Krishnamurti Hakkında Bilgiler

  • Post author:
  • Post comments:0 Yorum

Krishnamurti Hakkında Bilgiler

Jiddu Krishnamurti (12 Mayıs 1895 – 17 Şubat 1986), Hindistan asıllı düşünür, konuşmacı ve yazar. Hindistan’ın Madanapalle kentinde doğdu. 1909 yılında C.W. Leadbeater tarafından keşfedildi. 13 yaşındayken Theosophical Society tarafından “Dünya Öğretmeni” olarak seçildi.

Konuşmaları ve yazıları herhangi bir dinle bağlantılı değildir. Kendisine mesihlik yakıştırılmış olmasına rağmen bunu kesinlikle reddetmiştir. Bütün dünyada geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmış olmasına rağmen çevresindekiler tarafından oluşturulan örgütü kendisi dağıtmıştır. Hiçbir zaman kendisini bir otorite olarak görmedi ve çevresinde müridlerin oluşmasını istemedi.

Her zaman bir birey ile bir başka birey olarak konuşmayı tercih etti. Krishnamurti, 1986’da ölümüne kadar konuşmalarını sürdürdü. Kendi adıyla basılan eserler Dünyayı dolaşarak yaptığı konuşmalardan derlenmiştir.

Konuşmalarında “hakikatin/gerçeğin yolları olmayan bir ülke” (“truth is a pathless land.”) olduğunu ve bireyin ancak sessiz/dingin bir farkındalıkla ve tüm yaşam ile bütünleşerek yaşaması halinde gerçeğin/hakikatin kendiliğinden geleceğini söylemiştir. Ölüm ile Yaşamın bir ve tekliği, yaşamın durağan olamayacağı, korku, özgürlük, şiddet, doğa ve çevre vb. üzerine konuşmalar yapmıştır.

Krishnamurti’nin doğum tarihi bir tartışma konusudur. Mary Lutyens bunun 12 Mayıs 1895 olduğunu belirledi, ancak Christine Williams o dönemdeki doğum kayıtlarının güvenilmezliğini ve 4 Mayıs 1895 ile 25 Mayıs 1896 arasında değişen tarihler olduğunu iddia eden ifadelerin bulunduğunu belirtiyor.

11 Mayıs 1895 tarihini elde etmek için yayınlanmış bir burç temelli hesaplamalar kullandı ancak bu konuda “şüpheciliğin bir ölçüsünü koruyor”. Doğum yeri, Madras Başkanlığı’nda (Andhra Pradesh’deki modern Chittoor Bölgesi) Madanapalle’nin küçük kasabasıydı.

Telugu konuşan bir Brahman ailesinde doğdu. Babası Jiddu Narayaniah, İngiliz sömürge yönetiminin bir memuru olarak istihdam edildi. Krishnamurti, on yaşındayken ölen annesi Sanjeevamma’ya düşkündü. Ebeveynlerinin altısı çocukluktan kurtulan toplam on bir çocuğu vardı.

1903 yılında aile, Krishnamurti’nin önceki bir konaklama sırasında sıtmaya yakalandığı Cudappah’a yerleşti. Uzun yıllar boyunca tekrarlayan hastalıklar geçirecekti. Hassas ve hasta bir çocuk, “belirsiz ve rüya gibi“, çoğu zaman zihinsel engelli olarak alındı ​​ve okulda düzenli olarak öğretmenleri ve evde babası tarafından dövüldü. On sekiz yaşındayken yazılan anılarda Krishnamurti, 1904’te ölen kız kardeşi ve merhum annesini görmek gibi psişik deneyimleri anlattı. Çocukluğu boyunca, hayatının geri kalanında onunla kalacak olan doğa ile bir bağ geliştirdi.

Krishnamurti’nin babası 1907’nin sonunda emekli oldu. Sınırlı olması Adyar’daki Teosofi Derneği’nin merkezinde çalışmak istedi. Narayanya 1882’den beri Teosofistti. Sonunda Toplum tarafından bir katip olarak işe alındı ​​ve Ocak 1909’da ailesiyle birlikte oraya taşındı. Narayaniah ve oğulları ilk başta toplumun bileşiğinin hemen dışında bulunan küçük bir kulübede yaşamaya atandılar.

