Tarık Buğra (1918 – 1994)
Tarık Buğra 2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir’de doğdu. İlk ve orta tahsilini Akşehir’de tamamladı. Konya Lisesi’ni bitirdi. (1936) Çeşitli aralıklarla İstanbul Üniversitesi’nin Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerinde ikişer üçer yıl okuyup vazgeçti.
Akşehir’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesi ile gazeteciliğe başladı. İstanbul’a gelince Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazdı, sanat sayfaları düzenledi. Haftalık Yol dergisini çıkardı.
Tarık Buğra, gazetecilikle olan ilgisini 1983 yılı sonuna kadar devam ettirdi. Onun gazete yazılarının da değişik ve kendine has özellikleri vardır. Hiçbir Zaman basmakalıp düşünce ve ideolojilerin takipçisi olmamıştır.
Zaman zaman dil, edebiyat ve sanat konularına da yer verdiği bu yazılarında hür, bağımsız ve meseleler karşısında tarafsız bir yazar olma vasfını kaybetmemiştir. Tarık Buğra, edebiyat dünyasına küçük hikâyelerle girdi. Cumhuriyet gazetesinin açtığı bir yarışmada “Oğlumuz” adlı hikâyesi ile ikinci olması, onun için bir dönüm noktası olmuştur denilebilir.
Daha sonra Çınaraltı ve İstanbul dergilerinde hikâyeler yazmaya devam etti. Bu hikâyeler kronolojik bir sıra ile incelendiğinde ilk dikkati çeken şeyin, yazarın bir acemilik/çıraklık dönemi olmayışıdır. Hemen her yazarda takip edilen zaman içinde ustalaşma, Tarık Buğra’da görülmüyor.
O, daha ilk hikâyesinde usta bir yazar olduğunu ortaya koymuştur. Hikâyelerinde daha çok yakın çevre, aile hayatı, sevda ilişkileri, küçük kasaba intibaları gibi ferdî ve dar çerçeveli konular göze çarpar. Tarık Buğra olay değil, atmosfer hikâyecisidir. Hikâyelerinden, onun “hüzn”ü bilen bir yazar olduğu anlaşılmaktadır.
Onun hikâye ve romanlarında çocukluğun, ilk aşkın, vefasızlıkların, kırılmışlıkların ve yarıda kalmış şeylerin hüznü vardır. Denilebilir ki onur eserlerinin atmosferini hep bir hüzün bulutu idare eder. Yayınlanmış dört tiyatro eserinden İbişin Rüyası’nda ünlü komik Naşit’in hayatından bir bölümü, son derece duygulu, iki kişi arasında geçen fırtınalı bir aşk atmosferi içinde anlattı.
İlk adı Dört Yumruk olan, daha sonra Akümülatörlü Radyo adıyla yayınlanan ve Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen eserinde ise yarıda kalmış saadetlerin hikâyesini anlatmıştır. Ayakta Durmak İstiyorum ve Yüzlerce Çiçek Birden Açtı oyunları ise daha beşerî planda, hürriyete ve bağımsızlığa hasret insanın dramı hikâye edilmiştir. Onun romanları ise değişik bir gelişme göstermektedir.
1955′te yayınlanan Siyah Kehri-bar’da, İtalya’da Mussolini devrinde geçen olaylar anlatılmış, dikta rejimlerinin hür ve zora gelmez mizaçlar üzerinde yarattığı olumsuz tesirler belirtilmiştir. İbişin Rüyası, daha sonra oyun haline getirilmiş olan romanıdır. Yalnızlar ise, Akümülatörlü Radyo oyununun romanlaştırılmışıdır.
Roman dünyamızda Tarık Buğra’ya sağlam ve sarsılmaz bir yer sağlayan eseri Küçük Ağa’dır. Bu eserde, ve bunun devamı olan Küçük Ağa Ankara’da ve Firavun İmanı romanlarında Millî Mücadele ilk defa değişik bir açıdan ele alınmıştır. Daha çok devletin resmi görüşünden hareket eden Kurtuluş Savaşı romanlarının tam aksine bu üç romanda meseleler, insan / millet açısından ele alınmış, yeni ve doğru bir yorumla ortaya konulmuştur.
Bu roman “tarihi açıdan Millî Mücadele’de insanın yeri, milletin yeri nedir?” sorularının cevaplarını araştırır. Yazar, Yağmur Beklerken romanında Serbest Fırka denemesinin, Gençliğim Eyvah’da ise 1970′li yıllarda Türkiye’nin bir numaralı meselesi haline gelen anarşik olayların değişik yönlerini, perde arkasını tasvir ve tahlil eder.
Tarık Buğra, Osmancık romanı ile de, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarını anlatmıştır. Bu eserde de cihan devletini kuran irade, şuur ve karakterin tahlili vardır. Tarık Buğra, roman kahramanlarını idealize etmez. Onun romanlarındaki bütün tipler tabiidir. İnsanı, en gerçek ve inkâr edilemez yanından -mizacından- ve insanın en soylu duygusundan -hüzünlerinden- ele almıştır.
Bu özellikleriyle Tarık Buğra, realizmin Türk romancılığındaki en usta yazarlarından birisidir. Tarık Buğra’da belli ve kalıplaşmış bir fikri ispatlama, yorumlama ve propogandasını yapma endişesi yoktur. O, romanı, roman olarak düşünür. Tarık Buğra’yı bugün ve gelecekte sarsılmaz yapan özellik onun bu tutumudur. Ona göre roman, hatta sanat “kâinatı ve insanları bir mizaca göre yeniden yaratmaktır.” Bu açıdan bakılınca Tarık Buğra, bir tahlil ustası olarak göze çarpar.
Onun bazı romanlarında insan, bazılarında mesele ön plândadır, fakat ikisi de her zaman dengelidir. Tarık Buğra roman ve tiyatro gibi yarına kalıcı eserlerin en mükemmel kültür Türkçesi ile yazılacağını savunmuştur. Sanat eseri için her türlü basmakalıbı reddeden bağımsız bir sanat anlayışını benimsemiş olan Tarık Buğra, güzel Türkçesi, canlı ve yoğun üslûbu, derin tipleri ile Türk hikâye, tiyatro ve roman yazarlarının başında yer almıştır.
Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da öldü.
Tarık Buğra Eserleri
Hikâye:
- Oğlumuz (1949),
- Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952),
- İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)
Tiyatro:
- Ayakta Durmak İstiyorum,
- Akümülatörlü Radyo,
- Yüzlerce Çiçek Birden Açtı – 1979)
Gezi Yazıları:
- Gagaringrad (Mosk ova Notları) (1962),
- Fıkra ve Deneme: Gençlik Türküsü (1964),
- Düşman Kazanmak Sanatı (1979),
- Politika Dışı (1992).
Roman:
- Siyah Kehribar (1955),
- Küçük Ağa (1964),
- Küçük Ağa Ankarada (1966),
- İbişin Rüyası (1970), Firavun İmanı (1976),
- Gençliğim Eyvah (1979),
- Dönemeçte (1980), Yalnızlar (1981),
- Yağmur Beklerken (1981),
- Osmancık (1983).
Senaryo ve oyunu:
- Sıfırdan Doruğa-Patron (1994).
Bir yanıt yazın