Kaşkayiler -Kaşkay Türkleri
Tasarladığımız araştırma plânını atlı göçebe Türk medeniyeti zemininde ele alacağız. Bu itibarla Anadolu’dan yapabileceğimiz tespitleri İran’dan Kaşkaylar; Gürcistan, Azerbaycan, İran ve Anadolu’dan Karapahları; İran coğrafyasından Hazara Türkleri ile birlikte alıyoruz.
Böylece Vatan – İran-Turan hattında başlattığımız Türk halk inançları çalışmalarına bir ilmek daha eklemiş olacağız. Küreselleşen dünyada medeniyetler çatışması yaşanırken Türk bozkır medeniyetinin Türk dünyasının bu kültür savaşında çıkış noktası olabileceğini düşünüyoruz. Türk dünyasının yegâne ortak paydası bu medeniyetin kalıntıları ve ümidi de bize göre medeniyetin çağımıza taşınmasıdır.
Bu itibarladır ki, rahmetli İbrahim Kafesoğlu’nun ve rahmetli Osman Turan’ın yaptığı tespitlerden yararlanacağız. Bozkır kültürü diye ifade ettiğimiz kültür tipi, atlı göçebelikten ibaret değildir. Merkezinde at yetiştiriciliği ve çobanlık vardır. Faaliyet alanı Karadeniz’in kuzey düzlüğü ile Kuzey Türkistan arasındaki İskit sahasıdır.
Göçebe sanat türü olan hayvan uslûbü burada doğup gelişmiştir. Bu kültür M.Ö. 5-9 asırda teşekkül etmiş, Avrasya’ya buradan yayılmıştır. Avrasya bozkırlarında M.Ö. 1. yüzyıl başlarında yaşayan atlı kavimlerin, İskitlerdeki kültür belirtilerini Türklerden alınmış olabileceği belirtilmiştir.
İskit kültürü ile Altay arkeolojik buluntuları arasında benzerlikler vardır.
Altay nazariyesine gelince, bu kültür Altay yaylalarında proto Türkler – Türklerin ataları tarafından bozkır kültürü olarak geliştirilmiştir. Atın ehlileştirilmesi, atlı çoban kültürünün ortaya konması Türklere bağlanılmaktadır.
Orhun Kitabelerine göre Türk bozkır cemiyetinin yapısı, oğuş -aile ulus-aileler birliği, bod-boy, kabile, bodun-boylar birliği, İl (el)-müstakil topluluk, devlet, imparatorluk şeklindedir. Eski Türk devleti aile ve ordu gibi iki sosyal birliğe dayanıyordu. Bu sistemde toprak köleliği yoktur. Din adamları imtiyazlı sınıf değildir. Hukuk esasları töre gereğince yürütülüyordu. Şamanlık Türklerin kendi düşünce mahsulleri olmayıp çeşitli dinlerden gelen tesirlerin birbirleri ile karışmasından meydana çıkmış bir tasavvur örgüsüdür. Bozkır Türklerinde din Gök-Tanrı dini idi ve bu tek Tanrılı bir inanç sistemi idi. Bu dinde putçuluk yoktu. Din adamının adı “Kam“dı .
İran Türklüğü incelenirken kültür sosyoloji ile etnik sosyolojinin birleştiği kavşakta, kültür milliyetçilerinin gözardı edemeyecekleri millî hassasiyetler vardı. Kaşkay halk kültürünü incelerken bu nokta tekrar dikkatimizi çekti. İran’da kültürel Türkçülük serpilip gelişirken hareketin siyasî adı ne olmalı idi?
Mücadele hangi noktaya kadar ve ne tür tezahürler göstererek “Azeri kültürel kimliği” adına yapılabilirdi. Çalışma alanı kültür milliyetçiliği olan araştırmacı, millî kültür hareketlerinin millî – siyasî hareketlere dönüşme noktasında, geleceğe yönelik tehditlere karşı temkinli olmak adına tedbirli davranmak durumundadır.
Bize göre, “Azeri” diye bir millet yoktur ve hiç olmamıştır. Azerbaycan büyük çoğunluğu Oğuz olan, bir kısmı da Kıpçak Türklerinden gelen bir Türk yurdunun adıdır. Bu yurtta yaşayan Türklere yurdun adı itibarıyla de olsa “Azeri” veya “Azeri Türkü” demektense Azerbaycan Türkü denilmelidir.
Başka bir ifade ile, muhakkak boy yapılanmasından yola çıkılarak izahı veya adlandırma gerekiyor ise, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, Anadolu ve bu arada İran Türklüğünü Oğuz Türklüğü teşkil eder. Kaşkay Türklerinden sonra, İran’ın diğer Türk kesimlerini de halk kültürü itibarıyla ele almayı tasarladığımızdan bu açıklamayı yapmakta yarar bulduk.
İran Türklüğünü, İran’daki Türk etnik kesimlerinden birisinin adına geliştirilmek istenilmesinin ileride doğurabileceği sakıncalar konusunda biz ilk ciddî kritiği Prof. Y. Ak pınar’ dan aldık. Meseleye bu açıdan bakılınca tamamen haklı idi ve yer verdiği açıklamalar bizim yabancımız değildi. Konuya dair evvelce de eleştiri ortamlarını paylaşmıştık.
Rahmetli E. Elçibey ile İran Türklüğü, İran’da Azerbaycan Türklüğü, mücadelenin safhaları ve Türk etnik halkalarının zamanla iltisakları konusunu tartışmış ve bu görüşleri E. Elçibey’in bazı teorisyenleri ile paylaşmıştık. “İran’daki kültürel Türkçülüğün bir noktaya gelmişliği itibarıyla Güney Azerbaycan Türklüğü öncelikli ve özel konumlu olmalı mı idi? Periyotlar nasıl tayin edilebilmeli ve kesimlerdeki parabol nasıl sağlanılmalı idi?” gibi konular tartışılmış muhtemel sakıncaların izole edilebilme yolları üzerinde durulmuştu.
Kaşkay halk kültürü ile tanıştığımız nispette anlamaya başladık ki, Azerbaycan Türk coğrafyası Oğuz Türk kültürüne başka bir çeşni katarak güzelleşmiş ve bir variyant oluşturmuştur. Kaşkay halk kültürü ise, Oğuz Türk kültürünün daha yalın ve daha orijinal tezahürüdür. Bu nokta, İran Türklüğünün ileride muhtemel sapmalara sürüklenmesini önlemek itibarıyla bilinmesi gereken hassas bir husustur.
Dünya Türklüğünün parçaları ele alınırken bu parçaların bir bütün oluşturmaları hedefine ters düşebilecek ihtilâf tohumlarına karşı şuurlu olunmalıdır. İran Türklüğünün niteliği belirtilirken meselâ Kuzeydoğu İran’ın Türkmenleri anlatılırken, bunların Güney Azerbaycan’ın Türkleri gibi Oğuz /Türkmen oldukları gerçeğinin açıklanması ihmal edilmemelidir. Nitekim İran Türklüğünden bahsederken; Dünya Azerbaycan Türklüğünün miktarını tadat edip “şu kadar da Türkiye Azerisi vardır” demek, teorik ve stratejik hatadır. İran ve Türkiye Türklüğü dünya Türklüğünün, aslî unsurlarıdırlar. Ayrıca bir Azeri dünyası paftası çıkarmak bu paftanın parçalarını bilhassa diğer Türk kesimlerinde aramak bize göre; ileride doğabilecek sakıncalara davet çıkarmak olur. Bu tür tutumlar Türk birliğini bozucu kısır zihniyetlerdir. İyi niyetli arayış mahsulü dâhi olsalar, iyi olmayan emellere alet edilebilirler kanaatindeyiz. Genelde durum bu iken, özelde farklı tartışmalar açılabilir.
Kaşkayiler İran’ın İsfahan, Fars, (Şiraz, Firuzabat) Köhlükiye, Boyurahmet, Buşehir, Huzistan bölgesinde yaşamaktadırlar. Kaşkaylar, İran’da kısmen göçebe hayat süren, oldukça büyük ve kalabalık bir Türk boyudur. Göçerlerin göç alanları, yolları ve yaşam tarzları çok iyi bir şekilde plânlanmıştır. Ekseriyetle kışı İran Körfezi’nin doğusundaki Zagras dağlarının doğu eteklerinde geçirirler. İlkbahara doğru kuzeyde İsfahan eyaletine çıkmakta, kış başlangıcında ise tekrar güneye dönmektedirler. Sayılarının net bir şekilde bilinmemesine rağmen göçerler dâhil 3 milyon civarında oldukları sanılmaktadır.
Yılda iki defa göç eden Kaşkayilerin ilk göçü ilkbaharda ikinci göçü sonbaharda olur. Göçün kesin tarihini havaların gidişatı, yem durumu gibi hususlar tayin eder. Göç bazen teker teker bomku (uruk)lar şeklinde olur, bazen iki üç bomku birleşerek göçer; göçün zamanına, göçe katılacak olanlara ve göçün süresine aksakallar karar verir. Göçten evvel aksakallar fala bakarlar, iştahare ederler göçün zamanını tayin ederler.
Aksakallar yaşlı erkeklerden oluşur, aksaçlıdan aksakal olmaz. Aksaçın geçerli sözü olmaz. Bir aksakal ölünce onun söz hakkı oğluna geçer, oğlu yok ise erkek kardeşine geçer. Yönetim daima erkek akrabalıkla sürer. Göç esnasında her bomku (uruk)un göçeceği yer, izleyeceği yol, kışlık ve yazlık yurtlar göç boyunca konaklanılan yollar belirlenmiştir. Kışlık yurtların seçimi; yüksek yer yurtlan için dağ tepeleri ve yakın yurtlar için rakımı düşük yerler seçilir. Göç, eşyaların toplanması ile başlar; eşyaları kadınlar, çadırları erkekler toplar. Bir çadırda; yorgan, döşek, yastık, yaygı gibi eşyaların yanısıra şunlar da bulunur: merfeç; merfeç de diğerleri gibi elde dokunur, çok büyük bir yün hurçtur. Develerin üzerinde kullanılır. Son yıllarda evlerde süs amaçlı küçük merfeçler dokunmaktadır.
Çuval, eşekler tarafından taşınır, buğday, pirinç, un konulur. Tuzdan; içine sadece tuz konur. Yarım çuval kadardır. Çente; tuzdanın yarısından da küçüktür. Beledan; içine okluğu (oklavı) devircek, demirden yapılır.(Saçm üzerindeki ekmeği çevirmek ve götürmek içindir. Kaykaylarda derin tandır yoktur, göçebe kültüründe tandırın yeri yoktur. Hore; eşeğe ait olan orta boy heybedir. Doğma; davarlara damga vurmak için, kullanılır.
Aftava; ibrik, su kaynatmak içindir. Reşme; yün örgü ip, dokart; davar, yapağı makasıdır. Ağaç Gif; Zakar dokumacılıkta kullanılır. Kirman; yünü eğirmek içindir. Dibek; havan, dibek ay; İplik mekiği. Çarpana; Ayran çırpmak için yayığın asıldığı yer.
Bugün Kaşkayilerin ancak üçte ikisi kanunlarla iskâna mecbur tutulmuştur. Diğerleri ise hâlen atalarının geleneklerine sadık, eski Türk hayatını yaşayarak, resmî idare sistemine sımsıkı bağlanmışlardır. Kaşkayi ili bugün bile, İran’ın güneyindeki Fars eyaletinin en kudretli ve nüfuslu aşiretidir. İran’da siyasî olaylara karışan Kaşkayiler İktisadî yönden zengin topraklara sahiptirler. At yetiştiriciliğinde, halıcılık ve el dokumacılığında dünyaca tanınmışlardır.
Kaşkayiler cesur ve civanmert insanlardır. Bu özelliklerini görebilmek için büyük çoğunluğu hamaset içerikli mahallî menkibe de olsa Kaşkayi tarihlerine göz atmak gerekir:
Yaklaşık 400 yıl önce Nadir Şah zamanında Kia Kulu Han Kurt Kaşkay, Fars hükümdarının baskısına dayanamayıp ekibiyle baş kaldırmıştır. Sonra, Nadir Şah’ın emriyle Kia kulu Han tutuklanmış ve Nadir Şah’a götürülürken işkence ile öldürüleceğini bildiğinden yolda intihar etmiştir.
Şah Abbasi Safevi döneminde Fars hükümdarı Yakup Dulkadir Handır. Yakup Hanın önde gelen amacı, Fars bölgesinde yaşayan Kaşkay halkına zulüm etmektir. Ebül Kasım Bey Farsimedanı Kaşkay, Yakup Hanla savaşmak zorunda kalmış; Kaşkayiler bu savaşı kaybetmişler ve dağlara çıkmışlardır. Ancak Yakup Han, Ebül Kasım Bey ve arkadaşlarım yakalamış ve onları öldürmüştür.
Zendiye hükümeti zamanında Fars Valisi Haşim Beyat Han, vergi vermedikleri gerekçesi ile Kaşkayilere saldırı emri vermiştir. Kaşkay İlhanı İsmail Kağan savaşlarıyla Haşim Hanın ordusuna karşı koymuş, ancak sayısal üstünlük karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştır. Ayrıca tüm malları, Haşim Hanın ordusu tarafından gasp edilmiştir.
1730 yılında Felheli Afşar Hanı, Kerim Zend Hanı takip ederken çıkan çatışmadan sonra Kerim Han yenilmiş ve kaçmıştır. Felheli Han, Kerim Hanı yakalamaktan ümidi kesip Kerim Hanı korudukları bahanesiyle 2.000 Kaşkayi öldürmesi üzerine kardeş kanı dökülmüş ve tüm eşyalarına el konulmuştur.
Kaçar Şahı Ağa Muhammed Han, Şiraz’ı fethetmek için yola çıkmış, İsfahan yakınlarındaki korumasız Kaşkay halkı bu sefer de mağdur olmuşlardır. Fetheli Kaçar Şahı döneminde Kaşkayiler ve Bahtiyarıler arasında İsfahan’ın Brugen bölgesinde savaş çıkmış, Savaşı Kaşkaylar kazanmıştır.
General Karagözlü, Fars Valisinin emrine karşı gelmiş ve Kirman’daki Erge Bern’den çıkmayı reddetmiştir. Fars hükümdarı, Kaşkilerden yardım istemiş ve onlara “saldır” emri vermiştir. Çatışmada Kaşkay İlhanı Mustafa Kolu’nun tüfekerlerinin komutanı hayatını kaybetmiş ancak Kaşkayiler savaşı kazanmışlardır. Erge Bern’i kurtarmışlar ve General Karagözlü’yü tutuklamışlardır.
Fars Hükümdarı Hüseyn Eli Mirza, Kaşkayları yok etmeyi amaçlamış ve bu doğrultuda Kaşkay İlhanı Mürteza Kolu’yu davet etmiş ve onu Pergan kalesine götürmüştür. Mürteza Kolu ve arkadaşlarını kale girişinde kurşun yağmuruna tutturmuştur. Bu olayda Mürteza Kolu yaralanmış ve hükümdarın hapisanesinde yaşamını yitirmiştir. Geri kalan tüm arkadaşları da hayatlarını kaybetmişlerdir.
Şeyh Said Masğali ve Şeyh Abdurrahman Keşmi, Bender Abbas şehrini ve İran’ın güneyini işgal etmişler, bağımsızlık iddiasında bulunmuşlardır. Hükümet, Kaşkay İlhanı Mehmet Eli Kağan’dan Bender Abbas şehrini kurtarmalarını istemiştir. Kaşkay Reis savaşçılarıyla iki günlük savaştan sonra Şeyh Said’i kaçmaya zorlamışlar ve kenti kurtarmışlardır. Merkezî hükümet Kaşkay İlhanını liyakat nişanıyla ödüllendirmiştir.
1850 yılında İngilizler; İran, Afganistan’ın Herat kentini işgal etti diye Buşehr ve İran’ın güneyine saldırmışlardır. Nasreddin Şah, Kaşkay İlhanı Mehmet Kolu Kağan’dan hükümet güçlerine yardım etmelerini istemiş; sonuçta Buşehrin Nenizak bölgesinde Kaşkayların gece saldırısı ile İngiliz kuvvetleri hezimete uğrayıp kaçmak zorunda kalmışlardır.
Kaşkayların İngiliz kuvvetlerine karşı ikinci saldırısı Sohrab ve Darab Kağan komutasında gerçekleşmiştir, İngiliz güçleri, Kaşkay savaşçılarına karşı koyamaz ve geri çekilirler. İngiliz hükümeti, merkezî hükümetle barışmak zorunda kalmış, Buşehr ve Hirat kentlerini boşaltmışlardır.
Fars hükümdarı Hüseyn Han Ojdanbaşı (Nezamoddeleh) halka zulüm eder. Halk zalim hükümdardan kurtulmak için Kaşkay reisinden yardım ister. Kaşkay reisi, 15 bin savaşçısıyla, Şiraz’ın Vekil Camisi’ni kuşatır ve Nezamoddeleh’i yakalayarak Tahran’a gönderir.
Kaşkay reisi Soletdolehi, özgürlükçü güçlerin de yardımıyla baskıcı rejime ve meşrutiyete karşı olan güçlere baş kaldırmıştır. Bu çatışmada Kavamolmoluk’un kardeşi, Kaşkaylar tarafından öldürülür. Habib Han Kavam ise kaçarak İngiliz Konsolosluğuna sığınır.
Ali Kağan Salar Savaşı (1929), Rıza Şah, Soletdolehi’yi yakalayıp hapse attığı için başlamıştır. Kaşkay kuvvetleri ayaklanır ve bunun sonucunda Soletdolehi serbest bırakılarak kendisine merkezî hükümetten bir takım imkânlar sağlanır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngilizler ve SI’R (Güney Polisi) güçleri Şiraz’ı işgal etmişlerdir. Soletdolehi komutasındaki Kaşkay kuvvetleri, kenti dört bir yandan kuşatmışlar, İngilizleri ve diğer yabancı orduları bozguna uğratarak kenti işgalden kurtarmışlardır.
1943 yılında İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, Kaşkayları ortadan kaldırmak için savaş açmıştır. Bu savaşlarda Kaşkaylar, Somirom, Kazerun ve Firozabad kentlerine saldırmak zorunda kalmış ve hükümet güçlerini bozguna uğratmışlardır. Kaşgaylar bu çatışmaların hepsinden kazançlı çıkmışlardır.
1967 yılında Muhammed Rıza Şah’ın zulmü ve baskıcı rejimi halkı bunaltmış ve Kaşkaylar, Bahman Han önderliğinde devlete karşı ayaklanma başlatmışlardır. Ayaklanma, merkezî hükümetin birtakım vaatler vermesi ile sona ermiştir. Ancak, Şah’ın güçleri verdikleri güvencelere rağmen masum halka saldırmaktan geri durmamışlar ve daha sonra başlayan savaş üç yıl sürmüştür.
İran Devrimi’nden sonra yapılan meclis seçimlerinde Kaşkay Kağanının kardeşi Hosru Han başarılı oldu. Anayasa Mahkemesinin Türk hakları üzerinde tartışma başlatması üzerine Kaşkay ordusu Fars bölgesinde hükümete karşı çıktı. İki yıl süren savaştan sonra, İran kuvvetleri bu savaşı kazandı ve Hosru Han ile iki arkadaşını idam etti. Yüzlerce kişinin Kaşkay bölgelerinde yaşamalarını yasakladılar. İran hükümdarları her zaman Kaşkaylarla savaşmaları için başka aşiretleri kışkırtmışlardır.
Türk boyları arasında, yerel ihtilâflar, tarih boyunca hiç bitmemiştir. Bu hâl göçebe Türk kesimlerinde daha yoğun olarak gözlenir. Aralarındaki ihtilâf birlik ve bütünlük içinde olmalarını engellemiş; bu hâl emperyal güçlerin yönetimi ele geçirmesine yol açmıştır. Anadolu Türkmen aşiretleri arasında ve aşiretlerle merkezî yönetim arasında cereyan eden ve destanları ağıtlaşan yüzlerce olay vardır.
Kaşkayların İran’a gelişleri hakkında tarih kaynaklarında kesin bir bilgiye rastlanmamaktadır. Aslen Oğuz Türklerinin Kayı boyundan kopma bir uruk olan Kaşkaylar, Cengiz Han harekâtına katılarak Rızaye Gölü, Van gölü, İrevan ve Nahçivan çevresinde yerleşmişler ve bu dönemden itibaren yaşamaya başlamışlardır. Bundan 800 yıl önce baskı ve zulümlere maruz kaldıkları için küçük gruplar hâlinde İran’ın güneyine göç etmişlerdir. Safeviler zamanında büyük bir il olmuşlardır. Bu zamandan itibaren bunları bir süre Cani Ağa adlı bir kağan yönetmiştir.
“Kaşkay” adının nereden geldiği hakkında birkaç farklı görüş vardır. Bu görüşler şunlardır: Kaşkay adı iki kelimeden oluşmaktadır. “Kaş”-“Kayı”. Kaş akıncı birlik demektir. Kayı ise, 24 Oğuz boyundan biridir. Kaşkayilerin atlarının alnı beyaz olduğu için bu adı almışlardır. Kaşkar şehri, Kaşkayların ilk yaşadıkları yer olduğu için bu adı aldıkları söylenmektedir.
Kaşkay dili, Batı Oğuz Türklerinin kullandığı dillerdendir. Azerbaycan ve İstanbul dilleri ile kökeni aynı olup yalnızca şiveleri yönünden farklıdır. Kaşkayların Nadir Şah zamanına kadar kendi alfabeleri vardı. Bu alfabe 40 harfli idi.
Kaşkayların idare sistemini göçebelik dönemlerinden beri süregelen hayat gelenekleri oluşturur. Buna göre, İlhan, uruğun mutlak hâkimidir. Halkın idaresini bütünüyle o düzenler. Göç yollarının idaresi ve düzeni de ona aittir. Bu süratle Kaşkaylar en eski Türk göçebe devletinin son örneği olarak kabul edilebilir.
Kaşkay ilinin en önemli mesleği hayvancılıktır. Bu yüzden göçebe olarak yaşarlar. Geniş ve verimli arazileri olduğu için hayvancılıktan sonra gelen meslek ziraatçiliktir. Bu mesleklere bağlı olarak bütün ihtiyaçlarını kendileri karşılarlar. Bu yüzden şehir hayatına fazla ihtiyaç duymazlar.
Kaşkaylar için el dokumacılığı da çok önemlidir. Dokumacılıktan kendi ihtiyaçlarını karşıladıkları gibi gelir de elde ederler. Bu yüzden el dokumacılığında çok başarılı olmuşlardır. Kaşkaylar hayvancılıkla uğraşırlar. Hayvanlardan elde ettikleri yünleri önce ip hâline getirirler. Bu ipleri doğal bitkilerden faydalanarak çeşitli renklerde boyarlar ve el dokumacılığında kullanırlar. El dokumalarının çeşitleri şunlardır: halı, gebbe, kilim, cacim, rend, keçe, çadır. Kaşkaylar eskiden beri el dokumacılığına büyük önem vermişlerdir. El dokumacılığı artık gelenek hâline gelmiştir. Bu yüzden el dokumacılığında çok başarılı olmuşlardır. Bunun en iyi örneği, Viktoriya Müzesindeki 400 yıllık Kaşkay halısıdır. Hatta 1995 yılında Almanya’da düzenlenen el dokumaları yarışmasında birinci olmuşlardır. Günümüzde Kaşkay el dokumaları, İran dokumaları adı altında dünyadaki pek çok evi süslemektedir.
Kaşkaylar hayvancılıkla uğraştıkları için hayvanların her türlü ürününden faydalanırlar. Etini yerler, yünlerini el dokumacılığında kullanırlar ve derilerini de gereksinim duydukları bazı eşyaların yapımında kullanırlar. Bu eşyalar şunlardır: meşk (Su saklamak ve taşımak için kullanılır), yağ derisi, peynir derisi yayık ayranı derisi, yoğurt derisi, debbe (barut yeri), halhal yeri, saçma yeri, silâh kabı,
Kaşkaylar göçebe olarak yaşadıkları için eşyalarını at, eşek, katır, deve gibi hayvanlarla taşırlar. Bu hayvanlar içinde at çok önemlidir. Tüm Kaşkaylar daha çocukken ata binmeyi öğrenirler. Hemen hemen hepsi usta binici hâline gelirler. At üstünde çeşitli akrobatik hareketleri rahatlıkla yapabilmektedirler.
Tarihte devamlı savaş hâlinde bulunmuşlardır. Bunun için tıpkı ata binmek gibi silâh kullanmak da çok önemlidir. Daha çocukken silâh kullanmayı öğrenirler ve her biri usta birer atıcı olurlar. Ayrıca, Kaşkaylar göçebe hayatı sürdükleri için çeşitli problemler ve tehlikelerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sebeple silâh kullanma konusunda ustalaşırlar. Sürekli vahşi hayvanlarla karşılaşabilirler. Canlarını, mallarını korumak veya etlerinden faydalanmak için de avcılık yaparlar.
Kaşkaylarda müzik ve şiir çok önemlidir. Kaşkaylar göçebe olarak yaşadıkları için sözlü kültürleri gelişmiştir. Şiir ve müzikle de uğraşmışlardır. Halk arasında da şiir ve müzikle anlaşıyorlardı. Günümüzde kitap okuma ve yazma yaygın olup şiir ve müziğe de gereken önem verilmektedir.
Kaşkaylarda üç çeşit “şür ve müzik” vardır. Bunlar;
Âşık Sözleri ve Müzikleri: Bunlar, geleneksel Türk şiiri ve müziğidir. Bu şiirler, âşıklar tarafından çeşitli müzik aletleri eşliğinde söylenir. Bu şiir ve müziklerin örnekleri şunlardır: Köroğlu, Aslı ile Kerem, Göç Ayvaz, Mahmut ile Garipcan, Garip ile Senem, Giden Ağır İl.
Halk Müziği: Şairler tarafından yazılan şiirler halk tarafından söylenir. Bu tür müziklere halk müziği denir. Kaşkayların halk müziği, genellikle eski dönemlerdeki şairlerin şiirleri kullanılarak yapılmaktadır. Mirza Muhammed (Ma’zun), Yusuf Ali Bey (Yusufe Hosru), Hosru Bey ve Muhammed İbrahim en önemli şairlerindendir. Bu müzikler çeşitli makamlarda söylenirler. Bu makamlar şunlardır: Girayli, Bozdağ, Baş Girayli, Sabah Sözü, Şah Hatayi, Semsam.
Halk Oyunu Müziği: Kaşkayların dans müziğidir. Bu müzikte sadece davul ve zurna kullanılır ve söz yoktur. Bu müzikle dans, tarihlerine, dinî törenlerine ve eski Türk oyunlarına göre yapılmaktadır. Bunlar: cengame (bu dansı sadece erkekler oynar), halay, yağlık dökme (mendil dökme), leki, eşrefi.
Atalarının yaşadıkları topraklardan uzak oldukları ve şimdi özgürce yaşayamadıkları için Kaşkayların müzikleri hep hüzün içerir. Kaşkaylarda erkek halay oynamaz, hay oynar. Halayı kadınlar oynar. “Kadın bezm (keyf) edecek, erkek rezm (sa vaş) edecek sözü vardır; kadın halaylarında şarkı yoktur.
Lorların Loristanı; Bahtiyar ilerin Çarmahalı; Beluçtarın Beluçistanı ve Türkmenlerin Gorganı olduğu hâlde birkaç yüzyıldır mücadele etmelerine rağmen Kaşkayların birlikte yaşayabilecekleri bir bölgeleri yoktur. Kaşkayların iskân için bir yurtları olmadığı gibi yaylalarım ve geçiş yollarını da kaybetmişler, gruplar hâlinde kasaba ve kentlere yerleşmek zorunda kalmışlardır. Bazıları ise, hâlen göçebe yaşantılarını sürdürmektedirler.
Kaşkayi Türkçesi ile İran’da birisi öğrenci gazetesi olan Mezarı olmak üzere iki yayın yapılmaktadır. Bu organ da tamamen Türkçe değil, Türkçe ve Farsçadır. Umumî İran radyoları Türkçe yayın yapmazlar. Bölge radyolarında has olmayan (belirli zamanlarda olmayan) zamanlarda Türkçe yayın yapıldığı olur.
İran’da Kaşkay Türkmenleri için Türkçe eğitim veren özel okul yoktur. Farsça eğitim yapılan okullarda da Kaşkay Türkçesi ile eğitim yapılmaz. Üniversite’de de Kaşkay veya Türk – Türkmen dili ve kültürü ile ilgili bir bölüm yoktur. Kaşkay Türkleri İran’da giysileri itibarıyla farklılık gösterir.
1960 yılından evvel çağdaş eğitim sadece bey ve daha yukarı sınıfların çocukları için vardı. Kaşkay halkını sadece mollalar okuturdu. Truman yardım faslından ödenek alınınca, göçebe hayata uygun okullaşma başladı. Daha sonra bu projeye İran yönetimi kaynak sağladı. “Göçebe öğretim merkezleri” oluşturuldu. Küçük bomku’lar birleştirildi ve büyük bomkıt’lara öğretmen atandı. Öğretmenler de halk ile birlikte göç ediyordu. Okullara ait bir ak Çadır vardı. Eğitim merkezi Şiraz’dı. Kız ve erkek öğrencilerin eğitildikleri bu okullar beş yıllıktı. Evvelce kız çocuklar okutulmazdı. Başarılı çocuklar Şiraz’da orta ve liseyi okurlardı.
Kaşkaylarda özgün bir yemek kültürü vardır, bu kültür karakterini göçebe ve yarı göçebe atlı kültürden alır. Derinliklerinde Türk bozkır kültürünün temel esasları vardır.
Başlıca Kaşkay Türkmen yemekleri;
Mastafa (Ayran Çorbası): Bu lezzetli, yapılması pratik çorba, ayran, pirinç ve dağ bitkilerinden yapılır. Bu çorbaya konu lan dağ bitkileri, kokulu otu (gelin burmağı veya gelin parmağı) selme, rişkek ve turişek’tir. Bunlardan turişek gibi olanlar çorbaya kurutulmuş serpilerek dökülür. Bu çorbanın özel bir eti vardır. Bu ete kuzunun veya oğlağın, ciğeri ve böbreği küçük küçük doğranarak katılıp çorbaya dökülür.
Çacığ: Çacığ da çok sevilen bir Kaşkay Türkmen yemeğidir. Hazırlanması esnasında ayranın içine kenger, tala, çol gibi bitkiler taze iken konulur. Bene (Dağ fındığının tazesi, olup, çok ince olan kabuğu ile birlikte konulur.) Caşır ve kasni de konulur. Bunlar da keza ilâve edilen bitkilerdir. Bu bitkilerin hepsi kır bitkisidir. Hiçbirisi bahçede bostanda yetişmez.
Pilâvlar: Demkeş, Kaşkay pilâvlarına bitkiler, pirinç ve benzeri taneli yiyecekler konulur. Demkeş’e de çeşitli bitkiler konulur. Bunlar bunusorg (kökü kırmızı olarak bilinen bir bitkidir).
Yeşil ve taze sarımsak, dağ mantarı, dağ sarmısağı, permısır ve
loppu konur. Et olarak da kelle – paça direkt konur. Kellenin ve paçanın derisi sıyrılmaz. Kelle-paça ilkin soğuk suya ve hemen sonra sıcak suya atılır. Sonra kılları el ile çekilir. Sonra devircekleri od/ateş içinde kızartılır. Dağlanan kelle-paçanının üzeri dağlanır ve hiç kıl kalmaz.
Loy Pilâvı: Bu Kaşkay Türkmen yemeğinde et pilâvın arasına konur. Bunun için ilkin et pişirilir. Bunun eti davarın belirgin yerlerinden alınır. Loy pilâvının eti biraz yağlı olmalıdır. Pişirilirken, biber, sarı kök ve tuz katılır. Et piştikten sonra pirinç kaynatılır. Bu pilâvın etine nar ve üzüm katılır. Nar kurutulmuş toz hâlinde üzüm de çekirdeksiz olmalıdır. Bu ikisi karıştırılarak pilâva katılır, sonra etin suyu pilâva verilir. Pilâv tekrar demlenmeye bırakılır.
Pilâv: Bu pilâvın ayrıca özel bir adı yoktur. Pilâv diye bilinir. Bu pilâv çeşitli bitkilerle düzelir (hazırlanır, yapılır). Düzeltilme formu (yapılış şekli), loy pilâvı gibidir. Yalnız bu pilâva ilâve bitkiler de konur. Bonosorg, babuna (papatya çiçeğinin beyaz yaprakları) eklenilir.
Boz Gavurma (Kavurma): Bu yemek ciğer, böbrek, yürek ve normal etle yapılır. İlkin çok yağlı bir ete bir kelle soğan katılır. Biber, sarı kök ve baharat ile kurutulmuş limon eklenir, su ilâve edilir. Bu hazırlık ilâve edilen suyun tamamı buharlaşıncaya kadar pişirilir ve kendi yağı ile kızarmaya bırakılır.
Türki Kebab: Sadece Kaşkay Türklerinde görülen bir yemek türüdür. Hazırlanmasında et, ciğer, yürek, böbrek, birlikte şiş edilir, (şişe geçirilir, takılır) etlerin cince (parça)leri büyük tutulur. Bu hazırlık kömürde biraz pişirildikten sonra bağırsağın çevresindeki ince ve yağlı perde (çadır pi) bu malzemenin etrafına çekilir ve ince bağırsakla bağlanır. Nihayet kömür ateşinde yavaş yavaş pişirilir.
Bir Türki kebap daha vardır. Bu da şu şekilde hazırlanır. Kaşkayların şişi çatallıdır. Bu şişlere döş (göğüs) eti ve kaburga altı etler geçirilir. İlkin ciğer sonra döş veya kaburga etleri şişe geçirilir. Çadır pi bunların üzerine çekilir ve bağırsakla bağlanırlar.
Yoğurttan hazırlanmış ayranın üzerine, ovşum, col, çiçek, puna ve nena (nane) kurutulup toz hâline getirilerek dökülür. Kaşkay Türkmenleri içecek olarak sadece ayran kullanırlar.
Kaşkay Türkmen yemekleri arasında kızartılmış sebzeler de vardır. Bunlar Tola, Luppo ve Muça bunlar ıspanak gibi otlardır. Pişirilirken yağda kızartılırlar. Ayrıca kızartılmış soğan bunların üzerine ek olunur (eklenilir).
Kaşkay yemek sofrasında yemeğin hitamında tatlı ikramı, servisi yoktur, yaşam tarzı unu, hamuru, şekeri ve benzerlerini yük etmeğe müsait değildir. Kaşkay Türkmenleri göçer oldukları için bağ, bahçe, bostan, meyve ve ziraatı yapılan sebze yoktur.
Sofra ve sini Kars, Erzurum, Trabzon yöresinde de yemek yenen yerin adıdır. Sofra, çok kere ya bir bezdir ya da bizim üzerine konan 20-25 cm yüksekliğinde yuvarlak bir yer masasıdır. Sofraya oturanlar sofra bezini peçete niyetine dizlerine alırlar. Sofra kaldırılınca sofra bezi ekmek kırıntılarının yere dökülmemesini sağlar. Ekmek kırıntılarının dökülmemesi bereketin gitmesine engel olur. Sofra bezi olur olmaz yere ve bilhassa gece dışarıya silkelenmez. Misafirin sofraya alınma şekli ve etrafında oturulma biçimi kuzeydoğu Anadolu’da da böyledir; keza 1950’li yıllara kadar aynı bölgede sulu yemekler dâhil aynı kaptan yenilirdi ve kaşık çatal yaygın değildi.
Bu tür beslenme geleneği göçebe kültürün bir özelliğidir. Bu kültürde, sandalyeler, masalar, büfeler, dolaplar yoktur. Her şey yaşam tarzına uygulanmış kolay taşınabilir duruma getirilmiştir. Bir sofra bezi birçok fonksiyonu yüklenmiştir.
Kaşkay Türklerinde “yer sofrası” kurulur. Sofra, genel anlamda yemek yenilen yerdir. Yer sofrası düz bir yere serilen sofra bezi üzerinde yemeğin yenilmesidir. Misafir var ise, erkekler bir tarafta kadınlar bir tarafta yani karşılıklı oturulur. Misafir yok ise, Kaşkay sofrasında ev halkı sofraya karışık otururlar.
Gelmiş misafirlerin hepsi erkek ise ev sahibi kadınlar sofraya oturmazlar. Misafir içerisinde bayan misafir de var ise, sofranın üst başında karşılıklı kadın erkek otururlar. Ev halkı kendi aralarında yemek yiyecek ise, sofranın üst başına erkek, baba oturur. Kadın ve erkek sofraya aynı anda otururlar. İlkin erkeklerin daha sonra kadınların oturması gibi bir uygulama biçimi yoktur. Misafir yemeğin üzerine gelmiş ise, (yemek yenilmekte iken misafir gelmiş ise) ev sahipleri ilkin misafirin karnını doyurmaya gayret eder.
Kaşkaylarda birkaç kişi aynı tabaktan, tastan yemek yer. Kaşkay sofrasında kaşık ve çatal pek kullanılmaz. Yemekler daha ziyade kurudur. Pilâv el ile yenilir. Kaşkay Türkmen ailesinde erkeğin sözü geçer. Ailenin en yaşlı erkeği en fazla sözü ge çen ferdidir. Kaşkay sosyal hayatında erkek 20 yaşından sonra evlenir. Kızların evlenme yaşı ise ortalama 15’tir. Evvelce Kaşkaylarda miras söz konusu olamazdı. Erkekler için, baba hayatta iken, davardan tarlaya kadar oğlunun payını ayırırdı.
