir. Halkı meydana getiren öğelerin başında gelen dil, özdeş zamanda kültürün teşekkül etmesi ve yaşamasında da en büyük sorumluluğu üstlenmiş durumdadır. Bu nedenle diline, kültürüne, şairine, yazarına değer vermeyenlere çok üzülürüm.

Alparslan’ı, Osman Gazi’yi, Fatih Sultan Mehmet’i,

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sevmezseniz

Nazım Hikmet’i, Orhan Veli’yi, Necip Fazıl’ı,

Yaşar Kemal’i, Orhan Kemal’i, Sait Faik’i,

Nihal Atsız’ı, Hekimoğlu İsmail’i, Cemil Meriç’i, Peyami Sefa’yı

Mevlana’yı, Yunus Emre’yi,

Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Pir Sultan Abdal’ı

Şeyh Bedrettin’i, Baki’yi, Nedim’i, Fuzuli’yi, Ruhi Su”yu, Aşık Veysel’i, Aşık İhsani’yi, Aşık Mahzuni’yi sevmezseniz…

Bir etin tırnaktan ayrılması gibi bir şeydir onları sevmemek.

Onları sevmemek kendinizi sökmek demektir köklerinizden.

Köksüz kalırsınız

Buna… Üzülürüm.

Yazar Hasan Baran – 12/03/2025

 

Kerim Usta

Yorum yapmaya ne dersiniz?