Yedi-sekiz Hasan Paşa
20 Mayıs 1878 günü saat 11.00’de Çırağan Sarayında müthiş bir gürültü koptu. Rıhtıma yanaşan koca mavnadan birkaç yüz silahlı adam fırlamış, muhafızları saf dışı edip zemin kata doluşmuştu. Aynı anda kara tarafındaki yıkık istinat duvarını aşan bir o kadar adam daha atlamıştı içeriye. Bunlar Rumeli göçmenleriydi. Başlarında da eli tabancalı, seyrek siyah sakallı, kırk yaşlarında bir gazeteci bulunuyordu: Ali Suavi… Galatasaray Lisesi müdürlüğünden alındıktan sonra, II. Abdülhamid Han’a düşman kesilen Ali Suavi, onu devirme sevdasına düşmüştü. Şüphesiz Don Kişotvari bir düşünce ve hayal… Ama perde gerisinde başka güçler de vardı. saltanat değişikliğini şahsi ikballerine basamak yapmak isteyen bir kısım devlet ricali ve ordu mensubu, hatta Kıbrıs’a göz koyan İngiltere… bu güçler, muhteris Ali Suavi’yi bir maşa olarak kullanmaktaydı. Ona, göçmen leri kandırıp örgütleme ve Çırağan baskınını tertipleme görevini yüklemişlerdi.
Asıl oyun bundan sonra sahneye konulacaktı.Ancak, görünüşteki bu sivil ihtilal teşebbüsünü, inanılmaz bir şekilde, bir tek kişi durdurdu: Okuması ve yazması olmayan, imzasını (Arapça) 7 ve 8 rakamlarını birleştirerek atmasından dolayı “Yedi-Sekiz” lakabıyla anılan Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa…Baskını haber aldığında yakınlardaki bir berber dükkanında tıraş olmaktaydı Hasan Paşa. Yanında silahı yoktu ve zaten o günlerde görev başında değildi.
Ama tıraşı kestirip derhal saraya yollandı. İçeri girerken kapıcının elindeki sopayı kaptı ve ona “Çabuk kara kola git, zaptiye neferleri yetişsin” dedi. Daha sonra merdivenlerin altına gizlendi. Biraz sonra Ali Suavi, tam onun hizasından geçiyordu ki, hemen yerinden fırladı ve Yaradan sığınıp, elinde tuttuğu kalın sopayı olanca gücü ile kafasına indirdi.
Ali Suavi, kafasına yediği bu sert darbe ile, ağzından bir inilti bile çıkmadan çuval gibi yere yığılarak anında can verdi. Elebaşılarının tepelendiğini görüp paniğe kapılan göçmenleri, yetişen zaptiyeler teker teker toplayıp götürdüler. Ve harekat başladığı yerde, Çırağan Sarayı içinde boğuldu gitti. Böylelikle İmparatorluk bir kaosa düşmekten kurtuldu. Yedi-Sekiz Hasan Paşa ise, “Mehdi” adını verdiği o sopayı ömrünün sonuna kadar sakladı.
Bir yanıt yazın