Medinenin Vahabiler Tarafından Yağmalanması

Kategori: Tarihi Konular | 0
Medinenin Vahabiler Tarafından Yağmalanması

Vehhâbîlerin Medîne’ye girmeleri ve yağmaları. (Mir’ât-ül haremeyn) den alındı.
İslâm halîfelerinin yetmişbeşinci ve Osmanlı pâdişâhlarının onuncusu olan sultan birinci Süleymân hân, Medîne-i münevvere şehri etrâfındaki duvarları yenilemişti. Duvarlar çok sağlam yapıldıkları için Medîne-i münevvere şehri ikiyüzyetmişdört sene, eşkiyâ baskınına uğramadı. Şehirdeki müslümanlar rahat ve huzur içinde yaşadılar. Fakat, 1222 [m. 1807] senesi ilk aylarında Sü’ûdün eline düştüler.

Sü’ûd, Mekke-i Mükerremeyi ele geçirdikten ve Mekke etrâfındaki köylere hâkim olduktan sonra, köylerden topladığı yağmacıları Medîne şehri üzerine gönderdi. Bunların başına Bedây ve Nâdî adında iki kardeşi kumandan yapmıştı. Yolda karşılaştıkları müslüman köylerini yağma ettiler. Çok cana kıydılar. Bedây ve kardeşi Nâdî, Medîne etrâfındaki köylerden çoğunu yakıp yıktı. Eşyalarını yağma etti. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirmiş oldukları doğru yolda olan müslümanları kılıncdan geçirdi. Yakılan köyler, öldürülen müslümanlar, o kadar çoktu ki, belli bir sayı elde edilemedi. Medîne şehri etrâfındaki köyler, ölüm korkusundan ve yağmadan, işkenceden kurtulmak için, vehhâbî inanışlarını kabûl ettiler. Sü’ûda kul, köle oldular. Sü’ûd, Sâlih bin Sâlih ile Medîne şehrine bir mektûb gönderdi.

Sü’ûdün Medînedeki müslümanlara karşı yazdığı bu mektûbun tercümesi şöyledir:
Kıyâmet gününün mâlikinin adı ile başlıyorum. Medînenin âlimlerine, memurlarına ve tüccârlarına bildiririm ki, dünyada rahata ve huzura kavuşmak, ancak hidâyet bulanlar içindir. Ey Medîne ehâlîsi! Sizi hak dîne çağırıyorum. Âl-i İmrân sûresi, ondokuz ve seksenbeşinci âyetlerinde meâlen, (Allahın doğru bildiği din islâm dînidir. İslâmdan başka din edinenlerin, dinleri kabûl olmaz. Bunlar, âhıret gününde zarar edeceklerdir!) buyurulmuştur. Size karşı olan düşüncelerimin nasıl olduğunu bilmenizi istiyorum. Medîne ehâlîsine karşı sevgim ve bağlılığım vardır. Yanınıza gelip, Resûlullahın şehrinde bulunmak istiyorum. Beni dinlerseniz, emirlerime uyarsanız, size bir sıkıntı ve işkence yapmam.

Mekke şehrine girdiğim zaman, orada bulunanlar, benden hep iyilik gördüler. Yeniden müslüman olmanızı istiyorum. Emirlerime itaat ederseniz, yağmadan, ölümden ve işkenceden kendinizi kurtarırsınız. Allah sizi korur, ben de koruyucunuz olurum. Bu mektûbumu, güvendiğim adamım Sâlih bin Sâlih ile size gönderiyorum. İyi okuyunuz. Onun ile karara bağlayınız! Onun sözü, benim sözüm demektir.

Sâlih bin Sâlih ile gelen mektûb, Medînelileri çok korkuttu. Daha önce Tâifte yaptıkları işkenceleri, kılıncdan geçirdikleri kadınları, çocukları birkaç gün önce işitmişlerdi. Tüyleri ürpermişti. Sü’ûd bin Abdülazîzin mektûbuna evet veya hayır diyemediler. Canlarından da, dinlerinden de vazgeçemediler.
Eşkıyâsının başı olan Bedây hâini, mektûba cevap gelmeyince, Medînenin iskelesi olan (Yenbû’) şehri üzerine yürüdü. Bunu ele geçirdikten sonra, Medîneye gelip, şehri kuşattı. Sûrun, Anberiyye kapısına şiddetle saldırdı. O gün Şâm hâcıları Abdüllah Pâşanın emîrliği altında çıkageldiler. Şehrin sarılmış olduğunu görünce hâcılar ve birlikte bulunan askerler, Eşkiyâ ile döğüşmeye başladılar. İki saat süren kanlı muhârebede, ikiyüz kadar şakî kılıncdan geçirildi. Geri kalanları dağılıp kaçtılar.

Abdüllah Pâşa, hac vazîfesini yapıncaya kadar, Medînedeki müslümanlar rahat ettiler. Fakat, Şâm hâcıları, Medîneden çıkıp uzaklaşınca, Bedây hâini şehri yine kuşattı. Kubâ ve Avâlî ve Kurban denilen yerleri ele geçirdi. Buralara iki de tabya yaptı. Şehrin ulaştırma yollarını kesti. (Ayn-i zerkâ) denilen su yollarını yıktı. Böylece müslümanları aç ve susuz bıraktı.

MUCİZE:

Ayn-i zerkâ su yollarını yıkıp şehirde su kalmadığı zaman, Mescid-i Nebîdeki (Bahçe-tür-Resûl) içindeki kuyunun suyu çoğaldı. Acılığı ve sertliği kalmadı. Şehirdeki bütün müslümanlar su sıkıntısı çekmedi. Daha önce, bu kuyunun suyu acılığı ile meşhûr idi.

Muhâsara aylarla uzadı. Medînedeki müslümanlar, Şâm hâcıları gelir bizi yine kurtarır diyerek, ağır sıkıntılara katlandılar. Fakat, Şâm hâcıları gelince, emîrleri olan İbrâhîm Pâşa, karşı koyacak askeri olmadığı için, şehri onlara teslim ediniz dedi. Medînedeki müslümanlar bunu işitince, İbrâhîm Pâşanın Bedây ile konuşup anlaştığını, müslümanlara işkence ve zarar yapılmaması için ondan söz aldığını zannettiler. Tercümesi aşağıda yazılı mektûbu yazarak, Muhammed Tayyâr ve Hasen Çavuş ve Abdülkâdir İlyâs ve Ali adında dört kişi ile Sü’ûda gönderdiler.

Mektûb tercümesi:

Size karşı yapılması lâzım olan saygıyı bildirir ve selâmlarımızı arz ederiz. Allahü teâlâ, rızasına uygun olan işlerinizi başarılı eylesin! Ey şeyh Sü’ûd! Şâm hâcılarının emîri olan İbrâhîm pâşa buraya geldi. Şehrin Bedây tarafından kuşatılmış, susuz bırakılmış ve yollarının kesilmiş olduğunu gördü. Sebebini sordu. Bu işlerin sizin emrinizle yapılmış olduğunu anladı. Bizler, senin Medîne ehâlîsine karşı kötü niyette olmadığını umduğumuz için, bu çirkin ve kötü şeylerden haberin olmadığını düşündük. Başımıza gelenleri sana bildirmek için, ileri gelenlerimiz toplandık. Sözbirliğine vararak aramızdan en iyi, temiz olan dört kişiyi seçtik. Sana gönderdik. Bunların, bizi sevindirecek bir cevap ile geri dönmelerini Allahü teâlâdan duâ ediyoruz.

Sü’ûd, mektûbu alınca, elçilere çok sert davrandı. Medîne ehâlîsine çok kızgın ve düşman olduğunu bildirmekten hayâ etmedi. Elçiler, affetmesi için çok yalvardılar. Onun pis ayaklarına kapandılar ise de, hak olan dînimi kabûl etmiyeceğinizi, emirlerimi yapmıyacağınızı, açlıktan, susuzluktan ve sıkıntıdan bunalarak, tatlı dille beni aldatmak istediğinizi, sıkıntıdan kurtulmak için yalvardığınızı, mektûbu okuyunca anladım. İsteklerimi yapmaktan başka kurtuluş yolu yoktur. Emirlerini kabûl eder görünüp de, uygunsuz söz ve hareketiniz olursa, sizi de Tâifliler gibi inletir ve yok ederim dedi. Müslümanları mezheplerini bırakmaya zorladı.

