Nemrut Kimdir?
Nemrûd, Keldânî kavmi hükümdârlarına verilen addır.[7] Bunun böyle biliniyor olmasına, üstelik yer olarak da kimilerince Şanlıurfa, kimilerince de Ninova’nın zikredilmesine karşın, devletin bulunduğu coğrafya kesin olmadığı gibi, ülkenin hükümdarının “Nemrut” olduğuna ilişkin bilgiler de rivayetler halindedir. Çoğu “İsrailiyyat” kökenli efsanevî rivayetleri bir yana bıraktığımızda, “Nemrut”a ilişkin bilgilerimiz kıttır. Ve bunlar da tek sağlam kaynak olan Kurân-ı Kerîm’deki kıssalardan ibarettir.[1]
Gerçekten de, Kurân-ı Kerîm’de, ile ilgili kıssalardan birinde, kendisine “mülk” verilmiş bir kimsenin Hz. İbrahim ile olan tartışması şu şekilde aktarılır:
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِي حَآجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رِبِّهِ أَنْ آتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ إِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّيَ الَّذِي يُحْيِـي وَيُمِيتُ قَالَ أَنَا أُحْيِـي وَأُمِيتُ قَالَ إِبْرَاهِيمُ فَإِنَّ اللّهَ يَأْتِي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذِي كَفَرَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
«Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.» (el-Bakara, 2/258).[2]
Bu ayette görüldüğü üzere, Nemrut ya da bir başka isim geçmemektedir. Hadis-i Şeriflerde de böyle bir isme rastlanmaz.
Efsanelerden daha farklı kimi ipuçları yakalamak amacıyla peygamber kıssaları ile ilgili oldukça ayrıntılara kaynaklık eden Tevrat’a baktığımızdaysa, Nimrod adına rastlarız: [1]
“Ve Kuş Nimrod’un babası oldu; o, yeryüzünde kudretli adam olmaya başladı. O, Rabbin indinde kudretli aver idi; bundan dolayı: Rabbin indinde Nemrud gibi kudretli avcı, denilir. Ve, onun krallığının başlangıcı Şinar diyarında Babil ve Erek ve Akkad ve Kalne idi. O diyardan Aşura çıktı ve Nineveyi ve Rehobot-iri, Kalah’ı ve Nineve ile Kalah arasında Reseni bina etti; büyük şehir budur” [3]
Olayı bütünleştiren ve Hz. İbrahim’le ilgili olan bir bölüm de de şöyle denir: [1]
“Ve Terah oğlu Abramı, ve Haran’ın oğlu, torunu Lûtu, gelini Sarayı, oğlu Abram’ın karısını, beraber aldı; ve Kenan Diyarına gitmek üzere Kildanîlerin Ur şehrinden onlarla çıktı; ve Haran’a geldiler ve orada oturdular. Ve Terakın günleri ikiyüz beş yıl oldu; ve Terah Haran’da öldü. Ve Rab Abrama dedi: “Memleketinden ve babanın evinden, sana göstereceğim memlekete git” [3]
Tevrat’ın bu cümlelerinden belirleyeceğimiz noktalar şunlardır:
Nimrod, Ham’ın oğullarındandır. Hz. İbrahim ise, Sam’ın neslindendir. Nimrod, Şinar, Babil, Erek, Akkad, Kalne hükümdarıdır; Hz. İbrahim, başlangıçta Kitdanilerin Ur kentinde oturmakta, sonra babasıyla birlikte Haran’a göçmektedir. Amaçları, Kenan illerine gitmektir…
Nimrod ile Ham arasında üç göbek vardır. Yani, Nimrod, Ham’ın oğlunun oğlunun torunudur. Hz. İbrahim ile Sam arasında ise, sekiz göbek vardır.
Ninova, Nimrod zamanında yoktur; kenti Aşura kurmuştur.
