Prof. Dr. Remzi Kılıç
XVI. ASRIN İKİNCİ YARISINA DOĞRU RUSLARIN TÜRK İLLERİNDEN KAZAN VE AS-TARHAN’I İŞGAL ETMELERİ
ÖZET:
Altınordu Devleti’nin yıkılmasından sonra Karadeniz’in kuzeyinde kurulmuş olan Türk Hanlıklarından, Kazan ve Astarhan Hanlıkları xvı. asırda Ruslar tarafından teker teker ortadan kaldırılmıştır. Bin bir güçlükle kurulmuş olan bu Türk hanlıkları ne yazık ki, Rus Çarlarının entrikaları, beyler arası süren taht mücadeleleri sonucu önce zayıflatılmış, sonrada ortadan kaldırılmıştır. O devrin güçlü bir Türk Devleti olan Osmanlılar bazı destek ve muhaberat girişimlerinde bulunmuşlarsa da bu Türk Hanlıklarının Ruslar tarafından yıkılmasına engel olamamışlardır. Tarihimizin iyi bilinmesi ve ders alınması için bu araştırmayı yararlı olacağı düşüncesiyle ortaya koyuyoruz.
XXI. Asra doğru yaklaşırken Türk Dünyası’nın uyanış ve dirilişi göz önüne alınarak, geçmiş asırlardaki ders alınması icabeden önemli tarihi olayları, aynı hataları tekrarlamamak için belirtmek sanırım yerinde olacaktır.
Osmanlı Devleti xvı. asırda en azametli ve en kudretli devrini yaşamaktaydı. Anadolu toprakları başta olmak üzere, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının o günkü stratejik noktalarına hakim olmaya çalışıyordu. Bu asırda Osmanlı Devleti’nin başında Yavuz Sultan Selim (1512-1520),Kanuni Sultan Süleyman(1520-1566), II. Selim(1566-1574), III. Murat (1574-1595) gibi padişahlar bulunmuşlardı.
Rusya ise, xvı. asra kadar dünya tarihinde önemli bir varlık gösterememişti. Ancak, Rusya’daki prens ve derebeylikleri etrafına toplayarak Rus Devletinin temellerini atan III. İvan(1462-1505) zamanından itibaren Rusların gücü hissedilir hale gelmişti. III. İvan’dan başlayarak Kazan ve Astarhan(Ejderhan) Hanlıkları başta olmak üzere Türk İlleri Rusların saldırılarına maruz kalmışlardı.
Özellikle IV. İvan (1533-1584) dönemi, Rusların güçlendiği, Türk İllerinde hüküm süren, Kazan, Astarhan, Kırım ve Nogay gibi Hanlıkların zayıfladığı bir dönem olmuştu. Denebilir ki, xvı. asırda Türk İlleri için, güneydeki Şii -Safevî tehdidinden başka kuzeyde Rusya yeni bir tehlike oluşturmaya başlamıştı.
Altınordu Devletinin dağılması sürecinde, Uluğ Mehmed Han tarafından kurulan Kazan Hanlığı (1437-1556)’nın başkenti Kazan’dı. Ruslar için önemli bir düşman olan bu devlet , Türk-İslam muhitinin “şimal-i garb”ında mühim nakil yollarından birini teşkil eden Volga (İdil) nehrinin orta mecrasında eski Bulgar Devleti sahası üzerinde kurulmuştu. Kazan Hanlığının; batısında Kırım Hanlığı ve Moskova Beyliği, güneyinde Astarhan (Ejderhan) Hanlığı, güneydoğusunda Nogay Hanlığı, kuzeyinde Çin kavimleri ile meskun sahalar, kuzeydoğusunda ise Sibirya Hanlığı bulunuyordu.
Kazanlılar başlangıçta Ruslara tâbi bir durumda iken, 1521’ den sonra Kırım Hanları burada aralıksız yirmi sekiz yıl hüküm sürmüşler ve bu suretle zayıfta olsa Osmanlılarla dolaylı bir irtibat kurmuş bulunuyorlardı.
Kazan Devleti’nin yüzyılı aşkın hayatı , Rus saldırılarına karşı varlık ve istiklâlini korumak için sürekli savaşmakla geçmiştir. Moskova’nın “burnunun dibi”ndeki Kazan Devleti, yaşadığı müddetçe Rus yayılmacılığının doğu yönünde ilerlemesi, yani Avrupa’nın Asya üzerine yürümesi mümkün gözükmüyordu. Bu nedenle Kazan Hanlığı ve tarihinin bilinmesi çok önem arz etmektedir.
Uluğ Mehmed (Muhammed) Han (1437-1445) Rus toprakları üzerinde bir Türk Hanlığı (Kâsım hanlığı) kurarak bu sayede Rusya’nın kontrolünü sağlamak istemiş, ama bu Hanlık daha sonraları Rusların Türk İllerine karşı kullandığı bir âlet haline gelmişti. III. İvan 1487’de, iç karışıklıklar nedeni ile hücum ederek Kazan Hanlığını “Rusya’nın himayesi” altına aldı.
Uluğ Mehmed Han’ın torunu Mehmed Emin (1502-1518) Ruslar tarafından “Han” tayin edilmiş olmasına rağmen Ruslara karşı giriştiği seferlerle ün kazanmıştı. Mehmed Emin Han III. İvan’ın ölümünden yararlanarak Kazan’ı tekrar bağımsız hale getirmeyi başarmıştı. Hatta Rusya içlerine kadar ilerleyerek kazandığı bir zaferden sonra doğudaki Özbek hükümdarı Muhammed Şeybanî Han kendisini bir şiirle tebrik ederek, “Urus kâfirini kırmışsın oğul , Sana gazîlik mübârek olsun” demişti.
Kazan Hanı Mehmed Emin, daha sonraları Ruslarla iyi komşuluk yapmak siyasetinde karar kılmış, ama bu durum uzun sürmeyerek, Rusların Kazan Hanlığına baskıları yeniden artarak devam etmiştir. Artık Rus istilâlarından usanmış olan Kazanlılar, Kırımla anlaşıp bir baskın şeklinde Sahib Giray Han(1522-1524)’ı başlarına geçirmişlerdi. Bundan sonra Kazan’da Giray sülalesi hâkimiyeti başlar ki, şüphesiz bu iş de Osmanlıların nüfuzu da göz ardı edilmemelidir. Çünkü Kazan Hanlığı ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler Kırım Hanlığı aracılığı ile yürütülmekteydi diyebiliriz.
Sâhib Giray, Kazan Hanı olduktan sonra, Ruslar onu tahttan indirerek kendi adamlarını onun yerine çıkarmak için çok büyük çaba sarf ettiler. Rusya Devleti karşısında yalnız kalmaktan korkan Kazan Hükûmeti, 1523’te Kânunî Sultan Süleyman’a bazı elçiler göndererek, Kırım Hanlığı ile yapılan antlaşmaya benzer , iki devlet arasında bir dostluk antlaşması imzaladılar. Kazan Hanlığı bu antlaşmaya göre, Osmanlı Devleti’nin siyasî hâkimiyetini tanıyacak ve hükümdarları Osmanlılar tarafından tayin edilecekti. Buna karşılık Osmanlı Devleti, Kazan Hanlığına karşı yapılacak herhangi bir dış saldırıya karşı yardımda bulunacaktı.
Bir başka rivayete göre de Sâhib Giray Kazan Hanı olduğu zaman hutbeyi Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman adına okutmuştu[6]. Yukarıdaki antlaşmaya istinaden Osmanlı sefiri İskender bey, Rus hükûmetine resmen Kazan Hanlığı’nın Türkiye topraklarının bir parçası olduğunu bildiriyordu. Oysa Rus hükûmeti Kazan Hanlığı’nın bu durumunu kabule hazır değildi. Bu Hanlığı kendi hâkimiyetine almak için askeri hazırlıklara ise çoktan başlamıştı. Bu kadar kritik bir dönemde o zamanki Kazan hükümdarı Sahib Giray tahtını on üç yaşındaki oğlu Safâ Giray (1524-1531)’a bırakarak kendisi İstanbul’a gitmişti. Türk-İslam dünyasının en uzak bölgesinde bulunan ve nispeten daha güçsüz ve küçük olan Kazan Hanlığı, böylece kuvvetli Rusya İmparatorluğu karşısında çaresizliğe ve yalnızlığa terkedilmişti.