Sü’ûdün, Medîneden gelen elçilere kabûl ettirdiği bozuk ve sapık sözler (Tarih-i vehhâbiyyân) kitabında uzun yazılıdır.

Medîneli elçiler, Sü’ûdün emirlerini zorla kabûl ettikten sonra geri döndüler. Medîneliler de, bunalmış olduklarından, boğulan kimsenin yılana sarıldığı gibi, başka birşey diyemediler. Anlaşmanın yedinci maddesi gereğince Bedây adamlarından yetmiş kişiye, Medîne kal’asını teslim ettiler. Anlaşmanın bir maddesi, Medînedeki türbelerin yıkılması idi. İşkencelerden kurtulabilmek için, anlaşmada bulunan emirleri, istemiyerek yaptılar. İstemiyerek yaptılar ise de, bu işleri pek kötü sonuçlara yol açtı.

İstanbul’a yazılan imdâd mektûblarına bir cevap alınamadı. Medîne ehâlîsi, üç sene işkence altında kaldı. Müslümanların, İstanbuldan yardım geleceğine Ümitleri kalmayınca, Sü’ûda mektûb yazdılar. Af ve merhamet etmesi için yalvardılar. Bu mektûbu, Hüseyn Şâkir ve Muhammed Segâyî adında iki kişi ile Der’ıyyeye gönderdiler. Fakat Sü’ûd, Medînelilerin, önce İstanbuldan yardım istemiş olduklarını işittiğinden, elçileri kabûl etmedi. Üç seneden beri sıkıntı ve işkence altında yaşamakta olan Medînelileri daha çok sıkıştırmak ve hırpalamak için büyük bir haydûd sürüsü ile Medîne üzerine yürüdü.

Arabistân çölünde bütün vahşîler ve köylüler, Sü’ûdü Necd pâdişâhı olarak tanıyorlardı. O ahmak ve alçak da, öteye beriye yazdığı mektûblara, (İmâm-üd-Der’ıyye-til-mecdiyye vel-ahkâm-id-davetin Necdiyye) diyerek imza ederdi.

Sü’ûd Medîneye girince, hemen türbelerin yıkılmasını, hem de türbe bakıcılarının yıkmalarını emreyledi. Üç sene önceki anlaşmanın üçüncü maddesine göre, müslümanlar birçok kıymetli türbeleri önceden yıkmışlar, mezarları yerle bir etmişler idi ise de, büyük ve mübârek bildikleri birkaç türbeye dokunamamışlardı. Bunları da, kendi hizmetcileri, ağlaya sızlaya yıkmaya başladılar. Hz. Hamzanın Uhuddaki türbesinin bekçisi olan müslüman, çok ihtiyâr olduğu için, bu işi yapamıyacağını bildirince, Sü’ûd kendi kölelerinden bir hâini, kubbeyi yıkmak için göndermiş.

Bu kimse türbeyi yıkmak için kubbe üstüne çıkınca düşüp ölmüş olduğundan, Sü’ûd habîsi, Hz. Hamzanın türbesini yıkmaktan vazgeçti. Fakat kapısını söktürdü. Bu bayağı emrini yaptırdıktan sonra, (Menâha) meydanında kurdurduğu kürsîye çıkıp, bir konuşma yaptı. Medînedeki müslümanların kendisine itaat etmek istemediklerini, korkudan münâfık olduklarını, eskisi gibi müşrik kalmak istediklerini söyledi. Sonra, kal’ada sığınmış olanların da gelip boyun bükmelerini, gelmiyenler için Tâife yaptırmış olduğu adaletin bunlara da yapılacağını, pek çirkin ve şımarık sözlerle anlattı.

Herkesin Menâha meydanında toplanmasını, sokak sokak bağırarak bildirdikleri için ve kal’a kapıları da kapatıldığı için, herkes korkmuştu. Tâifliler gibi işkence ile öldürüleceklerini anlamışlardı. Çocuklarının gözlerinden öperek, kadınlarına vedâ’ edip helâllaşarak, Menâha meydanında toplandılar. Erkekler bir tarafa, kadınlar başka tarafa çekilip, Resûlullahın mübârek türbesinin nûrlu kubbesine karşı boyun büktüler. Medîne-i münevverede o zamana kadar, böyle bir kara gün görülmemişti. Sü’ûd kuduruyor. Müslümanlara karşı görülmemiş bir kin ile köpürüyordu. Fakat, Resûlullahın bereketi ile, Allahü teâlâ, Medîne şehrini kana boyamaktan korudu.