Hz. İbrahim’in Haran’da oturduğu anlatılmakta, ardından bir başka bab’a geçildiğinde O’nun göç etmesine ilişkin buyruğu görmekteyiz. Demek ki, ateşe atılma ve çıkış yeri Haran’dır. Haran ise, Nimrod’un kentleri arasında değildir. Bu bilgiler Tevrat’a göredir.
Bütün bu durumları dikkate aldığımızda Nimrod’un Nemrut olmadığı sonucuna varıyoruz. Ola ki, Nimrod’un çok büyük bir ünü olduğundan, ondan yıllar sonra Hz. İbrahim’le tartışan ve O’nu ateşe atan kişinin olayları dilden dile dolaşırken, olay, bu ünü dillerde dolaşan kişiye maledilmiştir.
Tarih kitapları da, kimi efsanelerle doldurulmuş olanlarını bir yana bırakırsak, Nemrut’tan söz etmezler. Ya da, söz edenler, işe, “Nemrut kimdir?” sorusunun yanıtını aramakla başlarlar. Bunlardan bir bölümü, Nemrut’un tanınmış Babil Hükümdarı Hammurabi olduğu görüşündedirler. Kimileri ise, bir Babil hükümdarı olduğuna kesin gözüyle bakmakta; ancak, hangi hükümdar olduğunun belirlenemediğini ifade etmektedirler. Bunlara göre, Nemrut, Firavun gibi, Babil hükümdarlarının ünvanıdır; eski tarihçilerden bir bölümü, Hammurabi’ye ilâveten Sinaharib ve Buhtunnasır adlarını sıralarken; yeni tarihçiler de Şemsiulana ve Buhtunnasır adlarını Hammurabi’yle birlikte saydıklarına göre, “demek ki, Babil hükümdarlarının böyle bir ünvanı yok, her biri adlarıyla anılmakta” düşüncesiyle, “ünvandır” görüşüne iltifat etmemek gerekir.
Bu durumda, verilen tek isim olan Hammurabi’ye bakmak gerekecektir. Ancak aradaki zaman farkı pek olumlu ipucu vermemektedir. Nitekim İsrailoğulları’nın Mısır’a göçtükleri M.Ö.1780 yıllarında Hammurabi 12 yaşındadır. Mısır’a göçenler oğlunun torunu olduğuna göre, 12 yaşındaki bir çocuğun Hz. İbrahim’e yetişmiş olması düşünülemez. Hz. İbrahim’in Milattan 2000 yıl önce doğduğu “rivayet“ini esas aldığımızda ise, bu takdirde Mısır’a göç M.Ö. 1630’larda olmuş olur ki, bu da Hammurabi’nin ölümünden sadece 56 yıl sonradır. Yine, zaman uyumu yoktur. Hele bir de, Hammurabi Kanunları’nın Hz. Mûsâ şeriatından alındığı yolundaki görüşe iltifat edecek olursak, araya giren zaman daha da büyüyecektir.
Öte yandan, Nemrut’a ilişkin rivayetlerde sözü edilen “doğum” ve “ırmak“a bırakılma olayının benzeri bir başka rivayette, Akad devletinin kurucusu Sargon için anlatılır.
Sargon, M.Ö. 2350’lerde yaşamıştır. Hz. Mûsâ ile arasında 650 yıl vardır. Bunun 430 yılı Mısır’da geçtiğine göre, geriye kalan yaklaşık 200 yıl, Hz. İbrahim’in torununun oğluna kadar geçen süreye pek uygun düşmektedir. Hz. İbrahim’in M.Ö. 2000’lerde yaşadığı “rivayet“i ile pek bağdaşmasa da, Hz. Musa’nın yaşadığı yıllardan çıkarak yaptığımız hesap, Hz. İbrahim ile Sargon’un çağdaş olabileceğini göstermektedir.