Akdes Nimet Kurat, farklı bir yaklaşım ve yorum ile diğer tarihçilerin aksine Kazan Hanlığı’nın Osmanlı Devleti’ne bağlanması hakkındaki iddiaları, “ tarihi hakikatten uzaktır” diyerek kabul etmez. “Sâhib Giray Han’ın Kırım’lı oluşu ve Kırım’ında Osmanlı himayesinde bulunması, âdetâ Kazan Hanlığı’nında Osmanlı pâdişahının himayesi altına girdiği intibâını vermiştir”, demektedir. Kazan’ın Osmanlı Devleti’ne bağlandığı “…iddiasının özellikle Kazan’da yazılan “Tataristan Tarihi”nden çıkmış olması ayrıca dikkat çekicidir. Bununla Rus halkının nasıl Tatar halkını Türk Sultanları, pâdişahları ve beylerinin boyunduruğu altına düşmekten kurtarmış olduğu âşikârdır. Yani tam bir propaganda parçasıdır” diyor. Yine Kurat’a göre Kazan ile Türkiye arsında sınırlı ölçüde ticaret; özellikle “Bulgârî deri” ilişkisi vardı. Fakat İdil boyundaki bu Kuzey Türk-İslam ülkesiyle İstanbul arasındaki münasebetler hemen hemen yok denilecek kadar azdı. Nimet Kurat, Osmanlı Devleti ile Kazan Hanlığı’nın ileri derecede bir münasebet içinde olduğunu reddetmektedir.
Kurat, buna delil olarak şu hâdiseyi örnek gösterir: Kanuni Sultan Süleyman, babası Yavuz Sultan Selim’den sonra tahta cülûs ettiğinde, yeni hükümdârı tebrik için 1521’de İstanbul’a Rusya’dan Tietyok Gabin adını taşıyan bir elçi gönderilmiştir. Elçiye verilen tâlimatnâme de Kazan Hanlığı’na ait şu hususlar vardı: Eğer Osmanlı pâdişahı Rusların Kazan’a yaptığı baskılardan sorarsa, Osmanlı pâdişahına bu hususta gerekli açıklama yapılacak; onlara baskı yapılmadığına, (Kırım Hanı onların cami ve mescitlerinin yıkıldığını söylemiş, bunu inkâr ederek) Kazan’a karşı siyâsetin “ meşru” olduğuna iknâ edilecek, 1487’de Kazan’lılarla yapılan anlaşmaya riayet edildiği söylenecekti. “Ama, Kanuni Sultan Süleyman, elçiye bu konudan hiç bahsetmedi bile, ” demektedir.
Kanuni Sultan Süleyman nihayet onbir yıl aradan sonra 1563’de bu konu ile ilgilenebildi. Meşhur Türk hükümdarı, Avrupa seferlerinden Kuzey Türk Yurdu ile meşgul olmak ve bu maksatla Astarhan’ı zapt etmek için oralara ordu sevk etmek istiyordu. Bu meseleyi çözebilmek için erzak ve atlar hazırlanmasını istemiş, kendisi de yeniçeriler göndereceğini belirtmiş ise de Kırım Hanı Devlet Giray, bu teşebbüsün son derece ağır ve zahmetli ve hasaratlı olmakla beraber faydasız olacağını söyleyerek, Osmanlı padişahını bu işten vazgeçirdi. Bu diplomatik başarısının sonucunu da Çar IV. İvan’a bildirdi.
Bu sırada Kazan Devleti’nin içeriden çökmüşlüğü, birbirine zıt aristokrasi, partiler arası mücadeleler, moskof taraftarı hainler de, Rus işgaline âdetâ yardımcı oluyorlardı. Bu durum ise Kazan Hanlığı’nın acı sonunu hazırlayacaktı.
Tarihçilerimizden İsmail Hami Dânişmend ise, Kazan Hanlığı’nın yıkılış sebebinin Timur olduğunu söylemektedir. Ona göre Kazan ve daha sonra Astarhan’ın Ruslar tarafından işgalinde en büyük tarihi sorumluluk Timurlenk’e aittir. Çünkü zamanla Rusya’ya hakim olan Altınordu Devleti’ne birtakım hissî sebeplerle 1391 ve 1395 tarihlerinde indirdiği iki darbe ile bu iki hanlığın inkırazına Timurlenk sebep olmuştu. Harezim’den Kırım’a kadar uzanan sahalardaki Türk ve Moğol kabileleri, kırmak ve kaçırmak suretiyle de Müslüman nüfusu bakımından buraların boşalmasına, dolayısıyla müstakbel mukavemet imkanlarının kırılmasına sebebiyet vermiş, bu vaziyet itibariyle Rusya’nın tekâmülünde en mühim rolü Timur oynamış, ondan sonra III. ve IV. Ivan’lar da onun hazırladığı zeminden istifâde ederek Rusya İmparatorluğunu vücuda getirmişlerdi, demektedir.
Rus saldırıları sonucu xvı. asrın ortalarında memleketin dağlık kısmı olan İdil(Volga) nehrinin sağ tarafında olan bölgeler Moskofların nüfuz bölgesi haline gelmişti. Böylece Rusların başkent Kazan’ı alma umutları artmış oluyordu. Kazan’ı almak ise bütün Kazan Hanlığını almak demekti. IV. İvan 1550’de Kazan şehrini almak amacı ile büyük bir ordu ile Kazan’ı kuşatmış, ancak başarılı olamayıp geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Kazanlıların bu zaferi üzerine, Mehmed Şerifî adlı Kazan’da yaşayan Şerifî mahlaslı bir şair 1550’de doğu türkçesi ile “Zafernâme-i Vilâyet-i Gazan” ünvanlı mükemmel eserini Kanuni Sultan Süleyman ‘a göndermişti. Şair bu raporunda Kazan’ı doğrudan doğruya Osmanlı vilayeti olarak zikretmekteydi. Şüphesiz Şerifî bu hareketi ve “Sâhib-i Devletleri” tâbiriyle bahsettiği Osmanlı Sultanının bu olaylara “nazar-ı dikkati”ni çekmeye çalışıyordu. Şair Şerifî bu zaferi kesin bir zafer sanıyordu. Ne yazık ki, Kazan’daki iç çekişmelerinde etkisiyle 1552’de IV. İvan Kazan şehrini tekrar işgal etmişti.
Kazan Devleti’nin tarihe karışması gerek Rus, gerekse Türk tarhinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Zira, Kazan Hanlığı topraklarının Rusya’ya ilhâkı, Ruslara İdil nehrine engelsiz bir geçit sağladığı gibi, Osmanlılarla Rusları doğrudan yüz yüze getirdi ki, bunu sonraki yıllarda devamlı ve uzun süreli çarpışmalar takip etmiştir. Kazan Hanlığı Korkunç (IV.) İvan gibi bir canavar tarafından zapt edilince, Türkler müthiş bir baskı altına alınmıştır. Denilebilir ki, Kazan Türklerinin uğradığı felâketlere hiçbir Türk toplumu uğramamıştır.
Korkunç İvan 1554 yılında Nogay Beylerinin de yardımı ile Astarhan şehrini de işgal etmiş bulunuyordu. Astarhan’ın alınması Kazan sükûtunun bir sonucu idi. Aradan geçen iki yıl içinde, 1556 yılına gelindiğinde, Moskoflar yalnız İdil Havzası’na değil, Hazar Denizi ile Karadeniz arasındaki; Nogaylara, İdil üzerindeki Kazaklarında ekseriyetine hükmediyorlardı. Böylece Rusların nüfuz ve hakimiyeti Kafkaslara ve Karadenize kadar uzanmış oluyordu.
