Mehter Teşkilatı
Farsça’da “daha büyük, en büyük” anlamına gelen “mih-ter” kelimesinden türeyen ve Türkçeleşmiş şekli olan “mehter”, çoğulu “mehterân” dır. Osmanlı saray teşkilatında “mehterhane” olarak da bilinen müzik ekibinin yanı sıra, yüksek rütbeli hizmetkâr, kavas, Bâbıâli çavuşu, rütbe-nişan müjdecisi (çaylak), at uşağı ve çadır uşağı” görevli sınıfları için de kullanılmıştır.
Mehter teşkilatının kökenleri Türk ve İslam tarihinin en eski dönemlerine kadar uzanırken, “mehter” ve “mehterhane” terimleri ilk defa 16. yüzyıl Osmanlı belgelerinde karşımıza çıkmaktadır. Türk askeri müziğine dair ilk bilgiler 8. yüzyıla ait Orhun Yazıtları’nda yer alır ve burada hükümdarlık sembolü “tuğ” ile birlikte geçen “köbrüge” kelimesinin kös veya nöbet davulunu ifade ettiği görülmektedir.
Divanü Lugāti’t-Türk’te geçen “Tuğum tikip uruldı (tuğ dikilip nöbet davulu vuruldu)” cümlesi (I, 194-195) ile Türk hakanının sarayının önünde beyler için her gün 360 defa nöbet davulu vurulduğundan bahsedilirken kullanılan “Han tuğ urdı” cümlesi de sadece “tuğ” kelimesiyle tuğ-davul ikilisinin birlikte ifade edildiğini gösterir. Bu cümlelerden Göktürkler’den beri devletin egemenlik alametlerinden olan davul veya kös ile hakan çadırı veya sarayının önünde nöbet vurulması geleneğinin 11. yüzyıl Türk-İslam devletlerinde de devam ettiğini anlıyoruz.
Savaşlarda hem kendi askerlerini cesaretlendirmek hem de düşmanı korkutmak için müzik kullanımı, antik çağlardan beri birçok uygarlıkta yaygındı. Bu gelenek, Yunanlılar, Romalılar, Araplar, Farslar ve Türkler de dahil olmak üzere birçok farklı toplumda görülmüştür.
Antik Kaynaklarda:
- Aristo’ya atfedilen Siyasetname’de, seslerin insan ruhu üzerindeki etkisi nedeniyle savaşlara müzikle gidilmesi ve düşmanı korkutmak için ordularda müzikle ilgilenen kişilerin bulundurulması gerektiği savunulmuştur.
- Greklerin savaşlarda borazan ve lavta kullandıkları, Büyük İskender’in askerî müziğine davul ve yüksek sesli borular eklettirdiği bilinmektedir.
- Partlar ve Hintliler’in savaşta düşmanlarını korkutmak için büyük davullar çaldıkları da kaynaklarda yer almaktadır.
- Câhiliye Arapları, savaşlarda askerlerini coşturmak için def çalarak kahramanlık şiirleri okuyan şairlerden (muganni) faydalanmışlardır. Bu uygulama Bedir ve Uhud savaşlarında da devam ettirilmiştir.
İslam Sonrası Dönemde:
- İbn Haldun’un aktardığına göre, Araplar askerlerini cesaretlendirmek için bir çeşit besteyle kahramanlık şiirleri okumanın yöntemini diğer kavimlerden öğrenmişler ve Abbasi döneminde muhtemelen Bizans’tan veya İran’dan müslüman Araplara geçmiş olan “mehter” şeklindeki savaş sanatını Müslüman Araplar da kullanmışlardır.
- Abbasi hükümdarı Memun, Horasan’da Türkler’den “köbrüge” (nöbet davulu) ve “tüymek” (borazan) çalmalarını istemiştir.