Edebe, hayâya sığmıyan çok çirkin ve kötü sözlerle müslümanlara hakâret ettikten sonra, Medîne kal’asına eşkiyâsını yerleştirdi. En güvendiği Hasen Çavuş adındaki bir alçağı Medîneye vâlî bırakıp, kendisi (Der’ıyye)ye gitti. Hac zamanında Mekkeye gelip, hac yaptıktan sonra, yine Medîneye geldi. Şâm kâfilesi Medîneden iki üç konak açıldıkta, Sü’ûd mahkeme binâsına geldi. Resûlullahın mübârek türbesinde ve Mescid-i Nebevî hazînesinde bulunan ve bin seneden beri çeşidli islâm sultânları, islâm kumandanları, islâm sanatkârları ve islâm ilim adamları tarafından ve bütün islâm dünyasından seçilerek ve özenerek gönderilmiş olan pek kıymetli hediyeleri, tarihi büyük önem taşıyan sanat eserlerini, altınlarla süslü, cevherlerle ve kıymetli taşlarla işlenmiş behâ biçilmez eşyayı ve seçme mushaf ve nâdîde kitapları, taş yüreği ve kara kalbi titremeden yağma ettirdi.

Bu edebsizlikten ve alçaklıktan da, müslümanlara karşı olan kin ateşi sönemeyince, yıkılmaktan kurtulmuş olan Eshâb-ı kirâmın ve şehitlerin türbelerini de yıktırdı. Resûlullahın mübârek hücresinin kubbesini de yıktırmak istedi ise de, müslümanların hıçkırık ağlamaları ve yalvarmaları üzerine, Şebeke-i saadeti harap edip, duvarları bıraktı. Medîne şehrini çeviren duvarların tâmîr edilmesini emretti. Medîne ehâlîsini Mescid-i Nebîye topladı. Mescid kapılarını kapatıp, kürsîye çıktı. Şöyle dedi:

Ey cemaat! Size nasihat vermek ve emirlerime uymanızı tenbîh etmek için buraya topladım. Ey Medîne ehâlisi! Bugün dîniniz tamam oldu. Müslüman oldunuz. Allahı sevindirdiniz.Artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine özenmeyiniz! Allahın onlara rahmet etmesi için duâ etmeyiniz! Onların hepsi şirk üzere öldüler. Müşrik idiler. Allaha nasıl ibâdet edeceğinizi, nasıl duâ edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitaplarda bildirdim.

Din adamlarımın bildirdiklerine uymıyanlarınız olur ise, mallarınızın ve eşyanızın, çocuklarınızın ve kadınlarınızın, kanınızın, askerim için mubâh olduğunu biliniz! Hepinizi zincire bağlayıp, işkence yapacaklar ve öldüreceklerdir. Peygamberin türbesi önünde, dedelerinizin yaptığı gibi salât ve selâm söylemek için saygı ile durmak, vehhâbîlik dîninde yasaktır. Türbe önünde durmayıp, geçip gitmeli. Giderken yalnız, (Esselâmü alâ Muhammed) demelidir. Peygambere saygı, imamımız Muhammed bin Abdülvehhâbın ictihâdına göre bu kadar yetişir.

Sü’ûd, bu sözleri ve bunlara benzer daha birçok yazamıyacağımız çirkin ve kaba sözleri söyledikten sonra, Mescid-i saadetin kapılarını açtırdı. Oğlu Abdüllahı Medîneye vâlî bırakıp, kendisi Der’ıyyeye gitti. Bundan sonra, Abdüllah bin Sü’ûdün Medînedeki müslümanlara etmediği fenalık kalmadı.

Kaynak : Kurani Kerim’de Kıyamet ve Ahiret – İmam Gazali

Takip Et Ergunca:

Herkes Cennete Gitmek İster ama Hiç Ölmeden Cennete Gidilir mi?

Son yazıları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir