Türk Eğitim Tarihinde Selçuklu Medreseleri

Kategori: Tarihi Konular | 0
Türk Eğitim ve Öğretim Tarihinde Selçuklu Medreselerinin Yeri

Prof. Dr. Remzi KILIÇ

Türk Eğitim ve Öğretim Tarihinde Selçuklu Medreselerinin Yeri

Selçuklu Devleti (1038-1157), Türk, İslam ve Dünya tarihinde çok önemli bir yer tutar. Selçuklu Devleti Maveraünnehir’den Ege kıyılarına kadar uzanan büyük bir imparatorluktu. Batı’nın Haçlı seferlerine Selçuklular başarı ile karşı koydular. Selçuklu devlet adamları eğitime ve bilimin gelişmesine önem vermişlerdir. Selçuklu medreseleri hızla gelişmiş ve ülkenin her tarafına yayılmıştır.

Selçuklu eğitim tarihinde Ahilik gibi bir yaygın eğitim kurumu, Atabeğlik gibi şehzadelerin yetişmesi için bir uygulama ortaya çıkmıştır. Başlangıçta Selçuklu sultanları Türkçe’den başka dil bilmez ya da konuşmazken zamanla Selçuklu saraylarında Farsça ve Arapça konuşulup yazılmıştır.

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey başta olmak üzere, Alparslan, Melikşah, Nizamülmülk ve Sancar gibi devlet adamları, bilginlere, sanatkârlara, öğretmenlere büyük saygı göstermişler, eğitim ve öğretimin yayılmasına çalışmışlardır.

İlk Selçuklu medreseleri 1040 yılında Nişabur’da Tuğrul Bey tarafından kurulmuştur. Alparslan döneminde 1067’de Bağdat’ta Nizamiye medreseleri adıyla önemli eğitim öğretim kurumları açılmıştır. Alparslan’dan sonra Sultan Melikşah ve Başvezir Nizamülmülk’ün ilgi ve çabaları ile Bağdat, Musul, Basra, Nişabur, Belh, Herat, Isfahan, Merv, Amul, Rey ve Tûs gibi, önemli kentlere yaygın bir biçimde Selçuklu Medreseleri açılmıştır.

Selçuklu Medreselerinin önem kazanması ve yayılmasının başlıca sebepleri: Şiî ve Fatımîlere karşı Sünnî anlayışın gelişmesi ve güçlendirilmesidir. Medreseler böylece Hanefî, Şâfiî, Malikî ve Hanbelî adlı dört Sünnî mezhebin koruyuculuğu ve yayıcılığı görevini üstlenmiştir. Genişleyen devletin yönetimi için memur yetiştirme ihtiyacı karşılanmıştır. Din adamı yetiştirme, İslamiyeti yeni benimsemiş Oğuz topluluklarının inançlarının pekiştirilmesi sağlanmıştır. Yeni ele geçirilen yerlerde halkın fethi içine sindirmeleri için aydınlatılması amaçlanmıştır. Yoksul, zekî ve yetenekli öğrencilerin okutulması ve topluma kazandırılması gibi nedenler ile medreseler kurulmuş ve yayılmıştır.

Bağdat Nizamiye medreseleri yüksek öğretim kurumlarıdır. Öteki Selçuklu medreseleri ise müderrislerinin durumlarına göre orta ya da yüksek öğretim kurumları sayılmışlardır. Ortaçağda bilim ve kitap yazım dili İslam dünyasında Arapça idi. Ancak Türkçe açıklamalar-şerhlerde o dönem kitaplarının kenarlarında yer almıştır. Müderrisler medreselere sultan veya vezirler tarafından atanırlardı. Öğrenciler yatılı ve burslu olarak okuyorlardı.

Medreselerin gelir kaynakları esas olarak vakıflardı. Ayrıca devlet katkısı da yapılmaktaydı.
Türk eğitim ve öğretim tarihinde; Göktürkler zamanı Orhun Kitabeleri, Karahanlılar devrinde açılan medreseler ve özellikleri, Gazneliler devrinde Sultan Mahmut, Mesut ve halefleri tarafından yaptırılan medreseler ve işleyişi, Selçuklu Medreseleri ve külliye halinde inşâası ve faaliyetleri, daha sonra Türkiye Selçukluları ve Osmanlı Devleti dönemlerinde yapılan medreseler ve genel özellikleri karşılaştırılarak, benzer ve farklı yönleri ortaya konulacaktır. Büyük Selçuklu Devleti medreselerinin işleyişi ve amaçları ayrıntılı olarak verilecektir.

Giriş:

Selçuklu Medreselerinin Türk eğitim ve öğretim tarihinde yeri ve önemini ortaya koyabilmek için İslamiyeti kabulden önceki Türk devletlerine bakmak yerinde olacaktır. Türk Milleti’nin tarihi sürecinde devlet adamlarına rehberlik eden ve yönetimin hemen her aşamasında hizmet eden, saygın bir topluluk olan âlimleri görmek mümkündür. Bu âlimlerin nasıl yetişmiş olduğunu ve faaliyetlerini ortaya koyabilmek için Türk Devlet Geleneği’nde eğitim ve öğretim tarihinin önemli hanedanlığı olan Selçuklular zamanında medreseleri, kuruluş ve işleyişleri bakımından ele almak gerekir.

Gerek Çin Kaynakları, gerekse Göktürk Kitabeleri, Türklerin Müslümanlığı kabul etmeden önceki dönemlerde Türk Kültür hayatının çok ileri bir düzeyde bulunduğunu ve bilginlerin önemli bir konum ve nüfuz sahibi şahsiyetler olduklarını göstermektedir . Göktürkler (550-744) zamanında yalnızca kağanların “bilge” olmaları yetmiyordu. Türk kağanlarının yönetimindeki üst düzey görevlilerin ve komutanların da bilgi sahibi olmaları şarttı. Göktürklerdeki bu anlayış, Karahanlı, Gazneli, Harzemşahlar, Selçuklular ve Osmanlılar devirlerinde de devam etmiştir. Selçuklu, hatta Osmanlı medreseleri hakkında bilgi veren bazı araştırma eserlerin bulunduğunu biliyoruz. Ancak devletin yükselişinde olumlu, çöküşünde ise olumsuz etkisi bulunan medreseler ve âlimler hakkında, Selçuklu tarihi içerisinde eğitim öğretim kurumu olan medreselerin önemi büyüktür.

Esasen Türk eğitim tarihi, tarihi bilinen ilk Türk toplumları ile başlar. Türkler için: “Oğuz toplumunun göçüp yürümediği yol var mı? Evini tutup oturmadığı yurt var mı?” denilmiştir. Türk Töresi çocukların ve gençlerin toplum hayatına kazandırılmasında önemli bir unsurdu. Eski Türkler’de alp insan tipine çok önem verilmiştir. İyilik, cömertlik, bilgelik, cesaret, büyüklere saygı gibi hususlar bugün de geçerli olan değer yargılarıdır. Alp insanın iki temel özelliği cesaret, mertlik ve bilgeliktir .

İlahi güce olan inanç Türkler’de çok önemlidir. Oğuz Kağan Destanı’nda: “Gök Tanrı’ya borcumu ödedim” sözünden anlıyoruz ki, Oğuz Kağan yaptıklarıyla Tanrı’nın istediğini yerine getirmeye çalıştığına inanmaktadır. Oğuz Kağan’ın yaptığı işler, Büyük Hun Devleti gibi, bir cihan devletinin kurulmasını sağlamıştır. Göktürk Kitabeleri’nde ilahi gücün kuvvetle yaşatıldığını görüyoruz.

Göktürk Destanı’nda: “Tanrı Türk’ü koruduğu” için Ergenekon’dan çıktıktan sonra, atalarının eski yurtlarına sahip olmuşlardır. Bu sözlerden anlaşılıyor ki, Türklerin yaşaması Tanrı’nın isteğidir. Bu güç ve inanç Göktürk Kitabeleri’nde daha derin ve anlamlıdır. Hatta, Türklerin yurt edinmeleri, hakanlı olmaları, istiklâle, hürriyete ulaşmalarında, milli bütünlüğün teşekkülünde bile ilahi bir gücün varlığı, Tanrı’nın yardımı mevcuttur. Kültigin Kitabesi’nde, Bilge Kağan, kendisinin Kağan oluşunu evvelâ Tanrı’nın yardımına, sonra da talihine boçlu olduğunu: “Tanrı irade ettiği için kendi talihim olduğu için Kağan makamına oturdum” sözleriyle ifade etmektedir. Bu durum bütün Türk Milleti’nin varlığı ile ilgilidir .

Türk tarihi boyunca, devlet adamlarının devlet yönetiminde danışma kurumuna önem verdikleri ve devamlı suretle âlimlerin fikir ve düşüncelerinden yararlanmayı ihmâl etmedikleri görülür. Uygurlar Devleti’nde hakanlara yol gösteren ilim ve fikir adamlarına “Tayanç” ve “Kengeşci” denirdi. Oğuz Devleti’nde “Kengeş Meclisi” vardı. Büyük Selçuklular bu âlimlere “İhtiyarlar Meclisi” demişlerdir. Osmanlılar ise “Meclis-i Meşveret” adı ile bu geleneği devam ettirmişlerdir.

Türk Devlet Geleneği’nde kağan veya hakanların bilge olması, adaletli olması gibi en önemli hususlar, İslam Medeniyeti’ndeki Halifelik şartları arasında da yer almaktadır. Devlet başkanlarının mutlaka adaletli ve bilgili olmaları, yani ilim sahibi, âlim sıfatı da taşımaları bir zorunluluktur. Devlet yöneticileri, bilginler ile daima bir arada olur, onlarla istişare eder, telkin ve tavsiyelerini dikkate alırlardı. Selçuklu ve Osmanlılarda birçok bürokrat ve yönetici eğitim ve öğretim kurumu olan medreselerden yetişmiştir.

Türk tarihinde ve kültüründe dil yani Türkçe en önemli temel değerlerden biridir. Türkler yaşadıkları geniş coğrafyalarda, Türkistan sahasında ortak dilleri sayesinde uzun süren devletler, Büyük Hunlar, Tabgaçlar, Ak Hunlar, Göktürkler gibi hanedanlıklar kurabilmişlerdir.

At’ı ehlileştirmeleri uzak mesafelere hakim olmalarını sağlarken, demiri keşfetmeleri özellikle demirden savaş malzemesi yapmaları ve nihayet çoğalan Türk boyları arasında yurtlara ve yayalaklara yerleşme ve oraları korumak için Türk Töresi’nin yani hukukun gelişmesi Türkler’de ilkçağlardan itibaren büyük devletler kurmalarını sağlamıştır .

Türklerde ilim ve ilim adamına büyük bir saygı ve değer verilmiştir. Kültür ve medeniyet kavramları içerisinde din unsurunun yeri de büyük olmuştur. Bir milletin kültürü, dinî anlayışı ile daha da zengin hale gelir. Türkler tarihleri boyunca çeşitli sebeplerden dolayı bir kaç defa büyük çoğunluk olarak din ve bir anlamda medeniyet değiştirmişlerdir. Türkler, etkin bir şekilde 751 yılında yapılan Talas savaşından sonra daha yoğun olarak Müslüman Araplar ile temas etmeye başladılar .

Türklerin Maveraünnehir’de Müslümanlığı kabul etmeleri X. yüzyıl sonlarına kadar sürmüştür. Özellikle Karahanlı Devleti (840-1212) hükümdarı Satuk Buğra Han (903-962) ile Türklerin topluluklar halinde Müslüman oldukları görülmektedir. Karahanlılar dönemi, Türk Kültür ve Sanat Tarihi bakımından da çok önemlidir.

Bu dönemde; Camiler, Medreseler, Köprüler, Türbeler ve Kervansaraylar gibi, birçok yapılar inşâ edilmiştir. Buhara, Taşkent, Rey, Isfahan ve Semerkant gibi, şehirler başta olmak üzere birçok Türk şehri, Dinî ilimlerin öğreniminin yapıldığı merkezler haline gelmiştir. X. ve XI. yüzyılda Maveraünnehir ilmî çevresi oluşmuştur . Gazneli Sultan Mahmut (998-1030) sarayında birçok âlim ve sanat sahibini barındırmış ve himaye etmiştir.