Osmanlı mehterhane teşkilatının kuruluşuyla ilgili kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak Anadolu Selçuklu Sultanı’nın Osman Gazi’ye hâkimiyet sembolü olarak tabl ve alem göndermesiyle başladığı yaygın bir rivayet olsa da bu iddia belgelerle doğrulanamamıştır. Bununla birlikte, XIV. yüzyılda Anadolu’daki diğer beyliklerin de tam teşkilatlı olmasa da savaşı yönlendirmek amacıyla savaş müziği çalan mehterhane benzeri çalgı takımlarına sahip olmaları gerektiği düşünülmektedir. XV. yüzyılın başlarında, Ankara Savaşı’nda çarpışan Yıldırım Bayezid’in ve Timur’un ordularında her ikisinde de savaş müziği çalındığı, Nizameddin-i Şami’nin Timur’un zaferlerine dair kaleme aldığı Zafernâme adlı eserindeki ifadelerden anlaşılmaktadır: “Gürgâ, nefîr, borgu, nakkāre sesleri sûr-ı İsrâfîl gibi âlemi kapladı.”
Bu teşkilatın ilk ciddi gelişmenin Fâtih Sultan Mehmed döneminde yaşandığını söylemek mümkündür. Fethin ardından, Fâtih Demirkapı’daki nevbethâneyi kurmuş, ayrıca bir fermanla Eyüp, Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Rumelihisarı, Yeniköy, Rumeliyenihisarı, Kavakyenihisarı, Beykoz, Anadoluhisarı, Üsküdar ve Yedikule’de seher vaktiyle öğle ve yatsı namazlarından sonra günde üç nevbet çalınmasını emretmiştir.
Kanûnî Sultan Süleyman zamanında toprakların genişlemesiyle birlikte devlet teşkilâtı da buna paralel olarak değiştiğinden vezir ve paşaların mehter kullanımına dair yeni düzenlemeler yapılmıştır. XVII ve XVIII. yüzyıllarda bu kuruma özellikle mûsikişinas padişahlar tarafından ilgi gösterilmiş, bunlardan III. Selim, ayrıntılarıyla dahi bizzat meşgul olarak Galata Kulesi ve Demirkapı nevbethânelerine ilk defa kös koydurmuştur.
Mehterhâne-yi Âl-i Osmân, tabl-ı Osmânî, tabl-ı Âl-i Osmân, cemâat-i mehterân-ı alem, mehterân-ı tabl ü alem-i hâssa gibi adlarla anılan padişah mehterhânesi saltanat sancaklarını taşımak ve korumakla görevli alemdarlarla mûsiki icrasını gerçekleştiren tabl mehterlerinden oluşuyordu. Alem mehterleri ve tabl mehterleri ayrı bölükler halinde düzenlenmişti. Çeşitli devirlerde 187 ile 237 arasında değişen rakamlarla ifade edilen padişaha bağlı tabl ü alem mehterlerinin sayısı savaş zamanı iki misline kadar yükseltiliyordu. Bu sayı, savaşlarda orduya katılan esnaf mehterleriyle paşaların mehter takımları da eklendiğinde binleri buluyordu.
Tabl mehterlerinin yetiştirilmesinden ve idaresinden, mîralemin maiyetinde bulunan ve aynı zamanda sâzendebaşı da olan mehterbaşı ağa sorumlu idi; bu görevliye diğerlerinden ayırmak için hünkâr mehterbaşısı, sermehterân, sermehterân-ı tabl ü alem-i hâssa da deniliyordu. Tabl mehterleri köszenân, tabbâlîn, nakkārezenân, zurnazenân, zencciyân, nefîrîyân ve şâkirdân bölüklerinden meydana geliyordu. Çevgân taşıyanların ise (çevgânîyân) yalnız icra sırasında mehtere katıldıkları, bunun dışında vezir iç oğlanı başçavuşu ve çavuşlarının hizmetinde bulundukları bilinmektedir. Acemiler bölüğü (şâkirdân), daha çok acemi oğlanları arasından seçilen ve Enderun’a devam eden yetenekli gençlerden oluşuyordu.