Kitaplarından seçmeler

  • Zihin ve Düşünce Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Öğrenme ve Bilgi Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Özgürlük Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Yaşamak ve Ölmek Üzerine, Ayna Yayınevi
  • İlişki Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Korku Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Tanrı Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Doğa ve Çevre Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Çatışma Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Sevgi ve Yalnızlık Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Doğru Meslek Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Hakikat Üzerine, Ayna Yayınevi
  • Eğitim Üzerine, Ayna Yayınevi
  • İç Özgürlük, Çeviri: İlhan Güngören, Yol Yayınları
  • Zamanın Sonu, Ayna Yayınevi
  • Farklı Bir Yaşam, Ayna Yayınevi
  • Meditasyonlar, Ayna Yayınevi
    Sen Dünyasın, Omega Yayınları
    İçsel Devrim, Omega Yayınları
    Bilinenden Kurtulmak, Omega Yayınları
  • Bunları Düşün, Omega Yayınları
  • İlk ve Son Özgürlük, Omega Yayınları

KRISHNAMURTI’NİN TAVSİYELERİ

Soru: Efendim, bu dünyada nasıl yaşamam gerektiğini bana anlatabilir misiniz lütfen? Dünyanın bir parçası olmak istemiyorum, yine de dünyada yaşamak zorundayım, bir eve sahip olmak ve hayatımı kazanmak zorundayım.

Kaçmadan, bir manastıra kapanmadan, bir yelkenlinin içinde dünya gezisine çıkmadan, nasıl yaşanması gerektiğini öğrenmek, çocuklarımı değişik bir biçimde eğitmek istiyorum, ama ilk önce çevremizde bu kadar çok vahşet, tamah, ikiyüzlülük, birbirini geçme isteği ve acımasızlık varken nasıl yaşamalıyım?

KRISHNAMURTI: Bunu bir sorun yapmayalım. Herhangi bir şey sorun olduğu zaman, onun çözümüne yakalanırız; sorun bir kafes olur; daha ileri araştırma yapmamıza, anlamamıza engel olur. Bu yüzden, bütün hayatı geniş ve karmaşık bir soruna indirgemeyelim.

Eğer soru, içinde yaşadığımız topluma üstün gelmek için soruluyorsa, ya da o toplumun yerine koyacak bir şey bulmak için, ya da içinde yaşanmasına rağmen ondan kaçmaya çalışmak için soruluyorsa, bu kaçınılmaz olarak çelişkili ve ikiyüzlü bir hayata götürür. Bu soru, ideolojinin bütünüyle yadsınmasını da anlatıyor, değil mi? Eğer gerçekten araştırıyorsanız, işe bir sonuçla başlayamazsınız, ve bütün ideolojiler sonuçtur. Demek ki, ‘yaşamak’la ne demek istediğinizi öğrenmekle başlamalıyız.

Soru: Lütfen efendim adım adım gidelim.

KRISHNAMURTI: Adım adım, sabırla, araştıran bir zihin ve kalple bu konuya girebileceğimiz için çok sevindim. Şimdi yaşamak derken ne demek istiyorsunuz?

Soru: Dinlere, felsefelere, siyasal ütopyalara, her şeye inancımı yitirdim. Bireyler arasında, uluslar arasında savaş var. Bütün bunlarla yüz yüzeyim ve ne yapacağımı bilemiyorum.

KRISHNAMURTI: İstediğiniz nedir-değişik bir hayat mı, yoksa eski hayatın anlaşılmasıyla ortaya çıkacak yeni bir hayat mı? Eğer bu zihin karışıklığını neyin oluşturduğunu anlamaksızın değişik bir hayat sürmek istiyorsanız, her zaman çelişki, çatışma, zihin karışıklığı içinde olacaksınız. Ve bu da doğal olarak, yeni bir hayat değildir hiç. Bu yüzden yeni bir hayat mı istiyorsunuz, yoksa eskinin değişmiş bir devamını mı, ya da eskisini anlamak mı istiyorsunuz?

Soru: Ne istediğimden hiç emin değilim ama ne istediğimi görmeye başlıyorum. KRISHNAMURTI: ‘Neyi istemediğiniz’, özgür anlayışınıza, ya da zevk ve acınıza mı dayanıyor? Başkaldırılarınızla mı yargılıyorsunuz yoksa bu çatışma ve büyük acının nedenselliğini görüyor musunuz, ve bunu gördüğünüz için mi yadsıyorsunuz?

Temel sorunuz dünyada nasıl yaşanması gerektiği değil mi? Bunu bulmadan önce bu dünyanın ne olduğunu görelim. Dünya sadece çevremizdeki her şey değildir; dünya, bütün bu şeyler ve insanlarla, kendi kendinizle, fikirlerle olan ilişkimizdir de. Yani malla olan ilişkimiz, insanlarla, kavramlarla-hayat adını verdiğimiz olaylar ırmağıyla ilişkimizdir gerçekte.