Moskova’nın Türk-İslam İllerini bir bir ele geçirmesi ve nüfuzlarının bu derece ilerlemiş olması tabiatıyla Osmanlı Devleti’nin ve Kırım Hanlığı’ın rahatını kaçırmıştı. Üstelik Kazan Türklerinin, hatta İdil boylarında yaşayan Fin Uluslarının elçileri Bahçesaray ve İstanbul’a kadar gelerek, Orta İdil’i istilâ eden Rusların zulüm ve vahşetinden şikâyet ederek yardım istiyorlardı. Bu sebeplerle beraber Korkunç İvan’ın batı kıyılarına doğru yayılma meşgûliyetinden faydalanarak, geç de olsa Osmanlı ve Kırım hükümetleri Astarhan ve Kazan davası ile uğraşmak zorunda kalmışlardı.
Kazan Hanlığı’ndan sonra Astarhan Hanlığı’nıda ele geçiren Ruslar, Kazan’da yapılan katliamı Astarhan’da da tekrarlamışlardı. Türk halkının canına ve malına öyle dehşetli bir darbe indirilmişti ki, bundan sonra onların bellerini doğrultmak imkansız hale gelmişti. Kuzey Kafkasya’daki Çeçenler, Çerkesler ve Gürcüler arasındaki mücadelelerde mağlup olan beyler IV. İvan’a gidip sığınıyorlardı.
Kazan ve Astarhan’ın düşmesinden sonra bu beyler, kendi ahalilerinin Rusya hakimiyetine girmek istediklerini ileri sürerek Rusları buralara davet ediyorlardı. Ruslarda bu durumdan istifade ederek ilerlemelerine Terek nehrine kadar devam etmişlerdi. Ancak bu son Rus ilerleyişi üzerine İstanbul’un dikkati bu yöne çevrildi[3], diyebiliriz.
Kanuni Sultan Süleyman gibi kudretli bir padişahın, Osmanlı Devleti’nin başında bulunduğu bir dönemde, onca gelen elçi ve mektuplara rağmen; Niçin Kazan ve Astarhan Hanlıklarına gereken yardım ve ilgi gösterilemedi? Rusya’nın Türk İllerine yayılması neden engellenemedi? Zamanında müdahale edilemez miydi? gibi sorular sorulabilir. Şunu hemen belirtelim ki, Kanuni Sultan Süleyman‘ın padişahlığı boyunca yapmış olduğu onüç “Sefer-i Hümâyûn”dan on tanesinin batıya, üç tanesinin de Şii-Safevî (İran)’ler üzerine olduğu hatırlanmalıdır.
Rusya İmparatorluğu, Türk Hanlıkları ile uğraşırken, batı sınırlarının karışması, Kanuni’yi mecburen batıya yöneltirken, Osmanlı Devleti’nin doğusunda Şii-İran’ın varlığını devam ettirmesi ve Türk-İslam âleminde büyük parçalanmalara sebep olması da, zaman zaman doğuya yönelmesine sebep olmuştu.
Türkistan Türkleri ile Osmanlı Türkleri arasında geçit vermez bir dağ gibi uzanan Şii-İran bu iki büyük Türk topluluğunun birbirleri ile münasebetlerini kaybetmelerine ve bir birlik kuramamalarına sebep olmuştu. Şii-İran’ın bulunduğu coğrafyada varlığı, Batı Türkistan Türklerinin Rusya esaretine düşmelerine zemin hazırlamıştı.
Netice olarak şunu belirtmek gerekir ki, IV. İvan askerleriyle birlikte, Kazan ve Astarhan’ı, Kırım Hanlığı Hanlarının ihmali ve bazı Nogay Beylerinin de desteği ile fecî bir şekilde işgal ederken, Kanuni Sultan Süleyman’ın askerleri, 1553-1554 yıllarında Anadolu’da Şehzâde Mustafa hâdisesi ve İran yaylalarında Üçüncü İran seferinde bulunmaktaydı[5]. Öyle anlaşılıyor ki, Ruslar tâ o zamandan, Çar III. ve IV. İvan’dan itibaren; Türk İllerini işgal ve istilâ için “böl, parçala, yut” taktiğini kurnazca uygulamışlar ve (ne yazık ki) bunda da başarılı olmuşlardı. Bütün Türk Dünyası’nın xvı. Asır’da ağabeyi ve koruyucusu durumunda olan Osmanlı Devleti, ne zaman batıda (Avrupa’da) veya doğuda (İran’da) bir seferle iştigal etmiş olsa, derhal Ruslar Türk Hanlıklarına taarruz ve baskılarını artırmışlardı.
Osmanlı Devleti ile Türk Hanlıkları arasındaki ilişkilerin, özellikle Rusların Türk İllerini işgaline ve Şii-İran’a karşı olduğunu söyleyebiliriz. Bütün iyi niyet ve dostluk çabalarına rağmen, Osmanlı Devleti’nin batıda Avusturya-Macaristan ile uzun süren savaşlar yapması ve Türk Hanlıklarının kendi içlerinde sürekli birbirileri ile mücadele etmiş olmaları, Türk İllerini Rusların işgal etmelerine mani olamamıştır. Rusya’nın xvı. asırda başlayan Türk İllerini yavaş yavaş işgali xx. asrın başlarına kadar devam etmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, Türk milletinin düşmanlarına fırsat vermemek ve uzun vâdeli devlet çıkarlarını gözetmek için birlik ve beraberlik ruhu içerisinde hareket etmemiz gerekmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
- Arat, Reşit Rahmeti, “Kazan”, İ.A.,M.E.B.,İstanbul,1967, C.VI,ss.505-522.
- Asrar, N.Ahmet, Kanunî Sultan Süleyman ve İslam Alemi, 2. Baskı, Hilal Yayınları, İstanbul,Tarihsiz.
- Battal, Abdullah Taymas, Kazan Türkleri, Ankara, 1966.
- Celâlzâde, Koca Nişancı Mustafa Çelebi, Tabakâtu’l-Memâlik fî Dercâti’l-Measâlik, Fatih Kitaplığı, nr.4423,(Türkçe Yazma), Süleymâniye Ktb., İstanbul.
- Dânişmend, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul, 1948.
- Deguignes, Hunların, Türklerin, Moğolların ve sair Tatarların Umumî Tarihi, terc. Hüseyin Cahid, İstanbul, 1925.
- Grousset, Rene, Bozkır İmparatorluğu, terc. M. Reşat Uzmen, İstanbul, 1980.
- İnalcık, Halil, “Osmanlı Rus Rekâbetinin Menşei ve Don Volga Kanalı Teşebbüsü(1569)”, Belleten, C.XIII, S.46, Ankara.
- Lütfi Paşa, İbn Abdu’l-Mu’in, Tevârih-i âli Osman Li Lütfi Paşa, Amire Basımevi, İstanbul, h.1341.
- Saray, Mehmet, “Başlangıcından Petro’ya Kadar Türk-Rus Münasebetlerine Genel bir Bakış”, Tarih Dergisi, İ.Ü E.F., S.35, İstanbul,1994,ss.193-222.
- Saray, Mehmet, , Rusya’nın Türk İllerine Yayılması İstanbul, 1975.
- Saray, Mehmet, Türk-İran Münasebetlerinde Şiiliğin Rolü, Ankara, 1990.
- Togan, Zeki Velîdi, XVI. Asırdan Günümüze Kadar Müstemleke Devrinde Asya Tarihi, İstanbul, 1965-1966.
- Togan, Zeki Velîdi,”Kazan Hanlığında Türk-İslam -İslam Kültürü”,İslamî Tetkikler Enstitüsü Dergisi,III, C.3-4’den Ayrı Basım, İstanbul, 1966.
- Yakubovskiy, A. Yu., Altınordu ve Çöküşü, çev. Hasan Eren, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1992.
Bunu Paylaş:
- Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- X'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
Bir yanıt yazın