Selçuklular Dönemi
İslam dünyasının Doğusunda camilerden ayrı olarak öğretim yapmak, öğrencilerin maddi sıkıntılarını karşılamak ve Şiî propagandasına karşı halkı aydınlatmak için medrese adı ile anılan müesseseler kurulmuştur. Medreselerin resmi bir teşekkül olarak devlet eliyle kurulması X. Yüzyılda Karahanlılar Devleti (840-1212) zamanına rastlamaktadır. İslam tarihçileri medreselerin ilk kurucusu olarak Selçuki veziri Nizâmü’l-Mülk üzerinde dururlar. Ancak bundan önce de pek çok medrese yapılmıştır.
Horasan ve Maveraünnehir’in çeşitli bölgelerinde Fıkıh ve Hadis ile ilgili olarak, Gazneli Mahmud, Gazne’de kardeşi Nasır b. Sebüktigin Nişabur’da birer medrese inşâ etmişlerdir, fakat bu medreseler uzun ömürlü olmamıştır. Ancak Nizâmü’l-Mülk’ün gayreti medrese için yeni bir başlangıç olmuştur. Geçekten medreselerindevlet eliyle kurulması, ücretsiz olması, medrese teşkilatının ayrıntılarına kadar tespiti hususu Selçukluların eseridir. Selçukluların medreseleri; ilmî gelişmeyi sağlamak, âlimlere maaş vererek devletin yanında tutmak ve Fâtımîlerin Şiilik propagandasına karşı, Sünnî akideyi müdafaa için kurduğu ifade edilmektedir[6].
Başta Tuğrul Bey (1038-1063) olmak üzere, Alparslan (1063-1072), Melikşah (1072-1092) ve Sultan Sancar (1117-1157) gibi Selçuklu devlet adamları, bilginlere, sanatkârlara büyük saygı göstermişler, eğitim ve öğretimin yayılmasına çalışmışlardır. Tuğrul Bey, fethettiği şehirlere girdiğinde ilk iş olarak bilginleri ve din adamlarını saygı ile ziyaret ederdi. Sultan Alparslan medreseleri ülkenin her tarafına yaygınlaştırmıştı. O kendi gelirinin bir kısmını yoksullara, on’da birini de bilim adamlarına veriyordu.
Nizâmiye Medresesi,Nişabur şehrinde kurulan en önemli medreselerden biridir.Bu medrese İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî için Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk tarafından kurulan Nizâmiye Medresesidir. İbn Cübeyr, Bağdat’ta otuz küsûr medrese gördüğünü onların en güzel köşklerden bile muhteşem olduğunu, en muazzam ve ünlü olanın ise Nizâmu’l-Mülk’ün yaptırdığı Nizâmiye Medresesi olduğunu ifade etmiştir. “Tanınmış ilim ve fikir adamlarını sinesinde toplayan maaşlı müderrisleri (profesörleri) aylık ve erzak tahsisatı alan öğrencileri ile meccanî öğretim yapan, ders programları tespit edilmiş ve zengin kütüphâneler ile donatılmış en yüksek öğretim müessesesi olarak medrese İslam dünyasında Sultan Alparslan tarafından kuruldu (1066). Bağdat’ta altmış bin altına inşâ edildiği rivayet olunan Nizâmiye adlı bu medreseye çarşılar, han, hamam ve çiftlikler vakfedilmişti”. Dinî bakımdan Hanefî ve Şâfîi fıkıhlarını öğreten Bağdat Nizâmiyesi’nin yanı sıra, Nizâmü’l-Mülk daha sonra Isfahan, Musul, Merv, Belh gibi şehirlere de kendi adı ile anılan medreseler tesis ettirdi.
İslam dünyasında bu medreselerde yetişmiş birçok düşünür, zamanlarının hükümdarlarına nasihat yollu, devlet ve hükümet idaresiyle ilgili tavsiyelerde bulunmuşlar v bu hususta eserler yazmışlardır. Bu tip eserlere genellikle “Nasihâtü’l-Mülûk” denir. Devlet adamlarına tavsiyeler ve bilgiler içermektedir.
Farâbi’nin; Medinetü’l-Fâdıla, Siyâsetü’l-Medeniyye, İmam Gazzâli’nin; Nasihâtü’l-Mülûk, Mâverdi’nin; El-Ahkâmü’s-Sultâniyye, Nizâmül-Mülk’ün; Siyâset-Nâmesi bu vesile ile zikredilebilir. Osmanlılar devrinde, bu gibi eserlere misâl olarak Keykâvus’un; Kâbusnâme adlı eserinin Mercimek Ahmet tarafından yapılan tercümesi önemlidir. Fatih’in babasının nasihati olan; Nasihât-ı Sultan Murat, Kanunî Sultan Süleyman devri sadr-ıazamlarından Lütfi Paşa’nın; Asâf-nâmesi, Gelibolu’lu Mustafa A’li’nin; Nasihâtü’s-Selâtin’i, Kitâb-ı Müstetâb’ı, Koçi Bey’in; Telhisât der Ahvâl-i A’lem-i Sultan Murat Han veya Koçibey Risâlesi, Kâtip Çelebi’nin; Düstûru’l-Amel li Islâhi’l-Halel’i ve Mizânü’l-Hak fi İhtiyâri’l-Ehakk’ı, Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın; Nesâyihü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ gibi eserler hatırlatılabilir. Ayrıca, Koca Sekbânbaşı Risâlesi, Kemânkeş Kara Mustafa Paşa Lâyihâsı, Resmî Ahmed Lâyihâsı, Aynî Ali Efendi’nin; Kavanîn-i A’li Osmân der Hulâsâ-i Mezâmin-i Defteri Divân’ı vardır.
Yukarıda bahsedilen Osmanlı devrine ait Nasihât-nâme, Siyâset-nâme ve Lâyihâ türündeki eserler, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü ve dönemlerindeki bozuklukları kendi üslupları içinde anlatan önemli belgelerdir[11]. Padişahlar tarafından çıkarılan, Adaletnâmeler ve Islahat fermanları gibi belgeleri de, aynı grupta değerlendirmek gerekir. Çünkü bu belgeler de ilgili müesseselerdeki bozuklukların düzeltilmesi için verilen emir ve yasakları göstermeleri bakımından çok önemlidir.
Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı Devleti; kendi çağlarına göre ileri bir toplum düzenine dayanmaktaydı, diyebiliriz. XVI. Yüzyıla gelindiğinde, Fransa Kralı I. François, Osmanlı Devleti’nden iki milyon duka altın borç ile cephâne, at ve savaş gemisi istemekteydi. Akdeniz Adaları ve İtalya Türk buğdayına muhtaçtı. İngiliz Kraliçesi Elizabeth, Türklerin yün boyama tekniğini çalmak ve İngiltere’ye Türk işçileri kaçırmak gayesi ile İstanbul’a ajanlar gönderiyordu. Fransız yazarı Fernand Braudell’e inanmak gerekirse, Kral VII. Henry, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Türk Hukuk Sistemi’ni incelemek üzere İstanbul’a heyet gönderiyordu.
Kaynak:
- Selçuklulardan Osmanlılara Medreseler ve Yönetim İlişkileri-Prof. Dr. Remzi KILIÇ
- Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü – kulturvarliklari.gov.tr
Bir yanıt yazın