Mehter takımında bulunan her enstrümanın sayısına “kat” adı verilir ve takımın büyüklüğü katlarla ifade edilirdi. Başlangıçta, dokuzar adet davul, zurna, nakkāre, boru, zil ve çevgândan oluşan ve padişaha ait olan en büyük takıma “dokuz kat mehter” deniyordu. XVII. yüzyılda bu mehterhâne on iki kata çıkarıldı (savaş sırasında yirmi dört kat) ve dokuz kat mehter sadrazamla üç tuğlu paşalara tahsis edildi. En küçük mehterhâneler ise bir tuğlu paşalara verilen üç kat olanlardı. Her ne kadar kat sayıları enstrüman sayısına bağlı olsa da, her zaman enstrümanların eşit sayıda olmadığı anlaşılmaktadır. Örneğin, Vehbî’nin Surnâme’sinde yer alan bir mehter takımı minyatüründe at sırtında sekiz davul, üç devenin sırtında altı (üç çift) kös ve yine at sırtında çalınan altı çift zil ile altı boru görülmektedir. Bu durumda kat sayısının belirleyici enstrümanın davul olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü nevbet vurmanın, dolayısıyla mehterin ana unsuru davuldur, nitekim “vurmak” tabiri de doğrudan davulla ilgilidir.
Resmî mehterlerin yanı sıra İstanbul’da “esnaf mehteri” olarak adlandırılan, halkı eğlendirmeyi amaçlayan müzisyenler de bulunmaktaydı. Bu gruplar, mehterbaşı aracılığıyla resmi tabl ü alem mehterlerine bağlıydı. Eğlence mekanlarında faaliyet gösterirken, İstanbul’da resmi nevbethânelerin dışında kalan yerlerde günde üç kez nevbet çalıyor ve gerektiğinde savaşa katılıyorlardı. Mehterlerin giysileri göz alıcı renklerde ve şekillerdeydi. Ağalar, arkalarına cübbeden daha geniş ve kolları uzun bir elbise olan kırmızı kaput veya çuha biniş, bacaklarına kırmızı çuhadan çakşır, ayaklarına sarı mest-pabuç giyerler, başlarına kırmızı kavuk üzerine sarık sararlardı. Çalgıcılar ise mor, lacivert veya siyah çuhadan biniş, kırmızı bezden çakşır ve kırmızı mest-pabuç giyer, başlarına yeşil kavuk üzerine sarık sararlardı. Mehterlerin müzikleri ve göz alıcı kıyafetleri kadar kendilerine has tören yürüyüşleri de dikkat çekiciydi. Yürümeye sağ ayakla başlanır, üç adımdan sonra durularak sağa dönülür, sonra sol ayakla tekrar yürümeye başlanıp üç adımdan sonra aynı şekilde sola dönülürdü. Mehterlerin, seyircilere cephe göstererek daha görkemli görünmeyi ve seslerini daha geniş bir alana yaymayı amaçladıkları bu yürüyüş tarzı bazı çevrelerde, “çağdaş medeniyet yolunda alaturka zihniyetle ilerleme” anlamına gelen ve tamamen yanlış olan “mehter gibi iki ileri, bir geri” sözünün ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Tarihi geleneğe göre, Osman Gazi’ye bağımsızlık fermanının Söğüt’te bir ikindi vakti ulaştığı kabul edilir; bu anma vesilesiyle, barış zamanlarında da mehterhâne, her gün ikindi vaktinde, av partileri dahil olmak üzere padişahın nerede bulunursa bulunsun huzurunda nevbet çalardı. Osman Gazi, cihada davet kabul ettiği gibi, Selçuklu sultanına olan hürmeti göstermek için ayakta dinlemiş, bu uygulama Fâtih Sultan Mehmed’in son vermesine kadar devam etmiştir. Padişahın tahta çıkışlarında, kılıç alaylarında, zafer haberleri geldiğinde ve arefe divanlarında da nevbet çalınırdı. Hassa mehterleri, savaşa padişah veya serdarla birlikte katılırlar; intikallerde ise saltanat sancaklarının arkasından at sırtında ilerleyerek çalıyorlardı. Savaşa sadece padişah ve serdâr-ı ekrem mehterlerinde bulunan kösler de götürülür ve fil veya deve sırtında çift olarak taşınırdı.