Nitekim, yine Nemrut’a ait rivayetlerde anılan “savaşarak devleti ele geçirme” olayı da, Sargon’un tarihsel kişiliğine uymaktadır. Belki ileride Nemrut’un tarihsel kimliği tam olarak belirlenecektir. Ama, şu aşamada Sargon’un Nemrut olma olasılığı, Hammurabi’ye göre, çok daha büyüktür.[1]
Nemrut, Agade’li Sargon’un torunudur. Agade’li Sargon ise muhtemelen bir Kiş rahibinin gayrimeşru çocuğudur. Kiş kralı Urzuba’nın hizmetine girmiş ve kısa zamanda vezirliğe kadar yükselmiştir. Sonra bir saray ayaklanmasıyla tahtı ele geçirip, Kiş kralı unvanını almıştır.
Tevrat’ta da, Kuş(Kiş)’in, Nimrod’un babası olduğu yazılıdır. İbn-i Mesud’dan gelen bir rivayete göre, Nemrut’un atası, Köş(Kiş)’tir. 4000 yıl öncesinden günümüze ulaşan çiviyazısı tabletlerde; “Sümerli Ludingirra“, Sargon’la ilgili şunları söylüyor:
Yönetimin, Akad’lılara ilk geçişi nasıl oldu bir bilseniz. Kiş’te, kraliçe Kubau’nun oğlunun sarayında, içki dağıtıcılığı yapan Sargon adında biri varmış. Adam sarayda çalışırken, yalnız içki işiyle vaktini geçirmemiş. Önce içinde çalıştığı sarayı eline geçirmiş, sonra da Sümer şehirlerini birer birer idaresi altına almaya başlamış.
Derken etrafındaki uluslara da saldırmaktan kendini alamamış ve kendini kral yaparak Sümer Devleti temelleri üzerine, koca bir Akad Devleti’ni kurmuş. Agade adı altında yepyeni bir başkent kurmuş ve kendine, ‘Dört bucağın, Sümer ve Akad Kral’ı unvanını vermiştir. Ben buna ait öyküyü, okul kitaplığımızda bulunan bir tablette okudum. Sargon kendisi hakkında şöyle yazdırtmıştı:
“O, fakir bir kadının oğlu imiş. Babası belli değil. Annesi onu, Fırat kıyısında bir şehirde gizlice doğurmuş ve etrafı ziftle kaplanmış kamış bir sepete koyarak, nehrin sularına bırakmış.”
“Herhalde o bir rahibenin çocuğu idi. Daha önce yazdığım gibi rahibelerin çocuğu olmaması gerekir, çünkü onlar tanrının çocuğu sayılır. Annesi onu bu yüzden suya bırakmış olmalı. Hakikaten bir yerde, annesinin rahibe olduğunu da okumuştum.”
“Sargon, çok akıllı adammış. Kızını Sümer okullarında okutup, çok iyi öğretmenlerden ders aldırmış ve ‘Ay tanrısı’nın tapınağı’na başrahibe yapmış. Böyle yapmakla, hem Sümerliler’in gönlünü almış, hem de onları kendine düşman etmek istememiş. Hakikaten bizden ona başkaldıran olmamış. Ondan sonra, kral kızlarının tapınakta başrahibe olması, bir gelenek haline gelmiş.”
Sargon ve takipçilerinin, Mezopotamya tarihi açısından önemi, bilim adamlarınca tartışmasız kabul edilmektedir. Mesela, Babil’in en ünlü hükümdarı Hammurabi’nin imparatorluğu bile, Agade krallarının gücüyle kıyaslanamaz. Ayrıca, Sargon’un sahiplendiği çoğu zafer ve başarılar bilinmektedir. Ancak, Sargon’un, 56 yıllık uzun saltanatı içinde, bunların tam sırası bilinememektedir.
Sargon’dan sonra, onun torunu olan Nemrut (Naram -Sin), imparatorluğu dedesinden daha fazla genişletmiştir. Naram-Sin, hem Halep’i, hem de gelmiş geçmiş hiçbir kralın yıkamadığı Ebla’yı zapt ettiğini ifade eder. Bu zafer, Tel Mardih bulgularıyla doğrulanmıştır. Burada 3. binyılın sonunda, merkezi Ebla’da bulunan büyük bir Sami krallığının varlığına ve Naram-Sin döneminde yıkıldığına ilişkin kanıtlar bulunmuştur.
Bizim de ileride temas edeceğimiz gibi; İbrahim ve İsmail adları, buradan çıkarılan metinlerde geçmektedir. Akad kralı, ayrıca daha önce hiçbir kralın geçmediği yoldan, Anadolu’ya geçmiştir. Daha sonra da, Kapadokyalı tüccarların işlerini kurdukları Talhatum’a gittiklerini söyler. Bugün, Diyarbakır’da bulunan ve üzerinde de kralın figürünü taşıyan dikme taş; Naram-Sin’in, Anadolu’nun güneyinde etkin olduğunu gösteren bir kanıttır.[4]
Kurân-ı Kerîm’de Nemrut adı geçmemekle birlikte, Hz. İbrahim’e karşı çıkan, onu ateşe atan toplumun (ve doğal olarak da yöneticisinin veya yönetici kesimin) yapısı ve eğilimi, tutumu konusunda oldukça bilgi vardır. Putlar için tapınaklar bulunmakta, adaklar adanmakta, bunlardan rızık ve şifa beklenmekte, çeşitli büyüklüklerde olan bu putlardan kimilerine yaratıcılık bile izafe edilmektedir. Bu haberler arasında putlara yönelik bir “bağışlanma” eğilimine karşın, “ahiret”i anımsatıcı bir duruma rastlanmamaktadır. Gökcisimleri de bu halk tarafından tanrılaştırılmıştır. Putlarda olduğu gibi, bunlar arasında da bir “hiyerarşi” vardır ve olabilir ki, pullar bu gökcisimlerinin simgesi sayılmaktadır.
Hz. İbrahim’in, pullan tanrı saymanın sapıklık olduğunu söylemesi üzerine, halkın gökcisimlerini gündeme getirmesi bunun göstergesi sayılabilir. Tanrı sayılan bu varlıklar için tapınaklar ve sözlü bir edebiyat oluşturulduğu da kesindir. Asıl dikkat çekici nokta, “putlar” vesilesiyle oluşturulan toplumsal kurumlar, bu kurumları ayakta tutucu gelenekler ve eğitim, karşı koyanlara uygulanan baskılar, putların örgütlenme ve dostluklara araç yapılması ve giderek bu temel üzerine kurulan toplum pramidinde tepede bulunan kimsenin rablaşması veya rablaştınlması olayıdır.
Tüm bunlara, “put” çevresinde oluşturulan bütün bu kurumlara ve örgütlenmeye dayanılarak insanlar üzerinde bir egemenlik kurulmuş ve bu yürütülmüştür. Ki, o toplumun da, yöneticisinin de Nemrutluk’u asıl bu çerçevede değerlendirilmelidir. Hz. İbrahim’i ateşe attırma gerekçesi de budur.[5]
Kimliği ve tarihsel kişiliği ne olursa olsun, kesin olan bir şey vardır. O da, yaygın bir biçimde “Nemrut” diye anılan bir hükümdarın Hz. İbrahim’e karşı çıktığı ve onu ateşe atarak yok etmek istediğidir. Bu; isim bir yana bırakılırsa, Kurân-ı Kerim’in haberleri ile sabittir.[1]
Birinci Nemrûd, Hz. Nûh’un oğlu Hâm’ın soyundandır. Bâbil şehrini kurdu. Keldânî kavmi ve hükümdârları olan Nemrûdlar, putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. Dünyanın meskûn bölgelerine hâkim olan ve ilk taç giyen Nemrud, kibir, gurûr, sefâhat ve câhillik sebebiyle tanrılık dâvâsında bulundu.
İnsanların kendisine secde etmelerini istedi ve çok zulmetti. Allah-u teâlâ, Nemrûd ve kavmine doğru yolu göstermek, emir ve yasaklarını bildirmek için Hz. İbrâhim’i peygamber gönderdi.[7]
AYAĞI KIRIK SİNEĞİN MARİFETİ
Bir ayağı kırık, bir gözü kör bir sivrisinek vardı. Hikmet lisanıyla Allah’a dedi ki:
“Ya Rab! Ben gazaya yetişemedim!”
Cenâb-ı Hak ona da emretti. O da gitti, Nemrud’un kapısının anahtar deliğinden girip Nemrud’un dizi üstüne kondu. Nemrud onu öldürmek istedi. Sinek uçtu, yüzüne kondu. Nemrud onu yüzünden kovmak istedi, o da uçtu ve burnundan içeri girdi. Beynine doğru yürüdü.
Yürüdükçe Nemrud’un beyni dayanılmaz şekilde zonklamaya başladı.
Sivrisinek beynine kadar ulaştı ve beynini kemirmeye başladı.
Nemrud imdat çığlıklarıyla ortalığı birbirine katıyor, adamlarına bağırıyor ve yardım istiyordu. Adamlarından bazıları:
“Aaaa! Bu nasıl tanrı? Bir sinekle baş edemiyor!” diyorlardı.
Derken Nemrud, “Başıma vurun!” demeye başladı.
Başına tokmakla vurdular. Vurdukça ağrısı biraz hafifliyor, sonra yine dayanılmaz oluyordu. Bu defa Nemrud, “Daha hızlı vurun!” diyor, hafif vurana “Senin gücün yok mu?” diye kızıyordu. Böyle iki ay geçtiği rivayet edilir.
Nihayet Nemrud, başına şiddetli vurdura vurdura başını parçalattı. Ölüp gitti.
KUR’AN’DA: “İBRAHİM VE KAVMİYLE MÜCADELESİ”
- Muhakkak Biz, önceden İbrahim’e, rüştünü(olgunluğunu) verdik ve Biz, onu bilenleriz.
- O, babasına ve kavmine dediği zaman, bu temsiller(putlar) nedir ki siz, onlara boyun eğiyorsunuz?
- Dediler ki: “Biz, babalarımızı onlara köle olurken bulduk.”
- (İbrahim) Dedi ki: “Muhakkak sizler ve babalarınız, apaçık bir sapıklık içindesiniz.“
- Dediler ki: “Sen bize hakkı(gerçeği) mi getirdin, yoksa sen, oyun oynayanlardan mısın?“
- (İbrahim) Dedi ki: “Bilakis sizin Rabb’iniz, göklerin ve Yer’in Rabb’idir. O ki, onları yarattı ve ben buna şahitlerdenim.“
- “Andolsun Allah’a, sizler dönüp gittikten sonra, putlarınıza tuzak kuracağım.“
- Böylece O, onların büyük (putları) hariç olmak üzere, onları paramparça etti. Umulur ki, ona (büyüğüne) başvururlar diye.
- Dediler ki: “Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerdendir.“
- Dediler ki: “Kendisine İbrahim denilen bir gencin, bunları diline doladığını işittik.“
- Dediler ki: “Onu, insanların gözleri önüne getirin. Umulur ki onlar, şahitlik ederler.“
- Dediler ki: “Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın, ey İbrahim?“
- (Dedi ki): “Bilakis, onların büyüğü bunu yaptı. Şayet konuşabilirlerse, onlara sorun!“
- (Bunun üzerine), kendilerine döndüler ve dediler ki: “Şüphesiz sizler, zalimlersiniz.”
- Sonra başlarını çevirdiler.”(İbrahim), sen gerçekten bilirsin ki bunlar konuşamazlar!“
- Dedi ki: “O halde, sizlere yararı ve zararı olmayan, Allah’tan başkasına mı köle oluyorsunuz?“
- “Yuh size ve Allah’tan başka taptıklarınıza! Aklınızı kullanmayacak mısınız?“
- Dediler ki: “Şayet yapacaksanız, onu(İbrahim’i) yakın! Ve ilahlarınıza yardım edin!“
- Biz söyledik: “Ey ateş, İbrahim’in üzerine soğuk ve selâmet ol!“
- Ona, bir düzen (tuzak) kurmak istediler, ancak Biz, onları hüsrana uğrattık.
- Onu ve Lut’u kurtarıp, âlemler içinde bereketli kıldığımız yere (yerleştirdik).
İbrahim’in atıldığı ateş dağının ortasında fışkıran su. Nemrutlar, yok oldu. İbrahim ve onun dini, ebediyyen yaşayacaktır. (Urfa)
- Muhakkak İbrahim de, onun (Nuh’un) soyunun bir kolundandır.
- O(İbrahim), Rabb’ine arınmış bir kalp ile geldiği zaman.
- Babasına ve kavmine dedi ki: “Neye köle oluyorsunuz?“
- Allah’ın dışında birtakım ilahlar mı uyduruyorsunuz?
- Âlemlerin Rabb’ine zannınız(inancınız) nedir?
- (İbrahim), yıldızlara bir bakışla baktı
- Ve dedi ki: “Ben hastayım.“
- (Kavminden olanlar), ondan, yüz çevirip gittiler.
- (Bunun üzerine), onların ilahlarına doğru koşarak: “Yemek yemiyor musunuz?” dedi.
- Ne oluyor size ki, konuşmuyorsunuz?
- Daha sonra, onların üzerine yönelip, sağ eliyle bir darbe indirdi.
- Arkasından (halkı), koşarak onu karşıladılar.
- Oyup- yonttuğunuz şeylere mi, köle oluyorsunuz?
- Oysa sizi de, yaptığınız şeyleri de, Allah yaratmıştır.
- Dediler ki: “(İbrahim) için bir bina yapın. Sonra da onu, ateşe atın!“
- Böylece ona, bir düzen(tuzak) kurmak istediler. Biz de onları, aşağılananlardan kıldık.
- O zaman ki İbrahim, babası Azer’e: “Putları ilahlar mı ediniyorsun?” Dedi. Şüphesiz ben, seni ve kavmini, apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.“
- Böylece Biz, İbrahim’e, yakın (ilim sahiplerinden) olsun diye, göklerin ve Yer’in melekûtunu(özünü-ruhunu) gösterdik.
- Gece, (İbrahim’i) örtünce, bir yıldız gördü. Dedi ki: “Şu benim Rabb’imdir.” Ne zaman ki o(yıldız) kayboldu, dedi ki: “Ben kaybolup-gidenleri sevmem.“
- Arkasından Ay’ı, doğarken görünce, dedi ki: “Bu benim Rabb’imdir.” O da kaybolunca dedi ki: “Şayet Rabb’im beni doğrultmazsa elbette ben, sapmış kavmimden olurum.“
- Daha sonra Güneş’i doğarken gördü, dedi ki: “İşte bu benim Rabb’imdir. Bu en büyüğüdür.” Ancak o da kaybolunca, kavmine dedi ki: “Ey kavmim, doğrusu ben, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.“
- Muhakkak ben yüzümü, dosdoğru, gökleri ve Yer’i yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.
- Kavmi, onunla mücadele etti. (İbrahim) dedi ki: “Allah, beni doğru yola iletti. Siz, O’nun hakkında, benimle mücadele mi ediyorsunuz? Ben, O’na şirk koştuğunuz şeylerden korkmuyorum, ancak, Rabb’imin dilemesi müstesna. Benim Rabb’im, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır, düşünmüyor musunuz?“
- Sizler, Allah’ın indirdiği hiçbir delil olmaksızın, Allah’a ortak koşmaktan korkmazken; ben, sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Şayet biliyorsanız (söyleyin)! Bu iki fırkadan hangisi emniyete müstahaktır?
- O iman edenler ve imanlarına zulüm(şirk) karıştırmayanlar, işte onlar, emniyettedirler ve hidayette olanlar onlardır.
- Biz bu delillerimizi, kavmine karşı İbrahim’e verdik. Biz, dilediğimiz kimsenin, derecelerini yükseltiriz. Muhakkak, senin Rabb’in, Hâkim’dir, Âlim’dir.
Bir yanıt yazın