Budur dünya. Uluslara, dinlere, iktisadi, siyasal ve etnik gruplara bölünmeler görüyoruz; bütün dünya dağılmış; ve, insanların kendi içlerinde parçalanmış oldukları kadar, dünya da dışarıda parçalanmış durumda. Gerçekte, dıştaki bu parçalanma, insan varlığının kendi içsel bölünmesinin açığa çıkarak göz önüne serilmesidir.

Soru: Evet, bu parçalanmayı çok açık olarak görüyorum ve şunu da anlamaya başlıyorum ki, insanoğlu sorumlu…

KRISHNAMURTI: İnsanoğlu ” SEN” sin.

Soru: O zaman kendi olduğumdan değişik biçimde yaşayabilir miyim? Birden bire anlıyorum ki, eğer bütünüyle değişik bir biçimde yaşamak zorunda kalırsam, içimde de yeni bir doğuşun, yeni bir akıl, yeni bir kalp, yeni gözlerin olması gerekiyor; bunun gerçekleşmediğini de anlıyoruz. Olduğum yolda yaşıyorum ve olduğum yol, hayatı olduğu gibi yapmış. Ama insan oradan nereye gider?

KRISHNAMURTI: Oradan hiçbir yere gitmiyorsunuz! Herhangi bir yere gidiş yok. Gidiş ya da daha iyi olduğunu düşündüğünüz bir şeyi, ülküyü arayış bize, ilerliyormuş, daha iyi bir dünyaya gidiyormuş duygusunu veriyor. Ama bu hareket hiç de hareket değildir, çünkü ulaşılmak istenen son, bizim kendi yoksulluğumuz, zihin karışıklığımız, hırs ve kıskançlığımızın izdüşümüdür.

Böylece ‘olan’ın karşıtı olması düşünülen bu ‘son’ gerçekte olanla aynı; ‘olan’ tarafından doğuruluyor. Bu yüzden ‘olan’la, ‘olması gereken’ arasında bir çatışma yaratıyor. Temel zihin karışıklığınızın ve çatışmamızın çıktığı yer burasıdır. ‘Son’ orada bir yerde değil, duvarın öteki yanında değil; ‘başlangıç ve son’ burada.

Soru: Lütfen bir dakika durun efendim; bunu hiç anlamıyorum. Ne olması gerektiği ülküsünün, olanı anlamamanın sonucu olduğunu mu söylüyorsunuz bana? Olması gerekenin, ‘olan’ olduğunu ve ‘olan’ dan ‘olması gereken’e yapılan bu hareketin gerçekte hiç de bir hareket olmadığını mı söylüyorsunuz bana?

KRISHNAMURTI: O bir fikir; bir kurgu. ‘Olan’ ı anlarsanız, ‘olması gereken’ e ne ihtiyaç olur?

Soru: Öyle mi? ‘Olan’ ı anlıyorum. Savaşın canavarcalığını, öldürmenin dehşetini anlıyorum; ve anladığım için öldürmeme ülküsüne sahibim. ‘Olan’ ı anlayışımdan doğuyor ülkü, demek ki bir kaçış değil.

KRISHNAMURTI: Eğer, öldürmenin korkunç olduğunu anlarsanız, öldürmemek için bir ülküye mi sahip olmak zorundasınız? Belki ‘anlamak’ kavramında açık değiliz. Bir şeyi anladığımızı söylediğimiz zaman, onun söylediği her şeyi öğrenmiş olduğunuzu da anlatır bu, değil mi?

Bir şeyi araştırdık, doğru ya da yanlış olduğunu bulduk…. Aynı zamanda, bu anlamanın zihinsel bir iş olmayıp kişinin onu kalbinin derinliklerinde hissettiğini de anlatır, değil mi? Sadece, zihin ve kalp kusursuz bir uyum içinde olduğu zaman anlayış vardır. Sonra kişi der ki, “Bunu anladım ve işim bitti.” Artık daha da çatışma doğuracak canlılığı kalmamıştır artık onun. Her ikimiz de ‘anlamak’ kavramına aynı anlamı mı veriyoruz?

Soru: Önceden değil, ama şimdi, söylediğinizin doğru olduğunu görüyorum. Ama dünyanın bütün karışıklığının benim kendi karışıklığım olduğunu dürüstçe anlayamıyorum. Bunu nasıl anlayabilirim? Karışıklığı, dünyanın ve kendimin bütün karışıklığını ve şaşkınlığını nasıl bütünüyle öğrenebilirim?

KRISHNAMURTI: ‘Nasıl’ kelimesini kullanmayın lütfen. Soru: Niçin? KRISHNAMURTI: “Nasıl?”, size şunu anlatıyor: Birisi, size bir yöntem, bir reçete verecek ve siz bunu uygularsanız bir anlayış elde edeceksiniz. Anlayış, bir yöntemle olabilir mi hiç?

