Tehcir Kanunu Nedir? Nasıl Uygulandı?

Tehcir Kanunu Nedir? Nasıl Uygulandı?

Son yıllarda çeşitli ülkelerin meclislerinde gündeme gelen sözde ‘Ermeni Soykırım Kanun Tasarısı’, kamuoyunu ve Türk dış siyasetini meşgul eden meseleler arasındadır. Aslında 1915′te Türkler ve Ermeniler arasında gerçekte ne yaşandığını anlayabilmek için 1915′ten önceki hâdiseleri incelemek gerekir. Ama bu yazının hedefi, ne Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihî seyrini incelemek, ne de taraflar arasında uzlaşma sağlanamayan kayıp rakamlarını değerlendirmektir. Asıl maksadımız, Osmanlı Devleti’nin Tehcir Kanunu’na neden ihtiyaç duyduğunu ve kanunun tatbiki sırasında aldığı tedbirlerin ne denli kapsamlı olduğunu ortaya koymaktır.

Ermeniler, asırlarca Anadolu’da Türklerle birlikte barış içinde yaşamış; Osmanlılar zamanında ülke topraklarının hemen her yerine dağılarak bürokraside, ticaret ve sanat hayatında mühim yerlere gelmişlerdir. Ancak yirminci yüzyıla doğru bazı devletler, çıkarları doğrultusunda Ermenileri Osmanlıya karşı kullanma eğilimine girince, dengeler değişmeye başlamış ve bağımsızlık vaadiyle tahrik edilen Ermeniler tarafından Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde isyanlar çıkarılmıştır.

1. Dünya Savaşı’nın ilk aylarında doruk noktasına çıkan bu isyanlara karşı Ermeni patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin önde gelenleri vasıtasıyla tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Belgelerle sabit olan bu gayretlere rağmen, bir netice alınamayınca ve karışıklıkların ülke çapına yayılacağı anlaşılınca Osmanlı Devleti, her ülkenin hiç tereddüt etmeden alacağı savunma tedbirlerini devreye sokmuştur.
Böylece hem hâdiselere karışmayan Ermenilerin, hem de Müslüman halkın güvenliği sağlanmak istenmiştir.

Van havalisindeki Ermenilerin Ruslarla işbirliği neticesinde gerçekleştirdikleri isyan sırasında yaşanan katliamlar, bardağı taşıran son damla olmuştur. Tehcir kararı, Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın ikazları sonrasında İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın Erzurum, Van ve Bitlis valilerine gönderdiği 9 Mayıs 1915 tarihli şifreli telgrafla gündeme gelmiştir. 24 Mayıs 1915′te Rusya, Fransa ve İngiltere’nin, ‘Ermenistan’ diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Ermenilerin öldürüldüklerini ve hâdiselerden Osmanlı Hükümeti’ni sorumlu tutacaklarını açıklamaları üzerine mesele uluslararası bir boyut kazanmış ve hukukî bir zemine oturtulması zorunluluğu doğmuştur.

27 Mayıs 1915′te Meclis’te kabul edilen “Yer Değiştirme Kanunu”, 1 Haziran 1915′te dönemin Resmî Gazetesi Takvim-i Vekâyi’de neşredilerek yürürlüğe girmiştir. Kısacası o dönemde keyfî bir tatbikat yapılmamıştır.
Dört maddelik kanun, “savaş hâlinde devlet idaresine karşı gelenler için askerî birliklerce alınacak tedbirleri” ihtiva etmektedir. İddia edilenin aksine Tehcir Kanunu, belli bir ideolojinin uzantısı olarak sadece Ermenileri hedef almamıştır. Kanun metninde herhangi bir etnik grup veya zümre zikredilmemiş, hattâ îmâ dahi edilmemiştir.

Burada asıl maksat, ülkenin askerî gücüne karşı gelen, halka karşı katliam ve yağmacılık yapan, düşmanla işbirliği içinde casusluk faaliyetlerinde bulunan, Osmanlı ordusunun harekâtını güçleştirmek için zorluk çıkaran, askere gıda, silâh ve mermi ulaştırılmasını engelleyen çetelerin verdikleri zararları önlemektir. Maalesef savaş yıllarında Ermeniler arasından isyan ve karışıklık çıkararak bu türlü hâdiselere sebebiyet verenler olmuş ve bunların savaş sahasının dışına sevk edilmeleri kararlaştırılmıştır.

9 Haziran 1915 ile 8 Şubat 1916 tarihleri arasında gerçekleşen yer değiştirme uygulaması çerçevesinde; Erzurum, Van, Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul’un güney kısmı ile Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna yerleştirilmiştir. Buna rağmen Ermeni ihtilâl komitelerinin tehcir kararı öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetleri, göç sırasında da devam etmiştir.

Devletin varlığı ve kamu düzeni adına alınan bu kararın tatbikinde problem yaşanmaması için Osmanlı Sadareti (Başbakanlık) ile İçişleri, Harbiye ve Maliye nezâretleri arasında koordinasyon kurulmuş; son derece doğru ve yerinde tedbirler alınmıştır. Ayrıca ilgili bütün makamlara bu hususta tebligatta bulunulmuştur. Günümüzde çeşitli zeminlerde Osmanlı Devleti’ne ve milletimize soykırım suçu isnad edenlerin, arşiv vesikalarında ayrıntılı bir şekilde yer alan bu hususları nazara almaları gerekmektedir. Osmanlı Sadareti tarafından 30 Mayıs 1915′te söz konusu bakanlıklara gönderilen yazıda, Tehcir Kanunu’nun tatbikinin nasıl yapılacağı ayrıntıları ile belli kurallara bağlanmıştır.

Buna göre;

  • Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir.
  • Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır.
  • Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecektir.
  • Muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşâ edilecek, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, âlet ve edevat temin edilecektir.
  • Geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir.
  • Göçmenlerin ihtisasları (uzmanlık sahaları) dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.
  • Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir tâlimatnâme (emir yazısı) hazırlanacaktır.

Alınan bu tedbirlerin hâricinde şu hususlar da ehemmiyet arz etmektedir:

  • Göç işlemlerini denetlemek ve idare etmek üzere Adana, Halep, Maraş gibi merkezlere mülkiye müfettişleri tayin edilmiştir.
  • Göç hareketlerine ilişkin her türlü ihtiyacın karşılanması maksadıyla ‘Göçmen Umum Müdürlüğü’ kurulmuştur.
  • Kafilelere vasıta ve binek hayvanı sağlanmıştır.
  • Yaşlı Ermeniler, özürlüler, sakatlar, dul kadınlar, hasta ve yetim çocuklar göçe tâbi tutulmamış; bunların her türlü ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmış ve yetimhaneler kurulmuştur.
  • Korunmaya muhtaç Ermeni aileler ihmal edilmemiş; erkekleri sevk edilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin,

Ermeni dışında yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmesi, geçimlerinin Göçmen Ödeneği’nden sağlanması bildirilmiştir.

  • Göçe tâbi tutulanlar, umumiyetle devlete başkaldıran ve Osmanlı Ordusu’ndan firar edip Ruslara sığınan Gregoryan mezhebine mensup Ermeniler olmuştur. Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde, reji idaresinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermenilerin devlete sâdık kaldıkları sürece tehcire tâbi tutulmayacakları bildirilmiştir.
  • Tehcir edilenlerin canlarının, mallarının korunması; yeme, içme ve dinlenmelerinin sağlanması sevk güzergâhları üzerindeki yerel idarecilere bırakılmıştır.
  • Hem sevkıyat esnasında hem de yerleştirildikleri yerlerde kafilelerin emniyeti ve iaşeleri için ciddi bütçeler tahsis edilmiştir. Kafilelere sıcak ve etli yemek verilmesi, hastalara bakılması ve güzergâhlar üzerindeki hastanelerin ihtiyaçlarının giderilmesi hakkında emirler verilmiştir.
  • Güzergâhların seçiminde emniyet mülâhazasıyla tren yolları ve ‘şahtur’ denilen nehir kayıklarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir.
  • Göç edenlerin, o dönemde yaygın olan sıtma hastalığına karşı korunabilmeleri için ‘kinin’ dağıtılmış; hasta olanlar için sivil hastaneler yanında askerî hastanelerden de yararlanma imkânı getirilmiştir.
  • Yer değiştirecek Ermenilerin bütün taşınabilir mallarını, eşyalarını ve hayvanlarını birlikte götürmelerine müsaade edildiği gibi, geride bıraktıkları menkul ve gayrimenkullerin nasıl teslim alınacağı, araziler ve üzerindeki mahsulün durumu, bunların kayda alınması kaidelere bağlanmıştır.
  • Mal ve mülkün yok edilmemesi, eşkıya baskınlarıyla insanların öldürülmemesi için kapsamlı tedbirler alınmıştır.
    – Kafilelere saldırıda bulunanlar, bu gibi saldırılara önayak olanlar ve gerekli tedbirlerin alınmasında gevşeklik gösterenler hakkında şiddetli kanunî tedbirlerin alınması ve Divan-ı Harplere teslim edilmeleri için emirler çıkarılmış, hata yapanların idam cezasına kadar uzanan ağır cezalarla cezalandırılacağı belirtilmiştir.
    – Sevk edildikleri bölgelerin durumuna göre ya mevcut köy ve kasabalarda inşâ edecekleri evlere veya hükümet tarafından belirlenecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirilmeleri hükme bağlanmıştır.
  • Osmanlı hükümeti, Tehcir Kanunu’nun tatbiki sırasında ciddi harcamalar yaparken, bir yandan da göçe tâbi tutulanların devlete ve şahıslara olan borçları ya ertelenmiş veya tamamen silinmiştir. Alacaklarının da resmî komisyonlar tarafından takip edilip gittikleri yere gönderilmesi hükme bağlanmıştır. Bu arada Amerika’dan göçmenlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dâhilinde Ermenilere dağıtılmıştır.
  • Cihan Harbi’nin bitmesinin ardından, tehcire tâbi tutulanlardan isteyenlerin eski yerlerine dönebilmeleri için bir kararnâme çıkarılmıştır. Bu hususta ilgili makamlara tâlimat verilmiş ve gereken tedbirler alınmıştır.
    Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları ‘imha’ veya ‘soykırım’ maksadını taşımadığı, aksine asıl gayenin Ermeniler arasındaki silâhlı grupların devlet ve millet aleyhindeki faaliyetlerini sona erdirmek olduğu aşikârdır.

Tehcir Kanunu’nun tatbiki sırasında alınan kapsamlı tedbirlere rağmen, bazı yerlerde bir takım şahısların veya aşiretlerin suiistimalleri, insan hakları ihlâlleri karşısında buralarda suçu sabit görülenler cezasız bırakılmamış; vazifeden el çektirilenler, hattâ idam edilenler olmuştur. Azamî bir dikkat sayesinde en az kayıpla tatbik edilen bu kararla Osmanlı Devleti, esasında Kafkas ve İran cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenileri yok olmaktan kurtarmış ve eşine az rastlanır bir şekilde korumuştur.

Yer değiştirmenin yapıldığı bölgelerdeki yabancı gözlemciler, birçok cephede savaşmasına rağmen Osmanlı Hükümeti’nin bu işi büyük bir titizlik içinde başarıyla yürüttüğünü yazmışlardır. Meselâ Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915′te İstanbul’daki Büyükelçi Morgenthau’ya gönderdiği raporda, “Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu; kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare ettiğini; şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini; göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını; muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu” belirtmiştir. Ancak Büyükelçi bu bilgileri tarafsızlık içinde ülkesine yansıtmamış ve sözde Ermeni iddialarına delil teşkil eden ifadeler kullanmıştır.

1. Dünya Savaşı sonunda Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılmak üzere İngilizler tarafından Osmanlı ve Amerika arşivlerinde yapılan araştırmalarda değil soykırım, böyle bir niyeti taşıyan bir belgeye dahi rastlanmamıştır. Neticede, Ermeni soykırımı iddiasıyla Malta’da tutuklu bulunanlar, kendilerine hiçbir suçlama yöneltilmeden 1922′de serbest bırakılmışlardır. Hâdiseye tarafsız bir gözle bakan ve arşiv vesikaları ışığında meseleyi değerlendiren araştırmacılar tarafından, Ermenilerin sağ salim iskân yerlerine ulaşmaları için Osmanlı Devleti’nin verdiği mücadele ifade edilmekte ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya konulmaktadır. Hâl böyle olmasına rağmen, meseleye bu nazarla bakılmamakta ve gerçeği yansıtmayan belgelerle Osmanlı aleyhine menfî propagandalar yapılmaktadır.

Geçmişin tartışmalı dönemleri, ilk elden kaynaklar ışığında tarihçiler tarafından değerlendirilmelidir. Türkiye, Cihan Harbi’nin şartları içinde yaşanmış hâdiselerin aydınlığa kavuşması için bütün Osmanlı arşivlerini ve askerî arşivleri araştırmacıların hizmetine sunmuştur. Ancak, Diaspora Ermenilerinin tesirinde kalan Ermenistan böyle bir çalışmaya yanaşmamaktadır. Aralarına nifak sokulan Türk ve Ermeni halklarının ortak tarihlerini ilgilendiren bu meselenin bütün boyutlarıyla aydınlatılabilmesi için sağduyulu Ermenilerin inisiyatif alma zamanı gelmiştir. Türkiye’nin de bir an evvel uluslararası ölçekte ciddiye alınacak akademik yayınlara daha fazla ağırlık vermesi gerekmektedir.

Kaynaklar:

 

Takip Et Kerim Usta:

Herkesin bir yaşama nedeni var. Benimkiyse, bir "Sevda"...

4 Responses

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir