Türkiye ve Türk Cumhuriyetlerinde Eğitim ve Kültür Meseleleri
Prof. Dr. Remzi KILIÇ
Özet:
1990-1991 yıllarında Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Türkistan ve Kafkaslarda, Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Ancak, bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri birçok mesele ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu meseleler; eğitim ve kültür başta olmak üzere, askerî, iktisadî, siyasî, çevre, din, sosyal ve toplumsal konular olarak ifade edilebilir.
Doğal olarak yeni kurulmuş olan Türk Cumhuriyetleri, vaktiyle Sovyetler Birliği zamanında Rusların yönetimi ve etkisi altında kalmışlardı. 1991 yılından itibaren bağımsızlığını ilan eden bu devletler; Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan Türk Cumhuriyetleri’dir. Türk Cumhuriyetleri, değişen dünya şartlarında bir hayli zorluklar çekmek durumunda kaldılar.
Bildiride, Sovyetler Birliği’nden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin Asya’da yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri ve diğer Türk toplulukları ile eğitim ve kültür ilişkileri, bu konuda ortaya çıkan meseleler ve öneriler, bu uğurda yapılan çalışmalar, gündeme gelen görüşler hakkında yapılan değerlendirmelere yer verilmiştir. Türk dünyasında, eğitim ve kültür meseleleri, bilimsel açıdan çeşitli alanlarda yapılan faaliyetler ve gelişmeler ortaya konulmuştur.
Bugün Türk Cumhuriyetleri ve Türk toplulukları diğer alanlarda olduğu gibi, eğitim ve kültür alanında fevkalâde ciddî meseleler ile karşı karşıyadır. Bu konunun temelleri, Rusya Çarlığı ve daha sonra Bolşevik ihtilâlin ardından kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne kadar dayanmaktadır.
Ayrıca, Türklerin dağınık bir şekilde ve çok geniş coğrafî sahalarda yaşamaları, kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan meseleleri de buna ilave etmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları arasındaki eğitim ve kültür meseleleri tarihî bakımdan bu çerçevede ele alınacak ve somut öneriler sunulacaktır.
Giriş:
Milletlerin ve toplumların hayatlarında tarihî bakımdan şüphesiz eğitim ve kültür iki önemli kavramdır. Milletlerin bağımsızlığında, millî birliğinin ve bütünlüğünün sağlanmasında, nesiller arasındaki bağların devam ettirilmesinde eğitim ve kültür büyük rol oynamaktadır. Tarihin kaydettiği büyük milletlerden biri de Türk milletidir.
Türkler 21. yüzyıl’da 250 milyon Türkçe konuşan insanıyla dünyada hatırı sayılır büyük bir kitledir. Türkler, Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte yedi devlet tek millettir. Bu Türk devletlerinin dışında milyonlarca Türk insanının da başka toplumlar ile bir arada yaşadığını ifade etmeliyiz.
Özellikle, Türk devlet ve bilim adamları tarafından, Türk dünyasındaki bağımsızlık gelişmeleri ve soydaş toplulukların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi görüşü, öteden beri arzu edilen bir husustu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün Türk dünyası hakkında beyan ve işaret ettiği hususlar, Türkiye’de ve Türk dünyasında Türk aydınları tarafından bilinmekteydi. Türklerin bağımsızlığının ve dayanışmasının Türk kültürü ve tarihine olan bağlılıkları ile gerçekleşeceği mütemadiyen vurgulanmıştır.
20. yüzyılda Dünya’nın en büyük kara devleti olan Sovyetler Birliği’nin sosyalist rejimi ancak yetmiş üç yıl kadar devam edebilmiştir. Sovyet-Rusya, Gorbaçov ile birlikte uygulamaya koyduğu “prestroika ve glastnost” politikasıyla dağılma sürecini yaşamıştır.
Fakat Ruslar, “Bağımsız Devletler Topluluğu” adı altında, yine de güç ve hakimiyetlerini ortaya koymuşlardır. Rusya Federasyonu, Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere, Sovyet-Rusya’dan ayrılan diğer topluluk ve halkları büyük oranda, BDT adı altında örgütleme başarısını göstermiştir. Bugün Rusya Federasyonu, Avrasya’nın en büyük topraklarına sahip, yaklaşık olarak 165 milyon nüfuslu, nükleer gücü olan, birçok doğal kaynaklara hükmeden bir devlettir (Özdağ, 2000: 176) . Rusların ayrıca yüzyılları aşan, farklı milletleri kendi sömürge faaliyetleri ile kontrol altında tutabilme deneyimleri de göz ardı edilmemelidir.
Türk dünyasının her tarafında, Türkiye’de ve Türkistan sahasında bulunan cumhuriyetlerin bilim insanları başta olmak üzere, Türk aydınları, düşünürleri, siyasetçileri ve eğitimcileri, son çeyrek yüzyıl içerisinde, Türklüğe dair yüzlerce kitap, makale, araştırma, dil çalışmaları, projeler yapmış ve yazmışlardır. Devlet ve siyaset adamları, akademisyenler, gençlik teşkilatları, iş adamları ve eğitimciler; birçok toplantılar, kurultaylar, konferanslar, kongreler ve çeşitli işbirliği yaparak, Türk halklarının dostluğunu, kardeşliğini ve dayanışmasını artırmayı amaçlamışlardır.
Sovyetler Birliği zamanında Rusların, Kafkaslar ve Türkistan ile ilgili bir kültür programları söz konusudur. Başta Türk-İslam kültürünü yıkmaya ve parçalamaya yönelik hedeflerin temelinde olan dil tahribâtı, Türkiye’nin Latin harflerini kabulü üzerine Kril harflerine geçişi ve diğer eğitim ve öğretimle ilgili köklü reformlar yaptıkları bilinmektedir. Bunun yanında ticaret ve sanayi alanında uygulama ve projelerde önemli isimler olan İlminsky ve Mayendorf’un görüşlerini bilmek gerekir.