Anlayış, aşk ve zihnin aklı başındalığıdır. Ve aşkın alıştırması yapılamaz ya da öğretilemez. Zihnin aklıbaşındalığı, ‘şey’ leri oldukları gibi, heyecana kapılmadan, duygusal olmadan görürken, duru bir algı varken ortaya çıkabilir. Bu iki şeyin hiç birisi, ne bir başkası, ne kendinizin ne de başkasının bulduğu bir sistemle öğretilemez.

Soru: Çok inandırıcısınız efendim, yoksa bu belki de çok mantıksal olmanızdan mı? Her şeyi sizin gördüğünüz gibi görmem için beni etkilemeye çalışıyor musunuz?

KRISHNAMURTI: Tanrı korusun! Her hangi bir biçimiyle etkileme, aşk için yıkıcıdır. Zihni, hassas, uyanık yapmak için yapılan propoganda, zihni sadece karartır ve hassaslığını yok eder. Bu yüzden hiçbir şekilde sizi etkilemeye ya da inandırmaya ya da sizi bağımlı kılmaya çalışmıyoruz. Birlikte araştırabilmemiz için hem benden hem de kendi önyargı ve korkularınızdan kurtulmuş olmalısınız.

Yoksa olduğunuz yerde daireler çizersiniz. Bu yüzden asıl sorunuza dönmeliyiz; bu dünyada nasıl yaşamalıyım? Bu dünyada yaşayabilmek için dünyayı yadsımalıyız. Bununla şunu demek istiyoruz; ülküyü, savaşı, bölünmeyi, yarışmayı, v.b, yadsı. Bir okul çocuğunun, anne ve babasına başkaldırması gibi dünyayı yadsı demek istemiyoruz. Dünyayı anladığımız için, ‘yadsı’ demek istiyoruz. Bu anlayış bir ‘olumsuzlama’dır.

Soru: Bu benim boyumu aşıyor.

KRISHNAMURTI: Bu dünyanın karışıklığı ve çirkinliği içinde yaşamak istemediğinizi söylediniz. Bu yüzden onu yadsıyorsunuz. Ama hangi temel üzerinde yadsıyorsunuz, niçin yadsıyorsunuz? Barışçıl, bütünüyle güvenlik ve kendi içine kapanık bir hayat yaşamak istediğiniz için mi yadsıyorsunuz, yoksa dünyanın gerçekten ne olduğunu gördüğünüz için mi yadsıyorsunuz?

Soru: Sanırım, çevremde olmakta olan şeyleri gördüğüm için yadsıyorum. Doğallıkla, ön yargılarım ve korkum da içine giriyor. Yani, gerçekte olmakta olanla, benim kendi endişemin bir karışımı.

KRISHNAMURTI: Hangisi üstün geliyor, kendi endişeniz mi, yoksa çevrenizdekini gerçekten görmek mi? Eğer korku baskınsa, o zaman çevrenizde gerçekte olmakta olanı göremezsiniz, çünkü korku karanlıktır ve karanlıkta kesinlikle bir şey göremezsiniz. Eğer bunu anlarsanız, o zaman dünyayı ve kendinizi gerçekte olduğu gibi görebilirsiniz. Çünkü siz dünyasınız ve dünya sizsiniz; bunlar iki ayrı varlık değil.

Soru: “Dünya benim ve ben dünyayım” ile ne demek istediğinizi daha geniş olarak açıklayabilir misiniz?

KRISHNAMURTI: Gerçekten bunun açıklamaya ihtiyacı var mı? Ayrıntılarıyla sizin ne olduğunuzu ve bunun dünyanın ne olduğuyla aynı olduğunu size betimlememi mi istiyorsunuz? Bu betimleme, sizi dünya olduğunuza inandıracak mı? Mantıksal, size neden ve sonucu gösteren bir açıklamalar dizisiyle inanacak mısınız? Eğer dikkatli bir betimlemeyle inandıysanız, bu size bir anlayış verecek mi?

Sizin dünya olduğunuzu hissettirecek mi? Dünya için sorumluluk hissettirecek mi? Bizim insansal hırsımız, kıskançlık, saldırganlık ve vahşetimizin, içinde yaşadığımız toplumu ortaya çıkardığı o kadar açık ki; ne olduğumuzun yasallaştırılmış bir evetlenişi. Sanırım ki, gerçekten yeter derecede açık bu ve bu konuya artık zaman harcamayalım. Görüyorsunuz, bunu hissetmiyoruz, sevmiyoruz, bu yüzden de ben ve dünya arasında bir bölünme var.

Ergunca
Ergunca tarafından yazılan son yazılar (Hepsi)

Yorum yapmaya ne dersiniz?