Kaşkay kadınları güneş doğmadan kalkar, çobanların yemeğini hazırlar; çünkü, çobanlar güneş doğmadan davarları çıkarmak zorundadırlar. Güneşten evvel ocakta ekmek pişirilmiş olmalıdır. Yapılacak ekmek bir günlük olarak hazırlanır. Miktarını ailenin büyüğü tayin eder. Anneden sonra evin / çadırın kızları onlardan sonra da gelinler kalkarlar. Gelinlerin çadırları yakında olmakla birlikte ayrı ayrıdır. Yakın akraba çadırlarına mensup fertler aynı yerde yemek yerler. Ekmekleri ona göre hazırlanır.
Kaşkay töresine göre ailenin büyük erkek evlâdı ilk önce evlenir. Bu kardeş ailede baba ile birlikte kalır. Daha sonra ikinci büyük erkek kardeş evlenince büyük kardeş eşiyle birlikte aileden ayrılır. Kendi çadırını kurar. Aile ile ikinci kardeş kalır. Bu kardeşin ayrılması üçüncü erkek kardeşin evlenip onun baba ile kalması gerekir. Bu böylece devam eder. En küçük erkek kardeş ailenin yanında daimi olarak kalır. Bu töre eski Türk töresi olup Kültekin döneminde Gök Türklerden beri uygulanageldiği bilinmektedir.
Kaşkaylarda oğlu olmayan aileye kor/ kör ocak denir. Kör ocak anlayışı Dede Korkut Destanı’ndan beri bilinen bir zihniyettir. Oğlu olmayan eve damat iç güvey olarak gitmez. Parslarda iç güvey töresi vardır ve buna “ev başı” denir. Ev başı töresi Türklerde yoktur.
Kaşkay Türkmenlerinde aileden ayrılan her oğula baba 3-5 davar verir. Ayrılan oğul, kendi ihtiyacı olan yağ, peynir türünden ihtiyacını kendi çadırında muhafaza eder. Çadırlar bir arada oldukları için kardeşler ve baba ocağı arasında ayrı gayrı pek yoktur. Misafir babanın evine, çadırına gelir. Baba evi yok ise büyük ağabeyin evinde kalır. Baba ölünce kardeşlerden büyüğü itibar kazanır. Dul anne büyük erkek kardeşin yanında kalır. Evliliklerle çadırlar ayrılmış olsa da, mal pek bölünmüş sayılmaz. Bir düğün davetiyesi baba evine gelince “sen ve oğulların” diye davet yapılır.
Aileden düğün evine hediye alınırken de bütün aile adına götürülür. Böyle hâllerde hediye olarak yaşam tarzının doğal sonucu olarak kuzu veya koyun gibi hayvanlardan seçilir.
Kaşkay Türkmenlerinde kadın; dokumaları yapar. Bozkır kültüründe dokumacılık çok önemlidir. Yaşamın temel esaslarından birini teşkil eder. Kullanılan eşyaların büyük bir bölümü dokuma ürünüdür. Kışın daha ziyade ufak şeyler örülür. Zira kışın dokuma çadırın içinde olur ve dokuma tezgâhlan çadıra sığmadıkları için, büyük parçalar yazın çadırların dışında sıcak havada dokunur.
Kaşkay kadını sabahleyin kahvaltıyı hazırlar. Yoğurt gece mayalanır. Sabahleyin süt sağılır. Ayran, keşk (kaynamış ayran, dağ bitkileri top hâline getirilip güneşte kurtulur. Yenileceği zaman dövülür, su dökülür ekmek doğranılarak yenilir.) Keşk, benzerliklerine rağmen kurut değildir.
Kaşkay Türkmenlerinde ayrıca yıllık yemekler vardır. Keşk, yağ, peynir, kışlık kavurma yapılmaz. Her zaman yiyecekler taze hazırlanır. Bu da göçebe medeniyetin getirdiği bir özelliktir. Kışlık; erişte, bulgur, gendime vs. gibi yiyecek hazırlığı yoktur. Kabuklu pirinç ağartılır. Pirinç kabuklu kalınca bozulmaz. Kaşkay Türkmenlerinde pilâv daha ziyade sade yenir. Gündüz aile fertlerinden koca ve oğullar dışarıda oldukları için yokturlar. Özel pilâvlar özel günler için yapılır.
Yoğurdu, keşki ve kurutu ismi ile birlikte kımızda olduğu gibi dünya beslenme kültürün atlı göçebe medeniyetin sahipleri olan Türkler hediye etmiştir. Kaşkay sosyal yaşamında erkekler kışlık yiyeceğin hazırlanmasında hiç görev almazlar.
Çeşmelerden çadırlara su taşımak; çadırın, eşyaların, insanların üst baş temizliği kadınlara aittir. Erkek halı, kilim ve benzeri örgülerle ilgilenmez. Malın davarın bakımı, ahır bakımı dışarıda ise erkek tarafından yapılır. Çadır ve çadırın çevresinde ise işlere kadın bakar. Hayvanlar doğada ise çocuk refakat eder, erkek nazır durumdadır. İşlere nezaret eder. Erkekler aralarında dövüşürler, yani kavga aileler arasında olur ise, kadınların da eşlerinin yanında kavgaya katıldıkları olur.
Çoğunlukla kadın kavgaya katılmaz. Kadının sesi yerli yersiz ve fazla çıkmamalıdır. Erkek kadının gözünde Tanrının bir nimetidir, “erbah”tır, “ağa”dır.
Kaşkay Türkmenleri reçel yapmazlar. Kış için reçel yapma geleneği yoktur. Balıkçılık yapılmaz, doğal olarak balık salamurası türden uygulamalar da görülmez. Kaşkay 13 yaşından itibaren avcıdır. Silâh kullanmaya erken başlanır. Kızların çoğu silâh kullanmayı bilir, ancak ava çıkmazlar. Avcılık olunca doğal olarak av yemekleri de vardır. Düğün yarışmalarına kızlar katılmazlar.
Kaşkaylarda yapağının hayvandan kesimini erkek yapar, halının satışa hazırlanması için gereken bütün safhalarda ise kadın vardır. Halının satışını erkek gerçekleştirir. Kaşkayi kadının parası pulu olmaz; para kocaya aittir. Kaşkayi kadın kocasından sopa yiyince babasının evine gidemez, kadının babası veya kardeşleri ona sahip çıkamazlar.
Kaşkaylarda yasalar töredir. Kaşkayi yaşamının içinden çıkmakta, ataların hayatından gelmektedir. Geçmişin deneyimini içerir. İran geneli için değil, Kaşkayi toplumu için geçerlidir. Tö reyi yönetici uygular. Yönetici toplumun büyüklüğüne göre farklı isim alır. Yönetici adaletsiz, haksız, tarafgir uygulamalar yapar ise, elin halkı beye karşı direnir. Beyin yönelimde hatası olsa daha üst seviyedeki toplum lideri Han ona karşı durur, direnir ise el içinde savaş çıkar.
Kaşgay Oyunları
Gelin Portal: Kaşgayilerde kız ve erkek çocuklar birlikte oynamazlar. Kız çocuklar kendi aralarında “gelin-portal” oyunu oynarlar. Bunun için ağaçtan bebek yapılır ve üzerine kız ve erkek portalı (giysisi) geçirilir, bununla oynarlar. Bunlar Anadolu’daki “bebekçilik” “evcilik” türünden oyunlardır. Malzemesi ağaç dalları ve kumaş parçalarıdır.
Garekaççer Oyunu: Bu Kaşgayi kız oyunu beş yuvarlak taş ile oynanır. Oynanırken; “Garekaççer garekaççer (kara kaçar). Baban vurur annen gacer” denir. Anadolu’daki “beş taş oyunu” nu andırır. Kaşgay Türkmen kızları dışarıda oynamazlar, bu hâl uygun bulunmadığı için çadırın içinde oynarlar.
Kaşgay erkek çocuk oyunları tamamen farklıdır. Bunlar: şutu’lu, leyli, burç oyunu, kış ellahi, cız oyunu, boholu taş (boklu taş), ağlaç top, çaldı kaçtı, ciz kala, gukgule verda, kelbiyaco, ağaç-ağaç, âşık, herenk-herenk, lepper, ceyran -ceyran, üç guvdola, elahtar, horman, çenmen oyunlarıdır. Bu oyunların hepsi yazın (açık alanda) oynanır. Bunların oynanma zamanı güneşin batış vakti ile dağlardan davarın (koyun sürüsünün) getirilip içeriye alınmasından sonra arada kalan zamandır. Bozkır yaşam biçimi bunu gerektirir.
Oyunlara normalde genç erkek çocuklar başlarlar. Biraz daha yaşlı olanlar hakemlik yaparlar. Oyunu duyurmak isteyenler “Ha babah çeker” 1er. Bu esnada eller ateşlenir (el çırpılır). Kaşgayi Türkmenlerinde zılgıt çekmeye “kel” denilir. Bu esnada kel çekilir. Kadınların keli farklıdır. Kadın elini ağzına götürmeden kel çeker. Erkek Hababah’da elini dudaklarına götürür. Oyuna katılmak isteyen er kişi çadırından kababah’la cevap verir. Böylece, “bekleyin ben de geliyorum” demiş olur.
“Hababah” tabiri bana mevsimlik bereket merasimlerindeki “Horavel”i hatırlattı. Karapapah Türklerinde çifte giden gençler kafiyeli “horavel” çekerler. Anadolu’daki düğün dernek duyurulacağı zaman, duyurucular “papaha” gitmek derler.
Biz, Durmuhammed Salih ile birlikte yaptığımız Hazara Türkleri konulu çalışmamızda Hazara, çocuk oyunlarına da yer vermiştik. O zaman Mevliit Özhan ile Melik Muradoğlu’nun birlikte hazırladıkları T ürk Cumhuriyetlerinde Çocuk Oyunları isimli kitabı okurken de gördük ki halk bilimi çalışmaları etimoloji çalışmaları olmayınca eksik kalmaktadır.
Tekrar Kaşgay Türkmenleri erkek çocuk oyunlarına dönelim. Meydanda toplananlardan iki kişi “ağa” seçilir. Bunlar yeteneklileri arasından seçilmiş iki iddialı ve oyun gücü denk gençlerdir. Oyuna katılacak olanlar ikişer ikişer dağılırlar. Herkes kendisine bir isim koyar. Meselâ Ağdağ, Karadağ Dağdeviren, Kuşun Karası, Çor Çay, Şirin Çay, Aslan, Kaplan, Kartal gibi bu isimler daha ziyade kuş efsanelerinden tutulurlar (seçilirler). Destanlardan ise; Köroğlu, Ay vaz, Şehper, Bacalan, (Hosrav
Hanın atının ismi) Sehper (Nasır Hanın atının adı). Kaşgay Türkmenlerinde at çok önemlidir. Kaşgayi ilhanlarının at isimleri çok önemsenir.
Türk bozkır kültürü veya atlı medeniyetinde, Türkler sürüler hâlinde yetiştirdikleri atın etini yerler, onu kurban olarak sunarlar, sütünden kımız yaparlar ve her sene özellikle savaş atlarından binlercesini yabancı ülkelere ihraç ederek geçimlerini sağlarlardı.
Seçilen Kaşgay gençler ikişer ikişer ağaların yanma gelir ve ikisi birden; “Ağar M el ey Heley” derler, ağalar da; “Eleyke teley teley” derler. Daha sonra oyuncular teker teker kendi isimlerini söyleyerek, alınmalarını sağlarlar. Meselâ, “kim istiyor Ağdağı” veya “Kim istiyor Karadağı“derler. Ağalardan biri “Ağ dağı” diğeri “Karadağ“ı tanımadan isterler. Böylece oyuncular iki gruba ayrılmış olurlar. Düz bir taş parçasının bir yüzü yaş edilir. “Yaşı mı istiyorsun kuruyu mu?” isteğe göre kazanan kesim oyunu başlatma hakkını kazanır.
Zılgıt çekmek günümüzde Anadolu’da, Güney Doğu Anadolu ağırlıklı birçok yerde görülmektedir. Daha ziyade düğünlerde, şen günlerde yapılan sevinç nayrası şeklinde yaşatılır. Çocuk ve kadınlar da bilhassa düğünlerde görülür. Bu “neşe zılgıtadır. Nadiren de olsa “yas zılgıt“ı vardır. Bunu ise cenaze türünden günlerde görmek mümkündür. Böylece zılgıtın bir Arap toplumu ürünü olmadığı söylenebilir.
Hababah’a gelince Anadolu’da erkek çocuk oyunlarında görülen “eş seçme”nin bir türüdür. Bir yüzü ıslak taşla oyunu başlatacak tarafı belirleme yöntemini biz çocukluğumuzun geçtiği Kars’tan hatırlıyoruz. Aynı benzerliği Hazara Türk çocuk oyunlarında da görmüştük. Böylece, Anadolu – İran- Kuzey Afganistan çocuk oyunlarında aynılıkların çok olduğu söylenebilir.
Kaşkayilerde kutsal gün, günün kutsal saati ve benzeri gibi inançlar, davarlara ve hava durumuna bağlıdır. Sayılardan 3, 5, 7 ve 40 uğurlu; 13 ise uğursuz sayılır.
Sünnet: Kaşkayilerde sünneti yapana, sünnetçiye “usta” denilir. Bu tabire geçmişte Anadolu’nun bazı kesimlerinde de rastlanırdı. İki çocuk bir arada sünnet edilmez. Muhtemelen birisinin diğerini ” basma” sini önlemek içindir. Sünnet edilecek çocuk sayısı tek de olmamalı, bir çocuk daha bulunup ayrıca sünnet ettirilir. Anadolu’nun bazı kesimlerinde çocuk sünnet ettirildiği an bir kan daha akıtılır. Meselâ bir horoz kesilir. Sünnetçinin gelmesi harç gerektirdiği için bey sünnetçiyi çağırınca obanın fakir çocuğunu veya çobanın oğlunu da sünnet ettirir. Sünnette toy tutulur (yapılır). Kaşgaylarda “cengi” olarak bilinen yarı çingene bir grup vardır. Bunlar çağrıldığında saz ve nağara çalarak eğlence oluştururlar. Ayrıca; berberler, gezici dişçiler gibi meslekler de çengilerin içinden çıkar. Sünnette yenilir içilir. Sünnete gelenler hediye getirirler. Yakınları davar getirir. Sünnet olmaya “kişi olmak” denir. Sünnet göçe yakın yapılmaz, göçte sorun çıkabilir.
İnanç-İbadet: Göçe başlamadan evvel yakın çevrede “imamzade” var ise, kadınlar onları ziyarete giderler. Zira, bir yıl boyunca ziyaret imkânları kalmayacaktır. Kaşkayilerde hiçbir zaman cami olmamıştır. Kaşkayi Türkleri inançlı ve fakat ameli pek fazla olmayan bir toplumdur. Kaşkayilerde göçe karar verilmiş ve göç hazırlıkları tamamlanmış olsa da o esnada obaya bir “seyit” gelse, sefere çıkılmaz, iş başlatılmaz. “Seyidin kademi gudumsuzdur” denir. Obaya bir seyit gelse ve gitse veya obaya gelip -giden şahsın daha sonra seyit olduğu anlaşılırsa hemen bir kurban nezir edilir. Meselâ bir düğün yapılacak ise muhtemel bir tersliğin böylece önlenileceğine inanılır; kurbanın uğuruna ve işlerin iyi gideceğine inanılır.
Doğum: Kaşkayi Türkmenlerinde “kurt” ana olarak kabul edilir. Kurt ve “kartal” için “ışık” denilir. Işık, kutsaldır. Kartal yaşam tarzı, kurt özgürlük simgesidir. Boynuzlu “dağ keçisi” nin boynuzu “yabanî koç boynuzu” çadırın payasına (sütununa) asılır.
Kaşkayilerde kadınların normal doğum yaptıkları yaşam şartları nedeniyle pek görülmez. Göçebe hayatta hastahane veya doğum evi yoktur. Kadınlar büyük çile çekerler. “Al götürme” (al basması) m önlemek için çadırın çevreğine (çadırı çevreleyen beze) çuvaldız ve iğne sancılar (batırılır). Demir’in al’dan kadını koruduğuna inanılır. İki demir birbirine vurularak ses çıkarılır ve ” burada demir var” denir. Kadının çevresine kömür ile siyah bir çizgi çekilir. Kömür sürülerek kadının yüzü karartılır.
Erkekler hamile hanımın bulunduğu çadırın içine gelmezler dışarıda kurşun atarlar. Bir hayvan kesilir ve onun ağ ve kara ciğeri çıkarılıp bir sopanın ucuna takılır. Bu sopa yukarıya kaldırılarak havada daireler çizilir. İnanca göre al, loğusa kadınların ciğerini yemek için gelmektedir. Sopanın üzerindeki ciğeri yemesi sağlanılarak kadın korunmuş olunur.
Çok ince bir sopa ile kadın döver gibi yapılarak “Kaç kara kaç, kaç kara kaç” denir. Kadının bulunduğu çadırın önünde at sesi çıkartılır. Bunun için bir erkek at getirilir, kişnemez ise, ona bir dişi at gösterilir. Loğusa hanımın bulunduğu çadırın önündeki ocakta sürekli ateş yakılır. Doğumdan sonra da aynı tedbirler sürdürülür. Kadının bilekleri kara iplikle bilezik gibi bağlanır.
Bu uygulamalardan, demirin koruyuculuğu inancı Anadolu’da da vardır. Anadolu’da da iğnenin koruyucu gücüne inanılır. Bu döneminde kadına özel bir güzellik geldiğine, çarpıcı güzelliği gidermek için, geline, çocuğa ve süte kömürle kara çalınır. Erkek atın kişnetilmesi suretiyle korunma Doğu Anadolu’da da görülmektedir. Azerbaycan’da al karısından korunmak için su temsili olarak hançerlenir. Eşikte ateş yakmak da çok yaygındır.
Kaşkayilerde doğum bittikten sonra ebe kadınların tedavisi devam eder. Göçebelikte pratikten yetişmiş cerrahlar vardır.
Bunlar yaralıdan kurşun çıkarma gibi işleri iyi becerirler. Göçe dâhil edilmiş özel sağlık personeli yoktur. Behmen Beyli’nin mezunları sağlık eğitimi de almışlardır. Bunlara maaş da ödenir. Ancak hastane için şehir merkezine gidilirdi.
Kaşkayi Türklerinde de “Köse Gelin” uygulaması vardır. Bunun için bonku içinden bir erkek aday seçilir. Kepenek benzeri, ondan daha kısa siyah keçeden yapılmış bir ceket giyer. Bu cekete “kordek” denir. Ona ağaçtan bir boynuz yapılır ve cin /gul süsü verilir, üzerine un dökülür. Grubun çocukları onun ardına düşerler, ev ev gezilir.
Bu esnada şiirler okunur.
“Köse gelinem Tela Şahım var (Atin boynuzum var)
Yel getirdim Yağış getirdim
Şirni isterem” denilir. Yiyecekler toplanır kapısına gidilen evin halkı ile birlikte;
“Köse gelin ne isler,
Tanrıdan yağış ister
Allah yağış vereydi
Nezrimi kabul edeydi
Yağ yağızım sel gele
Yağ da yetimler doyar
Yağ fakirlerin arpasına
Yağ kocaların lettesine (bostanına)
Tanrı işi hesaptır
“Kösse isseye seylaptır (seldir)” denilir, çocuklara tatlı, hurma verilir ve köse gelinin üzerine su serpilir. Kaşkayi Türklerindeki bu uygulama bize Hazara Türklerinde yağmur duasındaki “fakir”i hatırlattı. Anadolu’da Allah’ın merhametini celbetmek için koyun kuzusundan ayrılarak meleşmeleri sağlanır.
Kaşkayi Türklerinde “at katımı” nda kısrağı aygıra çıkarınca kısrak bezenir, süslenir. Erkek atın bakıcısına (metter) denir ve atın sahibine kısrağın sahibi hediye verir. Bereketle ilgili diğer tesbitte ise “boğaz” olmayan hamile kalamayan koyunun rahmi yıkanır.
Kaşkayiler, keçi kırkımını Şubat ve Mart aylarında toplu kırkım olarak yaparlar. Keçiler çadırların bulunduğu meydanda toplanırlar. Her aile keçisini çadırının önüne çıkarır. Kırkıma ak sakal veya ailenin reisi nezaret eder. Bu önemsenen bir törendir. Senede bir defa yapılan bu törene İsvent ayı töreni denir. Bu tür merasimlerde her defasında dua edilmez ve “duası evvelce yapılmış” olarak kabul edilir. Her Bumke kendi İsvent merasimini yapar. Bu merasimi Bumke Reisi yürütür. Bu yemeli, içmeli, ikramlı, bayram şenliğidir. Merasim bir gece sürer. Merasim gecesi suya kırmızı mürekkep dökülür ve bu boya hayvanlara sürülür.
Kaşkayi Türklerinde keçinin tek beslenme sebebi kara çadırın dokunması için ihtiyaç duyulan kıldır. Tabiî ki eti ve sütünden de beslenmede istifade edilir. Ancak, keçinin miktarı zenginlik sebebi sayılmaz. 200 keçisi ve 50 koyunu olan bir kimse için “50 koyunu var” denir. İsvent töreninde koyuna ve keçiye kırmızı boya sürdürdükten sonra, meydana toplanılan kuru otlardan ateş yakılır, ateşin etrafında topluca dans edilir. Bu halayın özel İsvent şarkıcısı yoktur.
Ateşin sönmesine yakın etrafına taş dizilir. Her aile kendi dileğine niyet eder. İsvent’in ilk günü taş çember’in içindeki küle bakılarak yorum yapılır. Bu bir nevi faldır. Kaşkaylar orada şekilleri koyun, deve, at, gibi hayvanların ayağına benzetir ve o hayvanı alıp beslemek ister.
Kaşkayi Türklerinde koyun kırkımı, aynen keçi kırkımı merasiminde olduğu gibi yapılır. Koyunlar keçilerden önce kırkılırlar. Koyunlardan da ilkin ak koyun kırkılır. Kara koyun pek beslenilmez.
Kaşkayi oyunlarından Ho oyunu’nu sadece erkekler oynarlar. Bu oyun ikişer kişi ile oynanır. Her ikisin de ellerinde birer sopa vardır. Bunlardan birisi büyüktür (paya) öteki ise 1-1, 5 metre (terke) uzunluğunda kısadır. Terke’li oyuncu Paya’lı oyuncuya vurmaya çalışır, kurala göre dizden aşağıya vurmalıdır. Vurmadan evvel müzikli bir gösteri yapar. Sonra dans ederek vurmaya çalışır. Paya’lı sopa yememek için kaçabilir, ancak sırtını dönemez. Payası ile kendisini korur. Bankeler arası yarışta gruplar yarışırlar, Paya atanın terke tutanın ustaları vardır. Ayrıca at yarıştırma, yerden papah olma oyunları da vardır.
Yemekli içmekli düğünlerde silâh kullanma, kurşun atma, nişancılık yarışları olur. Bu yarışlar bazen iki aile ve bayan da iki bumke arasında olur. Düğün sahibi zengin ise, yarışmalar taifeler arasında da olabilir.
Kaşgayi Türklerinde lavaş ekmeğinin ismi Türki çörektir. Kaşkayilerde hergün güneş doğmadan ilk iş ekmeğin yapılmasıdır. Her aile kendi ekmeğini yapar. Ekmek bazen günlük yapılmaz. Ekmek sofrası (çörek sofrası)mn bir kemiği vardır. Bu kemik, ekmek yapılırken ekmeğin bereketi olarak kabul edilir ve daimî olarak durur. Bu kemik kurban kesilince hayvanın bacağından alman kemiktir. Kaşkayilerde her ateş yakılan ve üzerinde bir şeyler pişirilen yer ocak değildir.
Kaşkayilerde bereket kaçırmak veya başka büyüleri bozmak için imamzadelere nezir yapılır. Bu nezirlerde daha ziyade yemek hazırlanır. İmamzadeye ikram edilir. Bölge halkı da davet edilir. Kurban kesildiği de olur.
Kaşkayilerde “su” çok önem taşır. Gece su tulumunun ağzı açık kalmamalıdır. Su tulumunun yanma gece çocuk gitmemelidir. Bu tulumların başına gece gidilecek ise salâvat yollanır(salâvat çekilir); inanca göre orada cinler toplanmıştır. Salâvat söylenince (çekilince) cinler kaçar insanlar rahat su içerler.
Meşk’in (su tulumu), ağzı büzülür; çocuk düşmeyecek şekilde yapılmıştır.
Kese (torba), boy boy keseler olur, üstü süslemeli bezle kapatılır.
Kaşgayi kadınının yüzü açık olur. Evde erkek olmasa da Kaşkayi kadın evine erkek misafir alabilir. “Misafir bereketini kendisi getirir” inancı vardır. “Kaşkayi kadının kapısı yoktur“denir. Her çadırın kapısındaki ocak, o çadırı korur. Ev sahibi çadırda olmasa da misafir gelip o çadırda kalabilir. Her çadırda muhakkak bir Kur’an-ı Kerim vardır. Bu Kuran’ın’ın çadırı koruduğuna inanılır.
Kaşkayi ilhanlarının ellerindeki tarihî belgeler, Kaşkayi töresine dair bilgiler içermektedir. Bunları yeni nesillere vermekten polisin eline geçer diye çekiniyorlar. Kaşkayi boydak topunun içinde kül, vs. gibi şeyler olur bu ve benzeri hususların eski dokümanlarda izahı vardır.
Kaşkayilerde nefis ve merhamet duygusu çok gelişmiştir. Bir yerde ekmek veya yemek pişirilen nesneden çocuklara ve hamile kadınlara pay gönderilir. Kaşkayi inançlarında da yeri Yerikleme inancı vardır. Yerikleyen anne adayının ihtiyaç duyduğu besin karşılanmaya çalışılır.
Dokumacılık Kaşkayi göçebe hayatının temel sanatıdır. Ak olan yüne dağ bitkileri ile çeşitli renkler verilir. Halı darı (halı tezgâhı), kelkit (halı tarağı) kepenek (çoban kepeneği); börk: İki dilimli bir börktür. Eskiden Azerbaycan Türk börkü ile aynı imiş, İlhan Nasuhi zamanında Mehmet Rıza Pehlevi ile çatışma çıkınca, Pehlevi’ler Kaşkayileri yurt dışına sürmeye çalışmışlardır. Nasırhan, Pehlevi’yi aşağılamak için, “senin tacını bütün çobanlarım takacaktır” demiş ve bunun üzerine Kaşkayi börkünün formu değiştirilmiştir. İran- Keyan tacı şeklini almıştır.
Kil, bir nevi zılgıttır. Kil düğünlerde vurulur. Cenazede kil vurulmaz. Kurban bayramında İsvent’de olur. Çille töreninde de kil vurulur. Çille töreni kışın 45’inde, 15 Şubatta olur. Bu uygulama kısa göç için yapılır. Çille töreni çok önemlidir. Bir bunke iki seralı odun yığar; bunlar yakılır, ilkin kendileri bu ateşin içinden geçerler sonra hayvanları geçirirler. Hayvanlar ateşten çobanları ile birlikte geçseler kil çekerler. Demir kapları biribirine vururlar. Böylece gelecek yılm salim bir yıl olacağına ateşin bütün kötülükleri alacağına inanılır.
Kaşkayilerde renkli bir giyim kültürü vardır. Zinham; erkeğin giysisinin sırtında cukkenin üstündeki süstür. Cukke; kısa kollu eteği toplanan pardesüdür. Şal ve ortalık cukkenin altından giyilir. Günpul ise, zinharanın ucundaki renkli püskülün ismidir.
Kaşkayilerde aile hayatı Türk göçebe kültürü açısından önemli hususiyetler içerir. Türklerle evlenme prensiptir. Eşte aranılacak vasıfın başında, Kaşkayi sosyal yaşamının zor şartlarına uyabilmesi gelir. Kaşkayilerde erkeğin eşini boşaması çok çirkindir. Çocuğu veya oğlu olmayan Kaşkayi ikinci veya üçüncü eş alabilir.
Erkek evlat doğurmayan hanımlar kocaları için eş aramaya çıkarlar. Dul kalmış bir kadın, kesinlikle evlenmez. Sadece, çok genç dul kalmış ise ve kocasının kardeşi talipli olur ise evlenebilir. Kaşkayilerde takas usulu evlilik de vardır. Buna kavbe-kav (sığır – sığıra) denir. Al bacımı eş eyle ve ver bacını eşim olsun, denir. Kız kaçırma yöntemi ile evlilik vardır, ancak el içinde iyi sayılmaz. Bu itibarla yok denilecek kadar az rastlanır. Kızın kendisi kocaya kaçamaz. Kız istemediği hâlde oğlan kızı kaçırır ise, öldürürler. Amca çocukları arasında evlilik olur. “Emmi uşağlarının nişanı tanrı yanında bağlanmıştır. Doğuştan nişanlı sayılırlar” denir. Kan davası gütmek vardır.
Kaşkayi Türklerinin beş büyük taifesi vardır. Bunlar; Fars-ı Medanlar (Farsça bilmeyen en eski Kaşkayi Türk toplumudur; Şeşbeylıler (altı beyler olarak bilinirler); Keşkohiler, Deresorhiler, Emelelerdir.
Kaşkayi toplumunda sınıf farkı yoktur. Sadece, aile – botnku (bıınıke) – tire – tayfa yapılanması vardır. Bomku (aile topluluğu), tire (Birkaç bomkudan oluşur. Kaşkayiler arasında zamanla Kaşkayileşmiş tirelere de rastlanır.) Tayfa (tirelerden meydana gelir.) Bomku, tire ve tayfa başkanlığı yapacak olan kişilerde, soylu bir aileden gelmesi, sağlam karakterli olması, malî durumunun güçlü olması, halkı tarafından sevilmesi, savaşçı ve bedenen güçlü olması gerekir. Aralarında kız alır verirler. Kaşkayi toplumu biribirlerine çok düşkündür.
Bir Lor / Lur bir Kaşkayi’yi vuracak olsa tireden başlayarak olay Kaşkayi kavgasına dönüşür. Kaşkayiler adliye kapısını yeni öğrenmişlerdir. Ailedeki sorunu baba çözümler. Bomkuda ise aksakal, kethüda çözümler. Çözemez ise tirenin reisi kelenter çözüm getirir. Daha da olmazsa taifenin büyüğü han, o da olmasa ilhan çözüm bulur.
Eskiden ilhanın kendi cezaevi varmış. İlhan için taçsız sultan denir ve gerektiğinde cellât kullanırmış. Kaşkayilerde hırsızlık normaldir. Meselâ, Farsın evini talan etmek, Lur/Lor savaşında her şeyi uğurlamak normaldir. Diğer taraftan Kaşkayi toplumunda bir evde bir yalnız kadın varsa veya bir kadın yalnız bulunduğu eve istemediği hâlde bir yabancı erkek ya da hırsız görse, o hırsızın cürmü ölümdür.
Kan davasında (kavgasında) çorgat (yazma), ana çorgatı hükümet kuvvetinden etkilidir. Börk de öyledir. Yazmasını veya börkünü düşmanın önüne atınca o düşman saldırıdan vazgeçer. Ayrıca Hz. Abbas âdeta Tanrıdan ileridir. Dört taş üst üste koyup ve “Hz. Abbas kerresi”de denilmesi hâlinde o tarlaya kimse giremez. Kaşkayi sert, laçin, cesur, güçlü tabiatı itibarıyla Hz. Abbas’ı simge almıştır.
Kaşkayilerde kan davasını önlemek için beyler araya girerler, davacılar davalarından af ederek vazgeçerler. Davalıdan kız almak suretiyle barışmak olur (kız kan yerine geçer, inancı vardır). Ailede uygun olmasa da bir çobanın kızı bir ağanın eşi olabilir. Kan karşılığı kan alınarak veya arsa, hayvan alınarak bağışlama yoluyla barışma olabilir.
Evliliklerde evlendirilecek kızın kanaati nadiren sorulur. Eskiden tamamen babanın dediği olurdu. Düğünler üç – beş – yedi gün sürer. Bir ailenin ortalama on oğlu olur. Beş erkek evlât o toplumda saygınlık için şarttır.
Kaşkayilerde ocak çok önemlidir. Ocak sadece ateş değildir. İlhan ocağı, han ocağı, aile ocağı gücü temsil ederler. Ocak bir müessese olduğu gibi dinî etkinlik merkezidir de. Ocağa saygısızlık suçtur. “Ocak hakkı için” diye ocağa yemin edilir.
Hürmetsizlik edeni “ocağ çarpar” inancı vardır. Ocağın, ateşi gece ve gündüz yanmalıdır. Göç hâlinde bir aile seyirde ise dönünceye kadar komşuları onun ocağını söndürmez. Ocak, babadan erkek çocuğa geçer. Büyük erkek kardeşe geçmezse onlar için “ocağı kor” denir. Babası gibi olmayan erkek evlât için de “ocağın kordur” denir. Düğünden sonra oğul kendi ocağını kurar. Ocak oğula geçmiş olur. Babanın çadırı kara çadırdır. Ak çadırlar misafirler için kurulur.
Kara çadırın başında “Dayak” olur. Yuvarlak çadırın ortasında “çır” yapılır (büyük ocag-düğün ocağı). Damadın çadırı, gerdek çadırı ak olur. Çırın üzerine odun toplanır. Nogara (davul), zurna gelip çalmaya başlayınca “seher avazı=sabah müziği” çalınır. Baba ocağından gelen ateşle odunlar yakılır ve düğün başlar.
Çırın etrafında halay tutulur. Bu oyunu erkekler de orada olmalarına rağmen sadece kadınlar oynar. Erkekler ise hov veya çenkname oynarlar.
Bardak; çadırın başına asılan kırmızı, mavi, sarı gibi renkli bezlerden oluşur, bunlar sonradan damada verilir. Bardak hacı andırır; üzerindeki bezde tatlılar, para, şekerler ve kül bulunur. Şeker, tatlı bir hayatı, kül ocağı; para zenginliği temsil eder. Kaşkayilerde, kara kötülüğü ve at iyiliği temsil eder. Etrafında dans yapılan ocak kutsaldır. Ocağa göz yememek (göz değmesin) için üzerklik atılır.
Kaşkayi nikâh merasiminde mollaya lüzum görülmez. “Arap işidir” denilir. “Filanca ile falanca evleniyorlar, babaları da bu evliliğe razıdır” denilir ve bir kâğıt yazılır; böylece evlilik hayatı başlamış olur.
Gelin baba evinden çıkınca üç defa evin etrafında döner, baba ocağını öper ve sonra evin eşiğinden dışarı çıkar. Gelinin beline kuşağını erkek kardeşi olmazsa emmioğlu o da olmazsa aileye yakın bir erkek bağlar. Bu kuşakta ekmek, tatlı ve üzerklik bulunur. Gelinin atının terkine erkek çocuk bindirilir ise ilk çocuğunun erkek olacağına inanılır.
Oğlan evine düğün sırasında “toyhane” denir. Gelin adayı toyhaneyi görünce veya müziği duyunca yarışa başlamak için; at binilir ve toyhaneye kadar yarışılır. İlk gelen atlı baydaktaki asılı kısmı silâhla vurur. Vuran kimse, damadın babasından koyun veya koç hediye alır. Sonra gelin gelir. Gelin gerdeğe toyhanede girer.
Burada gelini yabancı erkek görmez, yüzü örtülüdür. Düğünün ortasındaki ocaktan bir ocaklık ateş, söndürülmeden damadın ocağı yakılır. Bu ocak düğün sırasında geçmemelidir (sönmemeli).
Kaşkayi Türklerinde çeyiz sergilemek ayıptır. Kadının bedenini örten örtü bile sergilenmez. Atıcılara, binicilere ait eşyalar sergilenir. Bu arada kına gecesi yapılır ancak damat yoktur. Gelinin çeşitli süsleri vardı. Bunlardan mihenk, kurutulmuş küçük çiçeklerden oluşur. Bu kokulu bitkiler ipe boncuk gibi takılırlar sonra gelinin boynuna takılır. Melha, çok küçük tohumlar renk renk boyanır kolye gibi geline takılır. Başka bir mücevher ve makyaj yapılmaz.
Kaşkayi kızları 14-15 yaşına gelinceye kadar Kaşkayi millî kıyafetini giymezler. Bu yaşa gelince anneleri fark eder. Babaları ile konuşur. Kızımızın evlenme yaşı geldi izin ver giyinsin der. Bu bir nevi duyurudur. Erkekler için böyle bir kural ve uygulama yoktur. Kaşkayi kız gelin olunca her türlü giysi giyebilir. Düğün sırasında gelinin üç takım giysisi vardır. Yeşil olan giysi kına gecesi giyilir. Toyhaneye de beyaz olan giyilir. Gerdekten sonra kırmızı olan giyilir.
Kaşkayi Türklerinde kızın saçını kesmesi yasaktır. Kız sadece düğün için zülfünü kesebilir ve çetr bırakır. Bu onun gelin olduğunu gösterir. Yeni gelin 20-30 gün kadar yeni evinden dışarıya pek çıkmaz. Damadın babası “ayak açma” töreni yapar, gelini davet eder, yemekler ikram edilir. Geline hediye verilir. Gelin, babasının evine ilk gidince babasına ve erkek kardeşlerine hemen görünmez, görünmesi saygısızlık sayılır. Hamile olunca da ailenin büyük erkeklerine görünmek saygısızlık sayılır. Dünyaya gelen ilk çocuk iki – üç yaşma kadar babasına ve ağabeysine gösterilmez. Gelin odasına gelin ile birlikte bir – iki yaşlı kadından başka kimse giremez. Gelin çocuğu ile baba evine gidince çocuğunu başka bir eve koyar. Kadın için erkeğin dediği âdeta Tanrı buyruğudur.
Kaynakça
Kitap: İRAN TÜRKLÜĞÜ — JeoküItürel Boyut
Yazar: Dr. Yaşar Kalafat
- Seni Çok Özledim Ey Yar - 18 Ekim 2023
- Siyah Gecenin Hayalleri: Ergün Küçüktopçu - 7 Eylül 2022
- Ey Hira Yüreklim – Ergün Küçüktopçu - 31 Ağustos 2022