Bu isimlerin bir bakıma Türk toplumundaki tepkileri durumunda olan Gaspıralı İsmail, Yusuf Akçura gibi, Rusların ekonomik, sosyal ve kültürel politikalarının karşısında yönetim, eğitim ve kültür meselelerine Türk milletin nazarından bakan görüşleri değerlendirmek çok önemlidir (Yalçınkaya, 1997: 20).
Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan gibi Türk devletleri başta olmak üzere Ruslar, bütün Türk yurtlarında Sovyet sosyalist rejimi yönetimi boyunca yayımlanan tarihî, kültürel ve edebî eserlerin pek çoğunu milliyetçilik fikri taşıyor mantığı ile yasaklama yoluna gitmiştir. Ruslar, Türk Cumhuriyetleri’nde onların kendi millî eğitimleri, tarihleri ve kültürleri yerine Sovyet sosyalist düşüncesini dayatmıştır. Türk Cumhuriyetleri, kendi kültürlerini, tarihlerini, edebiyatlarını doğru ve gerçekçi bir yaklaşımla genç nesillerine yeniden öğretmek zorundadır. Bunun da tek yolu eğitim sistemini millîleştirmektir. Ayrıca Türk dünyası, ortak alfabe başta olmak üzere, birlikte yeni programlar, ortak projeler, eğitimde müşterek açılımlar yapmak durumundadır.
Bugün Türk Cumhuriyetleri’nin önemli ortak bir meselesi de “millî dil” meselesidir. Ruslar, Türkistan coğrafyasını sosyalist rejimin yönetimi altına almadan önce Türk dilleri (lehçeleri) arasında fazla bir fark yoktu. Kazak, Kırgız, Karakalpak, Özbek, Tatar, Türkmen lehçeleri öylesine bir birine benziyordu ki, bunlar kendi aralarında anlaşmakta hiçbir güçlük çekmiyorlardı ve müşterek bir edebiyat dilleri vardı. Fakat Türklerin önce Çarlık Rusya sonra da Sovyetler Birliği egemenliği altında kalmaları sonucu, Ruslar dil ve yazı konusunda son derece sert bir politika izlemeye başladılar (Yüce, 2001: 90).
Tarihleri boyunca Türkler, milletler mücadelesinde mazlum milletlere, düşkün ve yoksul halklara, yardımcı olmuş, kol-kanat germiş, onları korumuş, asla köle muamelesi yapmamıştır. Bu gibi nedenler ile Türklük ulu çınarı hiç yıkılmamış, hep var ola gelmiştir. Türk aydınları ve bilgeleri, Türk milletinin evlatlarına daima yol göstericilik ve rehberlik yapmışlardır. Türk Milleti, tarihi boyunca kurmuş olduğu devletli yapı içerisinde, birçok halkı etrafında barındırmış, felakete uğrayanları bünyesinde korumuştur. Bunun temelinde Türk kültürü ve insan sevgisi, hoşgörü anlayışı bulunmaktadır. Bu süreçte Türk eğitimcileri, kültür temsilcileri daha duyarlı ve sorumlu hareket etmelidir.
Türk dünyasının temsilcilerini ilmî, kültürel, sağlık, eğitim ve ekonomik amaçlı toplantılarda kendi bayrakları altında görmek ve Türklüğü burada kaynaştırmak, dostluğa ve kardeşliğe yönelik çağrıları sürdürmek, kalıcı hale getirilmelidir. Niçin Türk aydınları, Türk dünyasına yönelik, eğitim, ekonomik ve ticarî işbirliği, kalkınma ve gelişme, kültürel faaliyetler alanında zayıf ve etkisiz kalmaktadırlar? Bunlar üzerinde düşünülmesi gereken ve cevap arayan sorulardır.
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan ve Türkmenistan cumhuriyetleri başta olmak üzere, Türk dünyasında az sayıda insanımızın eğitim ve kültür meseleleri ile uğraştığını ve faaliyet göstermekte olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Kırgızistan’da Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Kazakistan’da Kazakistan-Türkiye Ahmet Yesevî Üniversitesi gibi, önemli ilmî merkezleri ve buralarda çalışan Türk akademisyenleri, eğitimcileri Türk kültürüne katkıları ve Türkler arasında eğitim faaliyetleri bakımından kutlamak gerekir.
Türk Cumhuriyetleri’nde Eğitim-Öğretim ve Kültür Meseleleri:
Türk tarihinin ve Türk kültürünün ortak değerleri arasında; Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hâcip, Ali Şir Nevâi, İbni Sina, Harezmî, Uluğ Bey, Ali Kuşçu, Hoca Ahmet Yesevî, Farabî, Ebu Mansur Maturidî, İmam Buharî, Bahaûddin Nakşibendî gibi büyük insanlarımız, Türkistan’ın yetiştirdiği Türk-İslam büyükleri arasında bulunmaktadır. Türklerin eğitim ve kültür birliği bu kökler etrafında geliştirilmelidir.
Bir milletin fertleri arasında; eğitim, öğretim, iletişim, kültür ve her türlü ortak değerler için anlaşma vasıtası dil’dir. Türkler arasındaki en önemli kültür meselesi de millî dil hususudur. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları arasında en temel ortak bağ Türkçe’dir. Ruslar, Türk topluluklarını daha kolay asimile etmek, özellikle Türkler arasında kültürel değerleri yıpratmak ve yok etmek için Rus dilini bütün Asya Türk ülkelerinde hâkim bir duruma getirmiştir. Türk Cumhuriyetleri arasında adeta resmi ve yaygın kullanılan dil Rusça olmuştur.
Avrasya sahasında gerçekten, Bolşevik ihtilâli öncesinde ve sonrasında eğitim ve kültür alanında, Türkler ile Ruslar arasında çok çetin mücadeleler cereyan etmiştir. 20. yüzyılın başlarında Türk dünyasının siyasi ve kültürel birliğini savunan Gaspıralı İsmail’in “dil’de, fikir’de ve iş’te birlik” görüşü, 21. yüzyılda da geçerliliğini aynen korumaktadır.
Türk Cumhuriyetleri arasında eğitim ve kültür alanında yaşanan en önemli meselelerden birisi de bilgi yetersizliğidir. Bolşevik ihtilâlinden sonra Ruslar, Türkler üzerinde iki defa alfabe değişikliğine gitmiş ve zorla Ruslaştırma politikası gütmüşlerdir. Bu durum Türklerin kültür hayatını alt üst etmiştir. Bu uygulamalar sonucu doğal olarak, genç kuşaklar ile eski kültür kaynaklarının bağları kesilmiş, geçmişinden habersiz bir nesil yetiştirilmek istenmiştir (Yüce, 2001: 89).
Ruslar, Türkiye Türkleri ile Türkistan Türkleri arasında kültürel bağları büyük oranda koparmayı başarmış gözükmektedir. Çünkü Ruslar, Türk cumhuriyet ve topluluklarına ayrı ayrı Kril alfabesine dayalı bir yazı dili zorunlu kılmıştır. Böylece, bırakın Türkiye Türkleri ile Türkistan Türklerinin biri birileriyle anlaşmalarını, Türkistan Türkleri bile zamanla kendi aralarında anlaşamaz hale getirilmiştir. Bu yüzden dil konusundaki olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek için ortak “Türk Dünyası Dil Kurumu” kurulmalı ve ortak bir dil sözlüğü hazırlanmalıdır (Yüce, 2001: 111).
Sovyetler Birliği, Türkistan’da cumhuriyetleri teşekkül ettikten sonra her Türk cumhuriyetine kendi lehçesini ayrı bir lisan olarak kullandırtmıştır. Böylece Türkler arasında dil ve kültür birliğini bozmak istemiştir. Bunun ardından Ruslar alfabeye el atmışlar, 1924 yılında hazırlattıkları ve 1928 yılında Türkler için Rus Kril harfleriyle karışık bir Latin harfleri sistemini uygulamaya başladılar.
Türkiye Türklerinin de 1928 tarihinde Latin alfabesine geçmesinden rahatsız olan Ruslar, 2. Dünya savaşı ile birlikte Türkistan Türklerinin kesinlikle Latin alfabesini kullanmasını yasaklamış ve Kril alfabesini mecbur etmiştir. Daha önce Latin alfabesi ile yazılmış olan eserler toplanıp imha edilmiştir (Yalçınkaya, 1997: 398-399).
Son zamanlarda Türk Cumhuriyetleri, ortak bir alfabe oluşturma çabası içerisine girmişlerdir. Özellikle, Kazakistan ve Azerbaycan’da Türkiye ile aynı alfabeyi kullanmak üzere karar alınmıştır. Bu önemli gelişmenin diğer Türk Cumhuriyetleri’nde de bir an evvel sağlanması gerekir. Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarını ilan etmelerinden sonra, 1992’de Milli Eğitim Bakanlığı, Türk ülkelerinde açtığı Türkçe öğrenme kurslarının birer şubesini mutlaka üniversitelerde de açabilmelidir.
Türkiye, Kırgızistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Özbekistan cumhuriyetlerinin eğitim bakanları arasında Mayıs 1992’de Ankara ve Eylül 1992’de Bişkek’te yapılan toplantılar sonucu şu kararlar alınmıştır:
- Türk dilleri konusunda ortak araştırmalar yapılması, terminoloji birliğinin sağlanması,
- Türk Dünyası dil, tarih, coğrafya bilimler akademisinin kurulması,
- Ortak bir imlâ ve telaffuz kılavuzunun hazırlanması,
- Ortak tarih ve edebiyat program ve kitaplarının hazırlanması,
- Latin alfabesine geçiş için bilimsel çalışmalar yapılması,
- Türk Destanları’nın eğitim programlarına alınması,
- Ortak bilgi, arşiv ve dökümantasyon ağı kurulması,
- Türk Dünyası Rektörler Konseyi kurulması,
- Okullarda Türk Lehçeleri’nin okutulması,
- Televizyon programları arasında mübadele yapılması,
- Üniversitelerde Çağdaş Türk Lehçeleri ve Türkiye Türkçesi bölümlerinin açılması,
- Dinî, millî ve manevî değerlerin artırılması,
- Kadro Yetiştirmede işbirliğine gidilmesi,
- Kazakistan’da Ahmet Yesevî Kazak-Türk Üniversitesi kurulması (Yüce, 2001: 111-112).
Bu kararlar ve bu yolda yapılan gelişmeler şüphesiz önemli ve güzel adımlardır. Hatta bunlardan bazıları hayata geçirilmiştir. Diğerlerinin gerçekleşmesi yolunda ciddî adımlar atılmaktadır. Türk Cumhuriyetleri’nde Latin alfabesine dayalı matbaalar açılmalıdır.
Bu toplantılarda alınan kararların zaman kaybedilmeden uygulanması gerekir. Türk Cumhuriyetleri’nin alfabe konusunda iki önemli adım atmaları gerekir. Birincisi Kril alfabesini derhal kaldırmak, ikincisi ortak bir alfabenin kabul edilmesidir (Zaim, 1993: 53).
Bilindiği gibi ilk defa 1 Mayıs 1925’de Azerbaycan Yüksek Sovyeti, Latin alfabesinin kullanılmasını kararlaştırmıştı. 1928’de Türkiye’de de Latin alfabesinin kabulü, Türkiye’nin nüfuzunun Türkistan ve Kafkaslarda artmasına sebep olmuştu. Bu durumun Rusya için tehlikeli olacağını sezen komünistler, Türklere ayrı ayrı Kril alfabesini mecbur tutmuşlardı.
Türkistanlı ve Azerbaycanlı dil âlimleri, ilmî kongrelerde ortak bir dil kullanılması gerektiğini savunmuşlardı. Bugün Azerbaycan’ın resmi dili Türkçe’dir. Yine ilk defa Türk Cumhuriyetleri içerisinde 25 Aralık 1991’de Latin alfabesine geçilmesi kararı alan Azerbaycan olmuştur (Gömeç, 2006: 60).
Türk Cumhuriyetleri’nde genel olarak nüfusun eğitim-öğretim seviyesi; yüksek öğrenim görmüş olanların oranı % 10-15, orta öğrenim görmüş olanların oranı % 50-65 arasındadır. Bu durum gelişmiş ülkelerdeki eğitim-öğretim oranları ile karşılaştırıldığında çok düşük bir seviyedir. Kaldı ki, Türk Cumhuriyetleri’nde eğitimli ve Türklerden daha iyi koşullarda yaşayan Rusları ve yabancıları dikkate almak zorundayız.
Türk ülkelerindeki Türklerin öğrenim durumu ve eğitim seviyesi her kademede yetersiz ve mutlaka bu oran artırılmalıdır. Ayrıca eğitim-öğretimin kalitesi, teknolojinin yeteri kadar kullanılıp kullanılmadığı, mesleki eğitimin yetersizliği başlıca meseleleri oluşturmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, Türk dünyası içerisinde bulunan Türk Cumhuriyetleri’nin yönetim kadrolarına, asker ve bürokratlarına, sivil halk topluluklarına karşı, bugüne kadar sürdürdüğü dost ve kardeş siyasetini sürdürmeye devam etmelidir. Asya Türk Cumhuriyetleri ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim kurumlarından, teknolojik gücünden, yetişmiş insan gücünden, demokrasi deneyimlerinden yararlanabilir. Eğitim ve öğretim Türk Birliği için her kademede titizlikle sürdürülmelidir. Bunun yanı sıra, ticarî ve ekonomik işbirliği, karşılıklı ithalat ve ihracat ilişkileri geliştirilerek, Türk iş dünyası tarafından artırılmalıdır.
Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları, Sovyet Sosyalist yönetimi boyunca yetmiş yıldan fazla, uygulanan kültür ve eğitim politikalarıyla, ısrarla bilinçli bir şekilde asimile anlayışı ile yozlaştırılmıştır. Ruslar çok sistemli bir plan içerisinde Türkleri, kendi öz kültür ve köklerinden uzaklaştırmak yoluna gitmişlerdir. Ruslar, bütün halkları kendi kültür daireleri içerisinde eritmek ve gelecekte Türk yurtlarında temelli hakimiyet kurmak istiyorlardı. Her türlü yol ve yöntemi kullanarak, eğitim ve kültür politikalarını kendi amaçları doğrultusunda düzenlemişlerdi. Bu durum Türkleri birçok sıkıntıya sürüklemiş ve karşı milliyetçilik akımına sevk etmiştir. Türkler tarihî köklerine, kültürel değerlerine bağlılık mücadelesi yaşamışlardır.
Türk Cumhuriyetleri ve Türkistan’daki Bazı Siyasi ve Kültürel Gelişmeler:
Şüphesiz, Türk Cumhuriyetleri bir fenomendir. Hem de öyle bir fenomendir ki, hiçbir Türk eğitimcisi, yöneticisi, bilim ve kültür adamı bunu görmezlikten gelemez. Türk Dünyası mevcut durumla, hali hazırdaki kavramlarla, ya da yakın geçmişteki korku ve kaygılarla yönetilemeyecek kadar önemlidir. O bakımdan Türk Dünyası için stratejik bir bakış açısı geliştirmek gerekir. Uzun vadeli, mevcut iç ve dış siyasi gelişmeleri ve etkileşmeleri dikkate alan, geneli kapsayan ve geleceğe yönelen bir yaklaşım olmalıdır (Yeniçeri, 2003: 391).
Brezinski’nin “Avrasya’ya egemen olan dünyaya egemen olur” sözü, mücadelenin ne denli stratejik olduğunu göstermektedir. Küreselleşme sayesinde başta Ortadoğu ve Orta Asya olmak üzere, yeryüzündeki bütün kaynakları büyük ölçüde denetim altına alan Amerika merkezli bir dünya meydana gelmiştir. Orta Asya Türk devletlerinin Türkiye’ye olan teveccüh ve beklentileri, bölge üzerinde hesabı olan ülkelerin, Türkiye’ye yönelik olarak yeni stratejiler üretmelerine neden olmuştur.
Bu nedenledir ki, soğuk savaş döneminde hiç gündeme gelmeyen birçok girişim, baskı ve siyasi olay Türkiye aleyhine son zamanlarda büyük bir ustalıkla planlanmaktadır(Yeniçeri, 2003: 75).
Bugün Avrasya bölgesinde Rusya Federasyonu güçlü ve deneyimli bir ülke konumundadır. Öte tarafta Çin Halk Cumhuriyeti, yaklaşık olarak 9.516.000 km kare yüzölçümü ve bir milyar 500 milyon nüfusu ile Asya’da Türklüğü ve insanlığı tehdit eden bir siyasi ve ekonomik güç durumundadır. Asya’da her üç insandan biri, dünyada her beş insandan biri Çinli’dir.
Avrasya sahasında Türk Milleti, Altaylardan Tuna boylarına kadar on milyonlarca km karelik geniş yurtlarda yaşamaktadır. Türkler, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile enerji kaynakları, yetişmiş insan güçleri, tarihî birikimleri, jeopolitik ve jeostratejik konumları ve bağımsız Türk Cumhuriyetleri ile gecikmiş olan Türk Birliği’ni derhal gerçekleştirmelidir.
Bu oluşumun adı; Türk Birliği, Türk Devletleri Topluluğu, Asya Türk Devletleri, Türk Dünyası Devletleri, Asya Devletleri Birliği, Avrasya Türk Devletleri olabilir. Ama bir Türk Devletleri Birliği kurulmalıdır. İşbirliğine ve güç birliğine her hususta katkı sağlamalıyız. Bu çerçevede ortak eğitim ve kültür faaliyetlerine hız verilmelidir. Çünkü ortak dayanışmanın ön koşulu eğitim ve kültür değerlerimizdir. Kültür ve eğitim ortaklığı diğer meselelerin çözümünde birleştirici harç olacaktır.
Orta Asya bölgesinin somut entegrasyon sürecinin başlatılması kaçınılmazdır. Bu iş için önce eğitim ve kültür işbirliği sağlanabilir. Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan Türkmenistan, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında “Türk Devletleri Eğitim ve Kültür Birliği” kurulmalıdır. Bu düşünce Türkistan’da bulunan Türk toplulukları ve Türk devletleri açısından olduğu kadar Türkiye içinde son derece önemlidir.
Burada Özbekistan gerçeğine dikkat etmek gerekir. Çünkü Özbekistan 26 milyon nüfusu, Aral Gölü’ne dökülen Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında, tarihî Maveraünnehir bölgesinde, Batı Türkistan sahasında çok önemli ve stratejik, coğrafyası bakımından verimli bir bölgede bulunmaktadır. Uluğ Türkistan’ın kalbi durumundadır. Tarihte birçok Türk devleti bu ülke topraklarından çıkmıştır. Özbekistan’ın Türk dünyasındaki tarihî ve jeopolitik önemi unutulmamalıdır.
Ayrıca Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan toprakları, Türk tarihinin ve Türk adı ve kültürünün binlerce yıldan beri doğduğu, geliştiği ve yayılıp, beslendiği merkezlerdir. Azerbaycan Cumhuriyeti ise, XX. yüzyılın başından itibaren Türklük düşüncesinin Türk dünyasında en güçlü olduğu merkezdir. Azerbaycan toprakları, M.Ö. VII. yüzyılda Saka-İskit hükümdarı Alper Tunga’dan bu yana Türklerle meskun stratejik bir bölgedir. Azerbaycan Türk Kültürü ve Türkçe Dili’nin yüzyıllardır en sağlıklı geliştiği bölgelerden biridir. Bugün Türkistan topraklarının önemli bir sahası da hala Çinlilerin işgalinde bulunan Doğu Türkistan’dır. Bütün bir Türk dünyasının her türlü kültür kökleri ve zengin kaynakları Avrasya sahasında bulunmaktadır.
Avrasya bölgesi, başta ABD, AB, Çin ve Rusya Federasyonu arasında büyük bir mücadele sahası haline gelmiştir. Bu mücadele bölge ülkelerinin demokratikleşme, istikrar ve barış içerisinde kalkınmalarını engellemektedir. Bölge ülkeleri ya zengin petrol ve doğalgaz kaynakları, ya da bu zenginlikler kadar önemli olan stratejik konumları yüzünden bölgesel ve küresel güçlerin hedefi olmaktadırlar. Bölge devletleri arasında devamlı ihtilaflar çıkarılmaktadır.
Önemli jeopolitik konuma ve zengin doğal kaynaklara sahip olan Türk toplulukları açısından, kendilerini bölge dışı güçlere karşı korumalarının ve genel olarak güvenliklerini sağlamalarının en etkin yolu bir birlik oluşturmalarından geçmektedir. Orta Asya Birliği bu açıdan ele alınmalıdır. Doğu Türkistan ve Orta Asya devletleri arasındaki işbirliği çok mühimdir.
Kaşgarlı Mahmut ve Balasagunlu Yusuf Has Hâcib’in Doğu Türkistan kültür muhitinin yetiştirdiği, Türk eğitim ve bilim adamları olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Ancak Uygur Türkleri ile Orta Asya Türklerinin ilişkilerine Çin’in izin vermek istemeyeceği muhakkaktır. Buna karşı Türklerin kader birliği fikrî bilincini yaymak gerekir. Türk Birliği sürecinde öne çıkarılması gereken önemli bir unsur da Türk kimliğidir. Şüphesiz, ortak kimlik konusunda Türkistan coğrafyasında çok güçlü bir potansiyel bulunmaktadır. Ancak, bu potansiyelin harekete geçirilmesi için planlı çabalar gerekmektedir (Somuncuoğlu, 2005: 12-13).
Avrasya halkları arasında XX. yüzyılda Avrupa’da yaşanan savaşlara benzer savaşlar olmamıştır. Mesela Türkler ile Ruslar en son 1918’de savaşmışlardır. Türkiye ile İran 350 yıldır birbirleriyle barış içinde yaşamaktadır. Rusların diğer Avrasya halkları üzerinde kurduğu kolonyalist imparatorluk dağılmış üzerinden on yedi yıl geçmiştir.
Bu zaman içerisinde Moskova ile Orta Asya’nın başkentleri arasında karşılıklı eşitliğe dayalı bir ilişki modeli kurulması için gereken ön şartlar oluşmuştur (Özdağ, 2004: 24-25). Bölge halklarının etkin bir eğitim ve kültür işbirliğini gerçekleştirmeleri mümkündür. Bu kültürel işbirliği Avrasya örgütüne kısa zamanda dönüştürülebilir. Bunun için gereken ise sadece siyasi iradedir. Bu gelişmeleri sağlayacak alt yapının var olduğunu düşünmekteyiz. Başlamış olan ilişkiler artırılarak geliştirilmelidir.
Tarihî süreç içerisinde, sömürgeciler egemenlikleri altına aldıkları toplumları, imha etmektense kendilerine benzeterek onları amaçları doğrultusunda kullanmanın, daha ekonomik bir yöntem olduğunu fark etmişlerdir. Güçlü ve başarılı olan egemenler, farklı dil, din ve soy mensuplarını kendilerine benzeterek, ya da kendi kimliklerini sömürgelerine benzeterek türdeşliği tehdit eden öğeleri ortadan kaldırmayı düşünmüşlerdir. Bunun başarısının da asimile konusunda izlenecek yöntemle ilgili olduğunu keşfetmişlerdir.
Millet, kültür ve coğrafya olarak Türk Dünyası ve Türk Milleti, asimilasyonun ve totalitarizmin en zalim uygulamaları ile karşı karşıya kalmıştır. Türk soylu topluluklara Çinliler ve Ruslar tarafından uygulanan asimilasyonun yüzlerce yıllık bir geçmişi vardır. Bilindiği gibi, gerek Çarlık Rusya gerekse Kızıl Bolşevikler büyük bir kararlılıkla diğer mahkum uluslara olduğu gibi, Türk soylu topluluklara da asimilasyon için her türlü şiddeti ve kaba yöntemi kullanmışlardır (Yeniçeri, 2003: 57-58).
Artık dünya şartları değişmiş, gelişmeler Türklerin lehine sonuçlar doğurmaktadır. Çağımızın son derece önemli kaynakları arasında yer alan petrol, doğalgaz gibi zenginlikler Hazar havzasında, yani Türk yurtlarında yoğun miktarda bulunmaktadır. Avrasya merkezli enerji mücadelesinde Rusya, ABD ve Çin başta gelmek üzere, AB ülkelerinin şirketleri bölgeye komşu ülkeler olan İran, Pakistan, Türkiye gibi ülkeler, Hazar havzası enerji kaynakları için büyük bir rekabet içerisindedir.
Enerji ihracatıyla Orta Asya ve Kafkasya’ya gelecek olan zenginlik, burada kurulmuş olan devletlerin egemenliklerini korumalarının yanı sıra, siyasi ve ekonomik istikrara da yardımcı olacaktır. Ancak gelişmeler, Rusya’nın Hazar havzasının ekonomik kaynakları üzerinde gerçek kontrolü sağlamayı hedeflediğini açıkça göstermektedir(Yüce, 2005: 312-313).
Eğer, Hazar havzasında yani Kafkaslarda ve Orta Asya’da, yüzyıllarca egemen olmuş Türklerin, bölge devletlerinin dayanışmaları ile yeniden etkin olmaları sağlanamazsa, emperyalizm Hazar havzasına girecektir. Çıkabilecek üçüncü dünya savaşını durdurmanın yolu, Hazar havzasında Türk devletlerinin emperyalizmin saldırısına karşı ortak hareket etmeleri ve bölgesel birlik oluşturmalarıdır. Merkezî Devletler Birliği adı altında oluşturulacak bölgesel birlik dünyanın merkezinde otorite ve düzen sağlamalıdır. Bunun içinde tartışmasız Türkler arasında kültür ve eğitim işbirliği kaçınılmazdır.
Günümüzde küresel emperyalizm, dünya egemenliği doğrultusunda batıdan doğuya yöneldiğinde, Ortadoğu üzerinden Hazar havzasına çıkmayı hedeflemektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni Hazar havzasına girişin kapısı ve üssü haline getirmeye çalışmaktadır. Bölgede iki büyük devlet olan Türkiye ve İran’ın rejim farklılığı ve alt mezhepçilik kışkırtılarak, karşı kaşıya getirilip birbirleriyle savaşmaları istenmektedir. Küresel emperyalizmin Hazar havzası planı, Türkiye’nin bütün doğu bölgelerini cephe konumuna getirmektedir. Güneydoğu’da Kürdistan, Doğu Anadolu’da Büyük Ermenistan, Doğu Karadeniz’de ise, Pontus Rum devletleri kurularak, bu cephe bölgede küresel Hıristiyan emperyalizminin önü açılmak istenmektedir (Çeçen, 2005: 11).
Türk Milleti’nin şüphesiz aleyhine olacak bu planı bozmak gerekir. Bu ise tarihî kültür kaynaklarımızı yeni nesillerle sağlıklı ve bilimsel yöntemlerle aktarmaktan geçmektedir. ABD ve AB emperyalizmi hazırladıkları Hazar havzası savaşı planı içerisinde, bütün Türkiye’yi askeri üs haline getirmeyi amaçlamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, eğer fırsat verilirse küresel emperyalizm yüzünden top yekûn yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Hazar havzasının komşusu olan Türkiye Cumhuriyeti yaklaşmakta olan bu tehlikeye karşı önlem almak zorundadır.
Türklerin yüzyıllarca yönettikleri Hazar havzasında, büyük bir çöküş yaşamaları ve küçük devletlere bölünerek üstünlüklerini kaybetmeleri planlanmaktadır. Oysa Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Başkurdistan ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri, hep Türk devletleri olmalarına rağmen, Hazar havzasında küçük devletler halinde kendi geleceklerini kurtarmaya çalışmaktadırlar. Emperyalizm, böl ve yönet ilkesi doğrultusunda, Hazar havzasının büyük Türk nüfusunu küçük devletlere bölerek, bu bölgedeki Türk egemenliğini kırmayı amaçlamıştır (Çeçen, 2005: 10-11). ABD eski devlet başkanı Clinton: “XXI. yüzyılda ABD’nin en önemli stratejik görevi, Avrasya bölgesinde stratejik bir blok kurulmasına engel olmaktır” demektedir.
Sovyet-Rusya’nın yıkılmış siyasi sisteminin enkazları üzerinde, bölge barışına katkı sağlayacak, sağlıklı ve kalıcı bir siyasi yapının oluşturulması, gerçekten çok zor görünmektedir. Bu zorlukların aşılabilmesi için azimli, bilgili, tecrübeli, akıllı ve cesur yöneticilere ihtiyaç vardır. Bu kazanımlar ise Hazar bölgesi Türk devletlerinin hemen hepsinde mevcuttur. Fakat ortak noktalarda ve paydalarda buluşulmalıdır. Tarih milletler arası ilişkilerde asla boşluk olmadığını göstermektedir.
Herkes her şeyden önce Türkistan ve Kafkasya’daki Türk Cumhuriyetleri’nin meselelerinin, büyük bir kısmının maziden miras alınan meseleler olduğunu bilmelidir. Önceleri yıllarca Rus çarlarının yönetiminde kalan Türk halkları, Bolşevik ihtilâli ile birlikte komünist zorbaların pençesine düşmüşlerdir. Çarlık Rusya devrinde Slavlaştırma ve Hıristiyanlaştırma tecrübesini yaşayan halklar, daha sonra komünist ve ateist başka bir tecrübe daha yaşamışlardır. Dünyada daha önce bir örneği ve uygulaması olmayan komünist ideoloji, Rus uygulaması ile Türk halklarının üzerine bir kâbus gibi çökmüştür (Yeniçeri, 2001: 312). Türk halkları hürriyetler bakımından iyi bir vaziyettedir. Ancak Rusya’nın vaktiyle Türk topluluklarına vermiş olduğu baskı ve korku, onların nasıl bir geçmişten geldikleri hususu göz önünde tutulmalıdır.
Sonuç ve Öneriler:
Türk Milleti’nin farklı şubelerinin tarih boyunca çok geniş coğrafyalarda, dağınık ve ayrı yönetimler altında yaşamış olmasının onların aralarında sosyal, kültürel, siyasal ve eğitim alanında işbirliği yapılamayacağı anlamına gelmez. Türklerin kültürel kökleri bakımından; Ahmet Yesevî, Manas, Köroğlu, Nasreddin Hoca, Korkut Ata, Oğuz Han, Ali Şir Nevaî, Yusuf Has Hâcip, Kaşgarlı Mahmut, Bilge Kağan vb. şahsiyetler, hem Uluğ Türkistan’ın hem de Ön Asya Türklüğü’nün değerleri olduğu sürece, bu toplulukların çeşitli alanlarda birlik oluşturmaları gayet doğal ve kolay olacaktır. Zira onları birleştiren ana damarlar canlı ve yaşamaktadır (Yeniçeri, 2003: 390-391).
Günümüzde gelişen ve değişen dünya şartları dikkate alınarak, Türk Cumhuriyetleri’nin eğitim ve kültür açısından “Türk Dünyası Eğitim ve Kültür Birliği” projesi adı altında bir eylem programı oluşturması gerekmektedir. Nasıl ki, “Avrupa Birliği Eğitim Programı: Socrates” (Doğan, 2005: 364) çerçevesinde eylem planları varsa, Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri topluluklarının da böyle bir eğitim ve kültür içerikli projesi ve buna uygun programları geliştirilmelidir. Somut olarak, Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri ve Türk topluluklarının Eğitim bakanlıkları, eğitim ve kültür faaliyetlerinden sorumlu birimleri ve yetkilileri bu projeyi oluşturabilirler. Arkasından da bu proje bir eylem planı çerçevesinde yürürlüğe girer ve uygulanır.
“Türk Dünyası Eğitim ve Kültür Birliği” adına, ortak bir proje programı içerisinde; Okul öncesi öğrenim çağı, İlköğretim çağı, Ortaöğretim çağı, Yükseköğretim çağı ve Uzaktan eğitim yolu ile öğrenim görenler başta olmak üzere, bir gruplandırma yapılarak bu süreç uygulamaya konulmalıdır. Ayrıca, Türk dünyasında her kademede, her yaş çağındaki insanları Ortak Türk Birliği anlayışı içerisinde; Türk Kültürü, Türk Dili, Türk Tarihi, Bilgisayar Kullanımı, Türk Üniversitelerinde Teknoloji Paylaşımı, Teknik ve Mesleki Eğitim ve Türk Dayanışması anlayışı içerisinde, eğitim ve eğretim amacıyla ortak paydalarda birçok konular etrafında bir eylem planı gerçekleştirilebilir.
Türk-İslam âlimlerinin adları verilerek, hazırlanacak olan Eğitim ve Kültür Programı eylem planına meselâ;
1. İbni Sina: Türk dünyasının Okul öncesi, İlköğretim ve Ortaöğretim çağındaki çocuklarının ortak çerçevede öğrenimi,
2. Yusuf Has Hâcip: Yükseköğretim çağındaki gençlerin ortak müfredatlarda öğretimi,
3. Ahmet Yesevî: Hayat boyu öğrenme yani yetişkin kuşakların eğitimi Türklük bilincinin kazandırılması,
4. Kaşgarlı Mahmut: Türklerin ortak bir alfabe ve Türk Dili’nin kullanımı öğretimi,
5. Buhari: Türk Kültürünü ve Tarihini Avrasya ve Dünya’ya tanıtma öğretimi,
6. Farabi: Eğitim uzmanları ve karar vericilerin ortak eğitimi,
7. Ali Kuşçu: Türklerin Yükseköğretimde iş birliği amaçlı programı,
8. Harezmî: Türklerin Eğitimde bilgi ve iletişim teknolojileri programı,
9. Mevlana: Türklük şuurunu ve insan sevgisinin bütün Türklere kazandırılması eğitimi, adı verilebilir. Bu amaçla bir komisyon oluşturulmalıdır. Bütün Türkleri hedefleyen sadece “Türk Kültürü Eğitim ve Öğretim Programı” projesi çerçevesi içerisinde oluşturulan akademik ve bilimsel kurullar bunun alt yapı çalışmalarını başlatmalıdır. Bu somut proje dahilinde dokuz eylem planı uygulamaya konulmalıdır.
Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri arasında eğitim ve kültür konusunda; Türk Dünyası Araştırma Merkezleri artırılmalı, Türk Dünyası Kültür Stratejisi Belirlenmeli, Türk Dünyası Kurultayları’nın devamı sağlanmalı, Türk Kültür Mirası tespit edilmeli, Türk Dünyası İstatistik Merkezi kurulmalı, Türk Dünyası Bilim ve Teknik Kurultayı oluşturulmalı, Türk Dünyası Dil Kurumu kurulmalı ve Türk devletleri arasında bilimsel kongreler artırılmalıdır.
Avrupa ve Balkanlar’da, Suriye’de, Çin’de, Irak’ta, velhasıl bütün dünyadaki Türk topluluklarının meseleleri, uluslar arası platformlarda gündemde tutulmalıdır. Türklerin eğitim ve kültür meseleleri Türk dünyası kamuoyunda öne taşınmalıdır. Bu cümleden olarak Türkçe, Birleşmiş Milletler teşkilatı tarafından, en büyük dünya dillerden biri olarak kabul edilmelidir. Burada ifade edilen Türk Milleti’ne ait meselelerin çözümü, münasebetlerin sağlıklı, planlı ve kalıcı olması, bütün Türklerin temel insan hak ve özgürlüklerinden yararlanması ve dünya barışına katkı için Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “Dış Türkler Bakanlığı” kurması kaçınılmaz şarttır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı yöneticileri Türk Cumhuriyetleri’ne verdiği taahhütleri yerine getirememiştir. Türkistan ve Kafkaslarda bulunan Türk devletlerini kısmen hayal kırıklığına uğratmıştır. Ancak bu hususlar dikkate alınarak eksiklikler giderilebilir. Kuvvetli bir “Türk Eğitim ve Kültür Birliği” gerçekleştirilebilir. Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek için gösterdiği gayreti Türk dünyasının birliği için gösterecek olsa, çoktan Türk Birliği kurulmuş olabilirdi. “Türk Birliği”nin kurulması ile gelecekte bütün Türkler, insanlık camiasında hak etmiş olduğu saygın yerini alacaktır.
KAYNAKLAR:
- BAL, İdris; (2005), “ABD’nin Orta Asya Politikası”, Siyaset ve Toplum, S. 2, Ankara, Bahar 2005, ss. 40-70.
- ÇEÇEN, Anıl; (2005), “Hazar Devleti’nden Hazar Havzası’na”, 2023, S. 53, Ankara,15 Eylül 2005, ss. 8-11.
- DELİÖMEROĞLU, Yakup; (2005), “11 Eylül Öncesi ve Sonrasında Avrasya”, Türk Yurdu, C. 25, S. 216, Ankara, Ağustos 2005, ss. 19-22.
- DOĞAN, İsmail; (2005), Vatandaşlık Demokrasi ve İnsan Hakları, 6. Baskı, Pegem A Yayıncılık, Ankara.
- GÖMEÇ, Saadettin; (2006), Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Akçağ Yayınları, 3. Baskı, Ankara.
- ÖZDAĞ, Muzaffer; (2000), Türk Dünyası ve Doğu Türkistan Jeopolitiği Üzerine, Doğu Türkistan Vakfı Yayınları, İstanbul.
- ÖZDAĞ, Ümit; (2004), “Türkiye’nin Türk Dünyası Politikasının Teorik Çerçevesi”, Asya Avrupa/Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, S. 1, Ankara, Aralık 2004, ss. 22-30.
- SOMUNCUOĞLU, Anar; (2005), “Yeni Gelişmeler Işığında Orta Asya Güvenliği”, Türk Yurdu, C. 25, S. 216, Ankara, Ağustos 2005, ss. 10-13.
- YALÇINKAYA, Alâeddin; (1997), Sömürgecilik-Panislamizm Açısından Türkistan 1856’dan Günümüze, Timaş Yayınları, İstanbul.
- YENİÇERİ, Özcan; (2001), Yeniden Türkleşmek, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
- ____________; (2003), AB-ABD-ÇUŞ Kıskacında Türkiye, Tutibay Yayınları, Ankara.
- ____________; (2005), “Orta Asya’da Kazakistan Merkezli olarak Oynanan Satranç”, Asya Avrupa/Uluslar arası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, S. 3, Ankara, Temmuz 2005, ss. 10-25.
- _______________; (2006), “Türk Dünyasındaki Son Gelişmeler Üzerine Düşünceler”, Türk Yurdu, C. 26, S. 221, Ankara, Ocak 2006, ss. 13-25.
- YÜCE, Çağrı Kürşat; (2001), Türk Dünyası Temel Meseleler ve Çözüm Önerileri, Tutibay Yayınları, Ankara.
- ____________; (2005), SSCB’nin Dağılmasından sonra Kafkasya ve Orta Asya Enerji Kaynakları Üzerindeki Mücadele, (Yüksek Lisans Tezi), Niğde.
- ZAİM, Sabahaddin; (1993), Türk ve İslam Dünyası’nın Yeniden Yapılanması, Nesil Matbaası, İstanbul.
Bir yanıt yazın