Serdâr-ı ekrem mehterinde kös bulunmasının sebebi, padişahların sefere bizzat çıkmadıklarında saltanat sancaklarını serdâr-ı ekreme teslim etmeleridir; bu nedenle sancakla birlikte kösler de götürülürdü. Mehterler, çarpışmalar başladığında askerin cesaretini artırmak ve düşmana korku vermek için daha coşkulu çalardı; özellikle kale muhasaralarında düşmanı uyutmamak amacıyla surların dibinde sabaha kadar çalmaya devam ederlerdi. Mehter takımı, ordunun geri çekilmesine kadar görevine devam ederdi, ancak en sonunda birlik geri çekildikten sonra yerini terk ederdi. Bu nedenle, II. Viyana Kuşatması bozgunu sırasında mehterler, en arkadan ve korumasız olarak çekildikleri için serdâr-ı ekrem mehterhânesi dahil neredeyse bütün takımların çalgıları düşman tarafından ele geçirilmiş ve günümüzde çeşitli Avrupa müzelerinde sergilenmektedir.
Mehter takımı nevbet vurmak üzere hilal şeklinde toplanırdı; ortada tabbâlîn (davulcular), arkalarında zencciyân (zilciler), tabbâlînin sağında çevgâniyân (çevgâncılar), solunda zurnazenân (zurnacılar), çevgâniyânın yanında nefîriyân (borazancılar) ayakta dururken, zurnazenânın yanında nakkārezenân (nakkāreciler) otururdu. Mehterbaşı ağa, elinde bir zurna ile hilalin ortasına gelir ve “Merhaba ey mehteraaan!” diyerek sağ eli göğsünde hafifçe eğilip selam verirdi. Mehterler de aynı hareketle “Merhaba mehterbaşı ağa!” diyerek karşılık verirlerdi. Mehterbaşı, “Hasduuur, nevbete salaa!” (hazır ol, nevbet vurmaya) diye bağırarak mehterleri esas duruşa getirir ve ardından hangi makamda fasıl yapılacaksa onun veya çalınacak marşın adını belirterek “Haydi yallah!” komutuyla nevbet icrasını başlatırdı. Çevgâncılar, ellerindeki çevgânları sallayarak icraya katılırken zaman zaman “Ala ala heey!” diye bağırırlardı. Nevbetler, mehter gülbangi denilen dua ile sona erer; mehterler, mehterbaşına birer birer temenna ederek geri çekilirlerdi.
Tarihi geleneğe göre, Osman Gazi’ye bağımsızlık fermanının Söğüt’te bir ikindi vakti ulaştığı kabul edilir; bu anma vesilesiyle, barış zamanlarında da mehterhâne, her gün ikindi vaktinde, av partileri dahil olmak üzere padişahın nerede bulunursa bulunsun huzurunda nevbet çalardı. Osman Gazi, cihada davet kabul ettiği gibi, Selçuklu sultanına olan hürmeti göstermek için ayakta dinlemiş, bu uygulama Fâtih Sultan Mehmed’in son vermesine kadar devam etmiştir. Padişahın tahta çıkışlarında, kılıç alaylarında, zafer haberleri geldiğinde ve arefe divanlarında da nevbet çalınırdı.
Hassa mehterleri, savaşa padişah veya serdarla birlikte katılırlar; intikallerde ise saltanat sancaklarının arkasından at sırtında ilerleyerek çalıyorlardı. Savaşa sadece padişah ve serdâr-ı ekrem mehterlerinde bulunan kösler de götürülür ve fil veya deve sırtında çift olarak taşınırdı. Serdâr-ı ekrem mehterinde kös bulunmasının sebebi, padişahların sefere bizzat çıkmadıklarında saltanat sancaklarını serdâr-ı ekreme teslim etmeleridir; bu nedenle sancakla birlikte kösler de götürülürdü.
Mehterler, çarpışmalar başladığında askerin cesaretini artırmak ve düşmana korku vermek için daha coşkulu çalardı; özellikle kale muhasaralarında düşmanı uyutmamak amacıyla surların dibinde sabaha kadar çalmaya devam ederlerdi. Mehter takımı, ordunun geri çekilmesine kadar görevine devam ederdi, ancak en sonunda birlik geri çekildikten sonra yerini terk ederdi. Bu nedenle, II. Viyana Kuşatması bozgunu sırasında mehterler, en arkadan ve korumasız olarak çekildikleri için serdâr-ı ekrem mehterhânesi dahil neredeyse bütün takımların çalgıları düşman tarafından ele geçirilmiş ve günümüzde çeşitli Avrupa müzelerinde sergilenmektedir.
Mehter takımı nevbet vurmak üzere hilâl şeklinde toplanır, ortada tabbâlîn (tablzenân, davulcular), arkalarında zencciyân (zilzenân, zilciler), tabbâlînin sağında çevgâniyân (çevgânzenân, çevgâncılar), solunda zurnazenân (zurnacılar), çevgâniyânın yanında nefîriyân (boruzenân, borazancılar) ayakta durarak ve zurnazenânın yanında nakkārezenân (nakkāreciler) bağdaş kurmuş vaziyette oturarak yer alırlardı. Mehterbaşı ağa elinde bir zurna olduğu halde hilâlin ortasına gelir ve
- “Merhaba ey mehteraaan!” diyerek sağ eli göğsünde hafifçe eğilip selâm verirdi. Mehterlerin de aynı hareketle
- “Merhaba mehterbaşı ağa!” diye mukabele etmelerinden sonra mehterbaşı
- “hasduuur (aslı “rast dur” [doğru dur]), nevbete salâaa!” (hazır ol, haydi nevbet vurmaya) nidasıyla mehterleri esas duruşa geçirir ve ardından hangi makamda fasıl yapılacaksa onun veya çalınacak marşın adını “der fasl-ı ...” ifadesiyle belirtip,
- “Haydi yallah!” komutuyla nevbet icrasını başlatırdı. Çevgânzenler ellerindeki çevgânlarını sağa sola, aşağı yukarı sallayarak icraya katıldıkları gibi zaman zaman,
- “Ala ala heey!” diye de bağırırlardı. Nevbetler mehter gülbangi denilen dua ile son bulur, mehterler mehterbaşına birer birer temenna ederek çekilirlerdi.
Mehter gülbangi biri normal günlerdeki nevbetlerden sonra okunan “Eyyâm-ı âdiye gülbangi”, diğeri ordunun sefere çıkışında ve savaş sırasında okunan “Cenk gülbangi” olmak üzere iki çeşittir.
“Allah Allaaah, celîlü’l-cebbâr, muînü’s-settâr, hâliku’l-leyli ve’n-nehâr, lâyezâl, zü’l-celâl. Birdir Allah, O’nun birliğine, resûl-i enbiyâ peygamberimiz cenâb-ı Ahmed-i Mahmûd-ı Muhammed Mustafâ (bu ifade okunurken bütün mehterler elleri göğüslerinde olduğu halde rükûa gider gibi eğilirler, padişah geldiğinde ise sadece baş eğmekle yetinirler), âl-i evlâd-ı resûl-i müctebâ imdâd-ı rûhâniyyetine, pîrân, mürşidân, âşıkān, vâsılîn, hamele-i Kur’ân, güzeştegân, ehl-i îmân ervâhına, avn ü inâyetine; Halîfetü’l-İslâm es-Sultân İbnü’s-sultân’ın (padişahın ad ve lakapları) ve bilcümle ehl-i İslâm’ın necât ve saâdet ve selâmetine; pîrler, erenler, üçler, yediler, kırklar, göçenler demine, devrânına hû diyelim, hûûû!”
Gülbank tamamlanınca davullar ve ziller şiddetle vurularak bütün takım dokuz defa “hû” çeker (eğer varsa sonunda üç defa kös vurulur) ve tören sona ererdi.
Cenk gülbanginin metni ise farklıydı:
“Eûzübillâh, eûzübillâh. Hudâ’ya şükr-i bîhad, lâ ilâhe illallah el-melikü’l-hakku’l-mübîn Muhammedün resûlullāh sâdıku’l-va‘di’l-emîn. İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ ve yensurake’llāhu nasran azîzâ. Ey pâdişah u halîfetullāh-ı İslâm, aleyke avnullah. Sensin hâris-i dîn-i mübîn, hâris-i şerîatullāh. Uğrun açık olsun ey pâdişahım, ömr ü ikbâlin mezîd. Hudâ kılıcını keskin eylesin, nûr-ı şân-ı safvetini gün gibi bedîd. İşte furkān-ı adâlet, işte seyf-i şerîat. Tahtgâh-ı mülkünü eylesin tâ haşre kadar medîd. Rûh-i pâk-i fahr-i âlemi hoşnûd ettin; Hak gazâ-yı ekberin etsin mübârek ve saîd.”
Takımın içinden güzel sesli biri tiz perdeden, “Nasrun minallāhi ve fethun karîb ve beşşiri’l-mü’minîn” âyetini okur ve üç defa “Allah” diyecek kadar durulduktan sonra bütün aletlerle beraber davullar ve kösler hafifçe vurularak devamlı nüans yapılırken hep bir ağızdan “Allah Allah” denir. Gülbankçi tiz sesiyle “Allah Allah” deyince susulur ve gülbank devam eder:
“Eli kan, kılıcı kan, sînesi üryan, ciğeri püryan, meydân-ı şehâdette Allah yoluna revan. Guzât u şühedâya cemâl-i Hak görünür ayan. Kahrımız, gazabımız düşmana ziyan, yâ rahman” denir ve eyyâm-ı âdiye gülbangindeki “Birdir Allah …”
kelimeleriyle başlayan son kısımla devam edilerek “hû diyelim hû!” nidası ile gülbank bitirilir, ardından da bazan “yektir Allah!” veya “yâ fettâh!” diye bağrılırdı. Bu gülbangin diğer bir metninde ise bitiş,
“Kahrımız, gazabımız düşmana ziyan. Adüvden korkmadık, korkmayız hiçbir zaman. Kur’an’da zafer va‘dediyor hazret-i Yezdân. Uğrun açık olsun ey serdâr-ı mücâhid. Hudâ kılıcını keskin eylesin, ömrünü gün gibi bedîd. Fahr-i âlemi hoşnûd ettin; Hak gazâ-yı ekberin etsin mübârek ve saîd”
cümleleriyle olurdu.
1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte tabl ü alem mehterleri de lağvedilmiş ve Avrupa bandosu örnek alınarak Muzıka-yi Hümâyun kurulmuştur. Uzun bir aradan sonra, Ahmed Muhtar Paşa tarafından 1914’te Mehterhâne-yi Hâkānî adıyla Müze-i Askerî-i Osmânî’ye bağlı olarak yeni bir mehterhâne kurulmuş ve mehterbaşılığa Eyyûbî Ali Rıza Bey (Şengel) getirilmiştir. Eski marşlar unutulduğundan Ali Rıza Bey, kendi besteleriyle birlikte Muallim İsmâil Hakkı Bey, Hoca Kâzım (Uz) ve Kaptanzade Ali Rıza Bey gibi bestekârların yaptıkları bestelerden yeni bir repertuvar oluşturmuştur, klasik fasılları da dahil etmiştir. Ancak, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, yeni Askerî Müze idaresine devredilen bu takım 1935’te bir kez daha lağvedilmiştir.
Cumhuriyet döneminin ilk mehter takımı, 1952 yılında Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut tarafından altı kat olarak kurulmuş ve 29 Mayıs 1953’te düzenlenen İstanbul’un fethinin 500. yılı kutlama törenlerine katılmış ve halkın büyük bir heyecanla karşılanmıştır. Bu takımın yerine 1968’de zamanın Askerî Müze müdürü Sabahattin Doras’ın teklifiyle dokuz katlı bir mehter takımı oluşturulmuştur. Bu takım halen Askerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı’na bağlı Mehteran Bölüğü adı altında faaliyet göstermektedir. Ayrıca, Kültür Bakanlığı İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğu’nun ve bazı belediyelerin bünyesindeki mehter takımları da bu tarihi kültür mirasını yaşatmak amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir.
Güncelleme:18/04/2024
Kaynak:
- İslam Ansiklopedisi-Mehter[wbcr_html_snippet id=”404595″ title=”Resim kaynak ekle”]
Bunu Paylaş:
- Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- X'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
Bir yanıt yazın