Selçuklu Devleti çok geniş sahalara hükmeden, Maveraünnehir’den Ege kıyılarına kadar uzanan muazzam bir imparatorluktu. Onun Hıristiyan Batı ile çok geniş temasları oldu. Batının Haçlı seferlerine Selçuklular başarı ile karşı koydular. Selçuklular ile Türklerin asıl gücü Batı Asya ve Anadolu’ya yöneldi . O çağda kurulan Türk devletleri Selçuklulara göre mahalli olarak sayılabilir.

Osmanlılar’da Selçuklular gibi, geniş ve büyük sahalarda hüküm süren ve uzun ömürlü bir Türk imparatorluğudur. Bu nedenle diğer Türk devletlerinden ayrılırlar. En geniş tabanlı Türk-İslam kurumları bu iki büyük Türk devleti tarafından kurulmuştur.

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah (1072-1092) ile ünlü âlim İmam Cüveynî (ö.1085) arasında geçen bir olay ilmî bir otoritenin siyâsi iktidarın dahi üstünde olduğunu göstermektedir. Bir yıl Sultan Melikşah, hilalin gözükmesi üzerine o günü, Ramazan günü ilan etti.

Fakat İmam Cüveynî, O’nun aksine ertesi günün Ramazan olduğuna ve oruç tutulması gerektiğine dair bir fetva verdi. Sultan Melikşah, bu durum karşısında İmam Cüveynî’yi nezaketle sarayına çağırttı. Görüşme sırasında, ünlü âlim; “saltanata ait konularda fermana itaat görevimizdir. Ancak fetvaya ilişkin meseleler de Sultan’ın bize sorması gerekir” dedi. Bu cevabı haklı gören Sultan Melikşah fetvaya uydu ve âlimi saygı ile uğurladı.

Selçuklular Döneminde Kurulan Medreseler ve İşleyişleri:

İslam dünyasının Doğusunda camilerden ayrı olarak öğretim yapmak, öğrencilerin maddi sıkıntılarını karşılamak ve Şiî propagandasına karşı halkı aydınlatmak için medrese adı ile anılan müesseseler kurulmuştur. Medreselerin resmi bir teşekkül olarak devlet eliyle kurulması X. yüzyılda Karahanlılar Devleti (840-1212) zamanına rastlamaktadır.

İslam tarihçileri medreselerin ilk kurucusu olarak Selçuku veziri Nizâmü’l-Mülk üzerinde dururlar. Ancak bundan önce de pek çok medrese yapılmıştır. Gazneliler Devleti (963-1187), Sultan Mahmut, Sultan Mesut, Sultan İbrahim ve halefleri birçok âlimi himaye ederek, idareleri altında bulunan şehirlere medreseler inşaa ederek, birtakım ilmî faaliyetleri desteklemişlerdir.

Karahanlılar ve Gazneliler devrinde yapılan medreseler, Selçuklu devrinde inşaa edilen medreselere bir ön hazırlık ve temel oluşturmuştur. Karahanlılar devrinin bir çok âlim yetiştirdiği bilinen bir gerçektir. Bu devirde yetişen âlimler ve vermiş olduğu eserler bugün de insanlık tarihine ışık tutmaktadır. Kaşgarlı Mahmut ve Divân-ı Lügati’t-Türk, Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig, Hoca Ahmet Yesevi ve Divan-ı Hikmet adlı eserlerini hatırlatmak gerekir.

Bu meşhur âlimler ve eserlerinin dışında yetişmiş olan bir çok fıkıh, tefsir, hadis, kelam, tıp, matematik ve astronomi bilginlerini de biliyoruz. Ortaçağ’da Türklerin İslamiyeti kabulden sonra X. ve XI. yüzyıllarda Maveraünnehir kültür çevresinin binlerce âlim ortaya çıkarmış olduğunu görüyoruz.

Horasan ve Maveraünnehir’in çeşitli bölgelerinde Fıkıh ve Hadis ile ilgili olarak, Gazneli Mahmud, Gazne’de kardeşi Nasır b. Sebüktigin Nişabur’da birer medrese inşâ etmişlerdir, fakat bu medreseler uzun ömürlü olmamıştır. Ancak Nizâmü’l-Mülk’ün gayreti medrese için yeni bir başlangıç olmuştur. Geçekten medreselerin devlet eliyle kurulması, öğretimin ücretsiz olması, medrese teşkilatının ayrıntılarına kadar tespiti hususu Selçukluların eseridir. Selçukluların medreseleri; ilmî gelişmeyi sağlamak, âlimlere maaş vererek devletin yanında tutmak ve Fâtımîlerin Şiilik propagandasına karşı, Sünnî akideyi müdafaa için kurduğu ifade edilmektedir .

Başta Tuğrul Bey (1038-1063) olmak üzere, Alparslan (1063-1072), Melikşah (1072-1092) ve Sultan Sencer (1117-1157) gibi Selçuklu devlet adamları, bilginlere, sanatkârlara büyük saygı göstermişler, eğitim ve öğretimin yayılmasına çalışmışlardır. Tuğrul Bey, fethettiği şehirlere girdiğinde ilk iş olarak bilginleri ve din adamlarını saygı ile ziyaret ederdi. Sultan Alparslan medreseleri ülkenin her tarafına yaygınlaştırmıştı. O kendi gelirinin bir kısmını yoksullara, on’da birini de bilim adamlarına veriyordu .

Nizâmiye Medresesi, Nişabur şehrinde kurulan en önemli medreselerden biridir. Bu medrese İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî için Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk tarafından kurulan Nizâmiye Medresesi’dir. İbn Cübeyr, Bağdat’ta otuz küsûr medrese gördüğünü onların en güzel köşklerden bile muhteşem olduğunu, en muazzam ve ünlü olanın ise Nizâmu’l-Mülk’ün yaptırdığı Nizâmiye Medresesi olduğunu ifade etmiştir . “Tanınmış ilim ve fikir adamlarını sinesinde toplayan maaşlı müderrisleri (profesörleri) aylık ve erzak tahsisatı alan öğrencileri ile meccanî öğretim yapan, ders programları tespit edilmiş ve zengin kütüphâneler ile donatılmış en yüksek öğretim müessesesi olarak medrese İslam dünyasında Sultan Alparslan tarafından kuruldu (1066).

Bağdat’ta altmış bin altına inşâ edildiği rivayet olunan Nizâmiye adlı bu medreseye çarşılar, han, hamam ve çiftlikler vakfedilmişti” .

Dinî bakımdan Hanefî ve Şâfiî fıkıhlarını öğreten Bağdat Nizâmiyesi’nin yanı sıra, Nizâmü’l-Mülk daha sonra Isfahan, Musul, Merv, Belh gibi şehirlere de kendi adı ile anılan medreseler tesis ettirdi . İslam dünyasında bu medreselerde yetişmiş birçok âlim, zamanlarının hükümdarlarına nasihat yollu, devlet ve hükümet idaresiyle ilgili tavsiyelerde bulunmuşlar ve bu hususta eserler yazmışlardır. Bu tip eserlere genellikle “Nasihâtü’l-Mülûk” denir. Devlet adamlarına tavsiyeler ve bilgiler içermektedir.

Nizamül-Mülk, Sultan Melikşah’ın Atabeğliğini yapmış ve Siyaset-nâme adlı eseriyle, Kutadgu Bilig gibi, önemli bir “Siyerul-Müluk” meydana getirmiştir. Nizamül-Mülk ile Sultan Melikşah’ın arasını açmak isteyenler, âlim ve mutasavvıflara yılda 300.000 dinar harcandığını, halbuki bununla yeni bir ordu kurulacağını söylerler. Melikşah Nizamül-Mülk’e bunu sebebini sorduğunda: “Ey âlemlerin Sultanı, orduna bunun birkaç mislini harcıyorsun, bu askerlerin okları bir milden öteye gitmez. Oysa ben sana öyle manevi bir ordu meydana getirdim ki, onların duaları ok gibi arş’a ve Tanrı’ya kadar yükselir” diyerek, maddi kuvvetin yanında manevi kuvvetinde devlet için önemini belirtmiştir .

Nizamül-Mülk, Büyük Selçuklu ülkesinde başvezir olarak görev yaparken, medreseler, ribatlar ve mescitler yaptırmıştır. Medreselere lazım olan kitapları temin etmiştir. Hepsine müderrisler, talebeler ve müstahdemler tayin etmiştir. Onlara bol gelirler ihsan eyledi. Böylece dinin ana prensiplerini yeniden canlandırdı. Kendinden önceki günlerde adetâ meçhul kalmış ve ihmal edilmiş olan ilmin ve ilim adamlarının yüzünü güldürdü. Bu duruma göre medreselerin inşaası, onun nimet ve ihsanlarından birisi olup, şerefi sadece ona ait olan hayırlı bir iştir. Bundan dolayı Selçuklu medreseleri ona nisbet edilmiş, onun ismi verilmiş ve onun adı ile anılagelmiştir. Nizamiye Medreseleri o devirde devlet kademelerinde Nizamül-Mülk’e denk veya eş kimse olmadığı için onun adı ile yaygın hale gelmiştir .

Nizamiye Medreseleri olarak yaygın bir surette inşaa edilen Büyük Selçuklu medreseleri, sadece ders verilen derslikler içeren sıradan bir yapı olmayıp, son derece müştemilatlı ve görkemli yapılar idi. Medreseler “külliye” olarak yapılmışlardı. Ders verilen dersliklerin olduğu binadan başka, Müderrislerin odaları, talebelerin kaldıkları mekanlar, kütüphane, aşevi, mescit, yemekhane, spor mekanları, gezi yerleri, hamam ve diğer sosyal tesisler bulunurdu. Selçuklu Medreseleri kendi çağının en ileri ve gelişmiş eğitim ve öğretim kurumları sayılabilir. Çünkü hiç bir masraftan kaçınılmamıştır.

Selçuklu medreselerinde eğitim ve öğretimin dayandığı temel özellikler: 1- Selçuklu devlet adamları eğitime ve bilimin gelişmesine önem vermişlerdir. 2- Medrese bir eğitim ve öğretim kurumu olarak Selçuklular ile ülkenin her tarafına yaygın bir şekilde inşaa edilmiştir. Örgün ve Yaygın eğitim kurumları haline gelmiştir. 3- Ahilik gibi bir yaygın eğitim kurumu ve Atabeglik gibi şehzadelerin yetişmesi için bir uygulama anlayışı, Selçuklu medreseleri ile ortaya çıkmıştır. 4- Selçuklular’da alp, gazi, velî insan tipleri beraber yaşar. Yeni Müslüman olmuş Oğuz boylarının arasında İslamiyetin iyi öğretilmesi ve anlaşılmasında medreseler önemli bir işlev görmüştür .

Tuğrul Bey, “Kendime bir köşk yaptırıp, yanında bir câmi yaptırmazsam Tanrı’dan utanırım” diyordu. Fethettiği şehirlere girdiğinde ilk işi bilginleri, din adamlarını saygı ile ziyaret etmekti. Sultan Alparslan, medreseleri zamanında ülkenin her tarafına yaygınlaştırmıştı. O kendi gelirinin bir kısmını yoksullara, on’da birini de bilim adamlarına veriyordu . Nizamül-Mülk Selçuklu ülkesinin bütün şehirlerine mutlaka bir medrese kuruyordu. Medreselere de gelir için birtakım yerleri vakfediyordu.

Selçuklu medreselerinin yaygın hale gelmesinin bazı sebepleri:

  • Sünnî-Hanefî olan Selçukluların, çevrelerindeki Şiî ve Fatımîlerin mezhep porpogandalarına karşı koyma ihtiyacı. Medreseler böylece dört Sünnî mezhebin koruyuculuğu ve yayıcılığı görevini üstlenmiştir.
  • Genişleyen imparatorluğun yönetimi için memur yetştirme ihtiyacı.
  • Din adamı yetiştirme ihtiyacı.
  • Yoksul veya yetenekli öğrencileri okutup topluma kazandırma düşüncesi.
  • Yeni ele geçirilen ülkelerin manen fethini sağlamak için insan yetiştirme düşüncesi.

İslamiyeti yeni din olarak seçmiş olan Oğuz topluluklarının inançlarının sağlamlaştırılması gibi, amaçlar gözetilmiştir. Selçuklular’da Bağdat Nizamiye medreseleri yüksek öğretim kurumu iken, diğer medreseler müderrislerin düzeyine göre orta ve yüksek öğretim sayılmışlardır.

Bağdat Nizamiye Medreselerinde başlıca okutulan dersler:

  • Din ve Hukuk dersleri; Kur’an-ı Kerim, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam,
  • Dil ve Edebiyat Dersleri; Arap Edebiyatı, Farsça, Nahiv, Sarf, Şiir, Hitabet, Tarih, Cerh ve Tadil, Edeb,
  • Felsefe Dersleri; Felsefe, Mantık,
  • Müsbet Bilim Dersleri; Tıp, Cerrahi, Riyaziye, Hesap, Hendese, Nücum, Heyet, Tabiiyat, Müsellesat dersleridir. Nizamiye Medreseleri, esas olarak din, hukuk, dil öğretimi yapmışlardır.

Tıp öğretimi daha çok hastanelerde yapılıyordu. Selçuklular’da hastane-tıp okulu durumundaki kurumlara Bimaristan veya Darüşşifa denirdi.

Felsefe ile ilgili bilimler çok geçmeden programdan çıkarılmış ve yerini Kelam almıştır. Felsefe’ye ilk ciddi tepkinin Bağdat Nizamiye medreselerinde 1091-1095 yılları arasında rektörlük ve müderrislik yapan Gazali’den geldiği ileri sürülmektedir. O Felsefe’nin şüpheci yöntemine ve dinin bununla yorumlanmasına “inancı sarsıyor” diye karşı çıkmıştır. Gazali “aklın” değil “kalbin” imanın hakimiyetini esas alan tasavvuf yolu ile mutlak gerçeğe ulaşılabileceğine inanmış, bu yolda aklı ve Felsefe’yi yetersiz görerek eleştirmiştir .

Öğretim dili ve yöntemi: Ortaçağ’da İslam dünyasında öğretim, bilim ve kitap yazım dili esas olarak Arapça idi. Fakat bazı kitaplarda Türkçe açıklamalar bulunmaktadır. Türkçe’nin kısmen kullanıldığı anlaşılmaktadır. Medrselerin öğretim yöntemi daha çok ezbere dayanıyordu. Tartışmalar yapılıyordu. Belli bir öğretim süreleri yoktu. Yıl bitirme değil, belli kitapları okuma amaçlanıyordu. Bu da öğrencinin çabasına ve müderrisin takdirine kalmıştı. Fakat yüksek öğretim medreselerinin en az beş yıl sürdüğü tahmin edilmektedir.

Medreselerin asıl gelir kaynağı vakıflardı. Devlet hazineden yardım yapmakla beraber bazen sultanlar bizzat para desteği sağlarlardı. Medreseler mezhepler arası dayanışmanın yanı sıra toplumda ortak düşünce ve emellerin güçlenmesinde devlet görevlerine adam yetiştirmede önemli katkılarda bulunmuşlardır. Selçuklu eğitim ve öğretim kurumlarında ilköğretim düzeyindeki mekteplere Küttap’ta denilirdi. Bu ilk okullarda okuma-yazma öğretilir, Kur’an, Din ve Aritmetik eğitimi verilirdi.

Selçuklular’da başlıca yaygın eğitim kurumları: Cami ve Mescitler, Bilgin Evleri, Saraylar, Kitapçı Dükkanları, Kütüphaneler, Ahilik ve Atabeğlik’de Selçuklular’da yaygın birer eğitim kurumlarıdır.

Atabeğlik: Türkler’de şehzâdelere siyaset ve savaş işlerini öğretmek, onlara danışmanlık yapmak için bazı tecrübeli kişilerin görevlendirilmesidir. Bu çok eskiden beri var olan bir uygulama idi. Ancak Selçuklular bunu bir kurum haline getirmişlerdir. Sultan Melikşah’ın Atabeği Nizamül-Mülk idi.Selçuklular’da Atabeğlik çok yüksek ve resmî bir görev ve unvandır. Büyük Selçuklu sultanlarına bağlı Atabeğler, başında bulundukları geniş yörelerin adetâ yarı bağımsız bir hükümdar vekili (naibi) idiler .

Medresenin hocaları olan müderrisler:

Hükümdar veya Vezir tarafından atanırlardı. Her medresede en az bir müderris vardı. Bağdat Nizamiyesi müderrislerinin Şafiî mezhebinden olmaları şarttı. Müderrisler genellikle ölünceye kadar görevde kalır, cüppe ve sarık kullanırlardı. Maaşları dolgun ve toplumda saygın kimselerdi.

Müderrisler’e Muid denen bir görevli yardım ederdi. Muid öğrencilere rehberlik, danışmanlık yapardı. Şiilik ve Batıniliğe karşı Sünnî inançları savunmak amacıyla açılan Nizamiye medreseleri, zamanla siyasal otoritenin emrinde, hocaları devlet tarafından atanan ve maaşları devlet tarafından ödenen, programları devlet tarafından belirlenen, kitapları devlet tarafından seçilen ve başka kitap okutulmayan bir öğretim kurumu haline getirildiler .

Anadolu Selçukluları ve Beyliklerinde Kurulan Başlıca Medreseler: Anadolu Selçukluları ve Beylikleri tamamen Büyük Selçuklu medreselerinden kaynaklı olarak kurulmuş ve yönetilmiştir. Anadolu’da medreselerin yanına bir câmi, bazen hamam ve kütüphaneler yapılarak bir külliye oluşturulmuştur. Kayseri’de; Hunat Hatun, Sahabiye, Hacı Kılıç, Gevher Nesibe Darüşşifası, Konya’da; Karatay, Sırçalı, İnce Minareli, Altun Aba, Sivas’ta; Buruciye, Gökmedrese, Çifte Minareli, Erzurum’da; Çifte Minare, Yakutiye medreseleri gibi, pek çok eser vücuda getirilmiş ve halen ayaktadır.

Ortaçağ’da İslam dünyasında çok kıymetli eserlerin verilmiş olduğunu görmekteyiz. Farâbi’nin; Medinetü’l-Fâdıla, Siyâsetü’l-Medeniyye, İmam Gazzâli’nin; Nasihâtü’l-Mülûk, Mâverdi’nin; El-Ahkâmü’s-Sultâniyye, Nizâmül-Mülk’ün; Siyâset-Nâmesi bu vesile ile zikredilebilir. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı Devleti, kendi çağlarına göre ileri bir toplum düzenine dayanmaktaydı, diyebiliriz. Osmanlı ilmiye teşkilâtını; müderrislik, kadılık, kadıaskerlik ve şeyhülislamlık olmak üzere dört ana başlık altında toplamak mümkündür. Osmanlı eğitim ve öğretiminin en önemli müessesesi hiç şüphesiz ki, medreselerdir. Osmanlılar’da medreseler genel olarak orta ve yüksek tahsil tedrisatı yapılan kurumlardır .

Osmanlı Medreseleri ve İşleyişleri:

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu müteakip padişahlar ve devlet adamları eğitim ve öğretim faaliyetlerine önem verdiler. Devletin hızla genişleyen topraklarından başka öteki İslam ülkelerindeki ve özellikle kendilerden önceki Selçuklu ve Anadolu Selçuklularını örnek alarak benzeri özel medreseler açmaya başladılar .

İlk Osmanlı Medresesi İznik’te Orhan Gazi tarafından 1330’da kurulan “İznik Orhaniyesi “adını alan medresedir. Orhan Gazi bu medresenin başına Kayserili Davut efendiyi müderris olarak getirmiş ve medrese için vakıflar tesis etmiştir .

Yine İznik’te Süleyman Paşa kendi adına bir medrese kurmuştur. Osmanlılar’da medreseler hem program hem de mimarî bakımından büyük bir gelişme gösterdiler. I. Bayezid Han Bursa’ya camiler ve medreseler inşâ ederek bir ilim merkezi haline gelmesini sağladı. Bundan sonra birçok medrese kurulmuş ve Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmıştır. Osmanlıların ilk bir buçuk asır zarfında yaptıkları medreselerin derece itibariyle en mühimleri, İznik, Bursa ve Edirne medreseleri idi .

Osmanlı Devleti’nde resmî bir müessese olarak medreselerin devlet nizamı içinde yer alması Fatih Sultan Mehmet’in kendi adıyla kurduğu “Fatih Medreseleri” ile başladı . İstanbul’un fethinden sonra medrese nizamına hız verildi. Fatih Sultan Mehmet şehirdeki kilise ve manastırları medrese haline getirdi. Fatih Medreseleri’nin kurulması Osmanlı medrese teşkilâtı için bir yenilik sayılır.

Fatih Kanunnâmesi’nde “Sahn-ı Semân” diye adlandırılan medreselere Semâniye Medreseleri’de denir. Bu medreseler; Haşiye-i Tecrid, Miftâh, Kırklı, Ellili, Hariç, Dâhil, Sahn-ı Semân, Altmışlı olarak zikredilebilir. Osmanlı Medreseleri’nde; Kelam, Mantık, Belagât, Lügat, Nahiv, Matematik, Astronomi, Felsefe, Tarih, Coğrafya gibi ilimlerin yanında Kur’an İlimleri, Hadis ve Fıkıh gibi dersler de okutuluyordu . Osmanlı medreselerinde uzun bir süre dinî ilimlerin yanı sıra müsbet ilimler XVI. yüzyılın sonuna kadar okutulmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Sahn-ı Semân ya da Medâris-i Semâniye denen sekiz yüksek düzeydeki medresenin her birinin on dokuz hücresi (derslik) vardı. Sekiz müderrisin birer odası ve elli akçe gündeliği vardı. Her medresede bir odası ve beş akçe gündeliği bulunan, ekmek ve çorba verilen birer muîd (müderris yardımcısı) vardı.

Her medresenin on beş odasına ikişer akçe gündelik, ekmek ve çorba verilen birer danişmend (talebe) yerleştirildi. Geri kalan iki oda kapıcılara ve ferraş denen temizlikçilere ayrılmıştı. Tetimme medreseleri ya da Mûsıla-i Sahn denen sekiz medrese ise orta öğretim düzeyinde idi. Her medresede on bir oda vardı. Her odaya suhte (Softa) denen üç kadar öğrenci yerleştirilmişti. Fatih ayrıca camiye çevrilen Ayasofya Kilisesi’nde ve Eyüp Camii’nin yanında medreseler yaptırdı. Ayasofya Medresesi Sahn derecesinde idi. Ayasofya’nın ilk müderrisi Molla Hüsrev’dir .

Süleymaniye Medreselerini ise, Kanuni Sultan Süleyman kurmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim adına Yenibahçe’de bir medrese yaptırmıştır. Daha sonra da 1544’de şehzade Mehmet için bir medrese açtırdı. Fakat Osmanlı Devleti’nin en ileri durumundaki müesseselerinden biri 1550-1557 yılları arasında kurulan “Süleymaniye Medresesi”dir.

Özellikle ordunun, tabip, cerrah, mühendis ihtiyacını göz önünde tutan Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul’daki Süleymaniye Camii yanında bir Tıp Medresesi, Dârüşşifâ, Riyâzıyât (Matematik) öğrenimine mahsus dört medrese, bir Dârü’l-Hadis ve bir Tetimme tesis etmiştir . Kanuni’de inşâ ettirdiği medreselere bazı gelirler ve vakıflar tahsis etmiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in Sahn-ı Semân Medreseleri; Tefsir, Usul-i Fıkıh, Fıkıh, Kelâm, ve Arap lisaniyatı üzerine tedris yapan İlâhiyat, İslam Hukuku ve Arap Edebiyatı Fakültesi idi. Henüz müspet ilimlere mahsus olan Tıp ve Matematik fakülteleri yoktu. Bu ihtiyaç göz önüne alınarak mevcuda ilâveten; Tıp, Riyâziye (Matematik) fakülteleriyle bir de Dârü’l-Hadis isimli medreseler yapıldı . Dâru’l-Hadisler en yüksek dereceli medreselerde açılan bir öğretim kurumu olarak bulunurdu.

Süleymaniye Medresesi İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine kurulmuştu. Medreseler’de haftada dört gün ders okutuluyordu. Her medresede talebelerin yatıp kalkması için hücre denen medrese odaları vardı. Talebelere günde iki defa yemek verilirdi. Süleymaniye Medreseleri yâni Sahn-ı Süleymaniye yapıldıktan sonra Dâhil Medreselerini tamamlamış olan talebelerden arzu edenler Sahn-ı Seman’a arzu edenler Sahn-ı Süleymaniye’ye devam ederlerdi. Süleymaniye medreseleri yapılıncaya kadar en yüksek müderrislik Sahn-ı Semân müderrisliği iken, Süleymaniye Medreseleri’nin inşâsından sonra müderrisler İbtidâ-i altmışlı yâni altmış akçe yevmiyeliden başlayarak Hareket-i altmışlı, Mûsıla-ı Süleymaniye Hamise-i Süleymaniye ve Süleymaniye ve müderrisliğin son kademesi olarak Dâru’l-Hadis’i Süleymaniye müderrisliğine yükselirdi .

Osmanlılar’da kadılık, şer’i ve hukukî hükümleri tatbik eden, aynı zamanda hükümetin emirlerini yerine getiren bir makamdır. Kadılar’a “Hâkimü’ş-Şer” veya Hâkim’de denir. Osmanlı Devleti ile birlikte Kadılık Teşkilâtı’nında kurulmuş olduğunu görmekteyiz. Kadılar’ın en önemli ve sürekli gelirleri, yaptıkları hizmetlerden alınan ve Padişah fermanıyla belirlenen harçlardı. Türkiye Selçukları da bunu Osmanlılar’dan evvel bulundurmuşlardır. Kadıaskerler vezir-iazam tarafından tayin edilirdi .

Osmanlı Devleti XVI. yüzyılın sonlarına doğru gerilemeye başlayınca, ulemâdan kimi şahsiyetlerin, devlet idaresi ve yönetimdeki bozulmaların düzeltilmesi ile ilgili düşüncelerini padişahlara zaman zaman eserler ve lâyihâlar halinde sundukları görülmektedir . Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla beraber tesisine başlanan medreseler , devletin gerilemesine paralel olarakta bozulmaya başlamıştır. Bozulan medreselerden mezun olan ulemâ da kendi sahasında yetersiz olmakla kalmayıp, bütün kötülüklerin kaynağı gibi görülmeye başlanmıştır.

Fatih’den sonra Kanuni Sultan Süleyman zamanında Medreseler’de Riyâziyât (Matematik) ve Tabiat dersleri çok önem kazanmıştır. Fakat bunlardan sonra bu derslere karşı düşmanlık başladı. Müspet ilimlerin kaldırılmasına ve Medrese eğitiminin bozulmasına karşı ilk tepki XVII. yüzyılda Kâtip Çelebi(1609-1658)’den gelmiştir. O “Mizânu’l-Hak fi İhtiyâri’l-Ehak” adlı eserinde; “medreselerin içine düştüğü aymazlığı, gafleti müderrislerin bilgisizliğini ileri sürmüş ve öğretimde doğru yöntemlerin uygulanmasını, Batı’daki bilimsel gelişmelerden yararlanılmasını önermiş ise de bu görüşleri dikkate alınmamıştır .

Sonuç:

Büyük Selçuklu Devleti medreseleri, kendinden önceki Türk devletlerindeki toplum hayatından, genel ahlak anlayışından, Türk Töresi ve hakimiyet geleneğinden oldukça etkilenmiş ve beslenmiştir. Ayrıca İslamiyetin inanç esasları, Müslümanlığın toplumsal kuralları, ilim ve araştırma emirleri, Karahanlı, Gaznelî, Abbasî ve diğer çevre devlet yaşantıları ve etkileri doğal olarak Selçuklulara kaynaklık etmiştir.

Selçuklular; İran, Anadolu, Maveraünnehir, bugünkü Türkmenistan ve Özbekistan toprakları, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Afganistan coğrafyalarında yoğun bir etki ve izler bırakmıştır. Selçuklular, eğitim ve öğretim hususunda, medreselerin kuruluş ve işleyişinde kendinden önceki Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılar ve Gazneliler’den oldukça yararlanmışlardır.

Selçuklular kendinden sonra ise, Türkiye Selçukluları, Memlükler, Eyyubîler, Musul Atabeğleri, İldenizler, Akkoyunlular ve Osmanlı Devleti gibi hanedanlıkları olumlu etkilemiştir ve onlara örnek olmuştur. Osmanlı Devleti, Büyük Selçuklu medreselerinden ve onların eğitim öğretim faaliyetlerinden oldukça etkilenmişlerdir. Osmanlı medreseleri ayrıntılı olarak verilmiş ve Seçuklu medreselerinin yöntemleri aynen kabul edilmiştir.

Büyük Selçuklu medreseleri Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti için eğitim ve öğretim de temel ve esas model teşkil etmiştir. Medreselerde sınıf geçme yerine ders geçme esası vardı. Bir öğrenci istediği hocadan istediği dersi alırdı. İlla bir medresede bir öğrencinin öğrenimini tamamlaması mecbur da değildi. Böylece son derece verimli bir akademik rekabet esası getirilmişti. Başlangıçta medreseler de; aklî, naklî ve şer’i ilimler bir arada tedris ediliyordu. Taşrada ki medreselere “müderris” yetiştiriliyordu. Sonraları kadı, müftü, cami hizmetleri, kâtiplik gibi sahalarda da görevliler yetiştirilmiştir.

Çoğunlukla medreseler Selçuklu ve Osmanlı toplumunun bürokrat, asker, doktor ve yargıç gibi her türlü eğitilmiş elemanını sağlıyordu. Başvezirliğe kadar devletin her türlü kademesinde görev yapan ulemânın toplum üzerinde etkili bir itibarı vardı. Selçuklu ve Osmanlılar’da kadılar, müderrisler, öğretmenler, imamlar, doktorlar, matematikçiler, astronomi bilginleri ve din âlimleri hepsi medrese de eğitim gören ve toplumda önemli rolleri olan aydın kimselerdi. Müderrisler ve diğer din hizmetlileri de maddi bakımdan rahat bir hayat yaşıyorlardı.

Osmanlılar’da müderris, medreseden mezun olup diploma aldıktan sonra mülâzemet ve kadıasker defterine kaydolunarak, en aşağı derecede olan Haşiye-i Tecrit medresesi müderrisliklerinden birine tayin edilirdi. Daha sonra sırasıyla Miftâh, Kırklı, Hariç-Ellili medreseleri müderrisliklerine yükselirlerdi. Kadıaskerler’inde hazır bulundukları imtihanda başarılı olduğu takdirde Sahn-ı Semân medreselerinden birine terfi ederdi. Bu son müderrisliği bu günkü anlamda profesörlük ile mukayese etmek mümkündür .

Selçuklu medreselerinde meselâ Bağdat Nizamiyelerinde 6000 öğrenci okuduğu ifade edilmektedir. Öğrenciler medreselerin yanında veya yakınında imaretlerde yiyip içerler ve birçok derslerini büyük camilerin bir köşesinde müderrislerin rahlesi çevresinde diz çöküp oturarak takip ederlerdi. Medreseler bir hayli çoğalınca devletin hakimiyet sahası da genişleyince, tam kâmil müderrisler her yere verilememiş ve imkanlar daralmaya başlamıştır.

Medreseler’de Türkçe eserler olmakla birlikte asıl kaynak kitaplar, dini anlamak için olduğundan Arapça idi. Medreselerin bozulmasında tefekkürü faaliyete geçirecek olan Matematik ve Felsefe gibi aklî ilimlerin terk dilmesi, bunların yerini tamamen naklî ilimlerin almış olması birinci derece de etken olmuştur . Bundan sonra medreseler de müsbet ilimler okutulmaz hale gelmiştir.

Selçuklu medreselerinde çöküş, Sultan Sencer zamanında 1157’ de devletin yıkılışı ile başlamıştır. 1258’de Bağdat’ın Hülagu ve Moğollar tarafından istilâ edilmesiyle hızlanmış ve bazı kötü niyetli yöneticiler medreselerin gelirlerine el koymuşlardır. Moğolların Bağdat’ı işgal ve tahripleri nedeniyle Nizamiye medreselerinin eski önemi git gide kaybolmuştur. 1400 yıllarının başlarında Bağdat Nizamiye medreseleri yok edilmiştir. Osmanlıların ise Selçuklu devlet geleneği ve eğitim öğretimde Selçuklu medreselerini kendilerine esas aldıklarını, hatta daha da geliştirmiş olduklarını açıkça görmekteyiz.

KAYNAKÇA:

  • ADIVAR, A. Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, (Hazırlayan Aykut Kazancıgil – Sevim Tekeli), (4. baskı), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1982.
  • AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, (12. baskı), Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2008.
  • ARIK, Feda Şamil, “Osmanlılarda Kadılık Müessesesi”, OTAM, S. 8, Ankara, 1997, (ss. 1-72).
  • ATAY, Hüseyin, Osmanlılar’da Yüksek Din Eğitimi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1983.
  • BALTACI, Cahid, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1976.
  • BİNBAŞIOĞLU, Cavit, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, M. E. B., İstanbul, 1995.
  • ÇAĞATAY, Neşet, İslam Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1993.
  • ÇELEBİ, Ahmet, İslam’da Eğitim Öğretim Tarihi, (Terc. Ali Yardım), Damla Yayınları, İstanbul, 1983.
    Defterdâr Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, (Nesâyıhü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ), (Derleyen ve Çeviren Hüseyin Ragıp Uğural), İzmir, 1990.
  • ERGİN, Osman Nuri, Türk Maarif Tarihi, I-II, İstanbul, 1977.
  • GÜNGÖR, Erol, Tarihte Türkler, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997.
  • KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Millî Kültürü, (8. baskı), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993.
  • KAZICI, Ziya, İslam Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1991.
  • KİTAPÇI, Zekeriya, Türkistan’da İslamiyet ve Türkler, Konya, 1988.
  • KOÇER, Hasan Ali, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, M.E.B., İstanbul, 1991.Koçi Bey, Koçi Bey Rsâlesi, (Sadeleştiren Zuhuri Danışman), M. E. B., İstanbul, 1993.
  • KURAN, Ercüment, Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, (Derleyen Mümtaz’er Türköne), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, (2. baskı), Ankara, 1997.
  • MERÇİL, Erdoğan, Müslüman -Türk Devletleri Tarihi, T.T. K. Basımevi, Ankara, 1993.
  • ÖZKAN, Salih, Türk Eğitim Tarihi, 3. Baskı, Bizim Büro Basımevi, Ankara, 2010.
  • ÖZTÜRK, Ali, Ötüken Türk Kitâbeleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1996.
  • PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I-III, M. E. B., İstanbul, 1993.
  • TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk- İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1996.
  • TURHAN, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fak. Vakfı Yayınları, İstanbul, 1987.
  • UĞUR, Ahmet, Epigrafi ve Paleografi, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, 1994.
  • —————–, Osmanlı Siyâset-nâmeleri, Kültür ve Sanat Yayınları, ?, 1987.
  • UNAN, Fahri, “Bir Alimin Hayat Hikâyesi ve Klâsik Osmanlı Eğitim Sistemi Üzerine”, OTAM, S. 8, Ankara, 1997, (ss. 365-391).
  • UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, T. T. K., Basımevi, Ankara, 1988.
  • YAKIT, İsmail, “Osmanlı İlmiye Teşkilâtı ve Şeyhülislamlar”, Türk Yurdu, C. 19-20, S. 148-149, Ankara, 2000, (ss.174 -187).
  • YAZICI, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Yayınları, Ankara, 1992.

 

Takip Et Kerim Usta:

Herkesin bir yaşama nedeni var. Benimkiyse, bir "Sevda"...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir