Irak ve Suriye’nin Tarihi Coğrafyası ve Konumu

Kategori: Tarihi Konular | 0
Irak ve Suriye'nin Tarihi Coğrafyası ve Konumu

Irak ve Suriye’nin Tarihi Coğrafyası ve 19.Yüzyıl Sonu İtibariyle İdari Konumu

Prof. Dr. Remzi KILIÇ

ÖZET

On asır önceden beri, Anadolu toprakları gibi, atalarımız olan Selçuklu ve Osmanlı Türkleri tarafından, üzerinde devletler kurularak yüzyıllar boyu Türk Sultanları ve beyleri tarafından idare edilen, Irak ve Suriye coğrafyası ve buraların nasıl yönetildiğini ortaya koymaya çalışacağız. Bu bölgelerin tarihi gelişimi, nasıl idare edildiği, Türklerin hakimiyetleri esnasında ortaya çıkan idarî yapı, xıx. yüzyılda Osmanlı Devleti yönetiminde bölgede kurulan eyâletlerin konumu, buralarda oluşan sancak ve kazalar kısaca ortaya konulmuştur.

Yüzyıllar boyu idare ettiğimiz Türkmen yurtlarının yüzyıl öncesine kadar olan durumları incelenmiştir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin geleceği bakımından da buraların bilinmesi önemlidir.

Atalarımız olan Selçuklu ve Osmanlı Türkleri yüzyıllarca pek çok ülkeleri idare etmişlerdi. Bugün bu toprakların çoğu millî hudutlarımızın dışında olmasına rağmen, tarihimiz ve millî kültürümüz açısından araştırılması son derece önem arz etmektedir.

Irak ve Suriye topraklarında IX. yüzyıldan bu tarafa çeşitli Türk hanedân ve beyleri, daha sonraki dönemlerde ise, Selçuklular ve Osmanlılar, aynen Anadolu topraklarında olduğu gibi, hüküm sürmüşler, oraları imar etmişler, eşsiz kıymette tarihî eserler meydana getirmişlerdi.

Bu çalışmamızda, günümüzdeki Irak ve Suriye topraklarında XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti zamanındaki idari yapıyı ortaya koyacağız. Ortadoğu coğrafyasında önemli bir yer tutan bu topraklarda Osmanlıların son zamanlarında bulunan eyalet, sancak, kaza, nahiye ve köyler hakkında bilgi aktaracağız. Bu coğrafyada bulunan Irak bölgesi ve Suriye bölgesinin, tarihî coğrafyaları ve idarî yönetimleri Osmanlı kaynaklarından yararlanılarak ortaya konulacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hudutları dışında kalan bu toprakların, geçmiş yüzyıllarda da önemli bir konumda olduğunu görüyoruz.
….
Ortadoğu coğrafyasında önemli bir yer tutan, Mezepotamya(Cezire) veya Irak-ı Arap bölgesindeki; Bağdat, Basra, Musul vilayetleri ile Şehr-i Zûr mutasarrıflığını ve Suriye bölgesindeki; Halep, Beyrût, Suriye vilayetleri ile Cebel-i Lübnan, Kuds-ü Şerif mutasarrıflıklarını, tarihi coğrafyası bakımından tanıyalım.

Irak Bölgesi:

a) Adları, Sahası ve Sınırları:

Önasya’nın büyük bir parçasıdır. İran, el-Cezire, Arabistan yarımadası ve Berrüş-Şam çölleri ile Fars denizi denilen Basra körfezi arasında bulunan sahadır. Mezopotamya olarak bilinen coğrafi kısmına Fırat ve Dicle nehirleri hayat verirler. Tarhin ilk çağlarından beri bölge yerleşim ve tarıma elverişlidir.

Ceziretü ekûra; Fırat ile Dicle arasında Diyarbakır ve Diyar-ı Mudar’ı içine alan bir yerdir. Fırat ile Dicle arasındaki bu yere El-Cezire de denir. Ortadoğu da; Fırat ve Dicle nehirlerinin aşağı mecraları boyunda uzanan memlekettir. Irak, dar manası ile; Basra Körfezi’nin kuzey hudutlarından, güneydoğu ve kuzeybatı yönüne doğru uzanan çukur bir sahadır. Takriben 700 km uzunluğu, 200 km genişliği vardır. ‘Irak-ı Arab’ denilen Bağdat ve havalisini içine alan bölgeye de Irak denilebilir.

El-Cezîre; Fırat ile Dicle nehirlerinin arası, adetâ bir ada (cezire) oluşturduğu için İslam coğrafyacıları böyle kullanmışlardır. Aynı bölge antik dönemlerde Mezopotamya diye ifade edilmekteydi. El-Cezire üç bölümden oluşmaktadır;

  • Kuzeyde: Diyâr-ı Bekir (Amid),
  • Doğuda: Diyâr-ı Rebia(Nusaybin),
  • Batıda: Diyâr-ı Mudar (Harran)’dır.

Eskiden beri Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan bölgenin üst kısmına(kuzeybatısına) Cezîre, alt kısmına(güneydoğusuna) Irak-ı Arab denmektedir. Kazvînî de, El-Cezire; Diyarbekir, Mudâr ve Rebia beldelerini kaplayan yerdir, Dicle ve Fırat arasıdır demektedir.

Irak-ı Arab(El- Cezire): Fırat nehri ile Dicle nehri arasında bulunan geniş bir arazi ki, eskiden Bâbilünya da denirdi. Bâbilûn selûs ve Ketezefûn şehirleri vaktiyle oradaydı. Bugün bunların hepsine bedel Bağdat vardır. Irak-ı Arap; Aşağı Mezepotamyada Bağdat’ın güneyinde, Bağdat ve Basra’yı içine alan bölgeye denir.

Dicle nehri ile Fırat nehrinin birleştiği yerden aşağı kısmına Şattü’1-Arap denir. 150 kilometre uzunluğunda olup, Basra’ya kadar büyük gemiler, Bağdat’a kadar küçük gemiler seyrü sefer ederlerdi.

El- Cezire; Irak Arabı; Osmanlı Asyası’nın güneydoğusunda geniş ovaları ve sahraları olan bir yerdir. Fransızların Mezopotamya dedikleri el-Cezire kıtası büyük bir yer olup, Şam Çölü ile birlikte büyük bir ova oluşturur. Dicle ve Fırat nehirlerinin birleşerek meydana getirdiği Şattü’l-Arap, Kurna kasabasından Basra Körfezine kadar uzanır.

Bugünkü hudutları içinde Irak Devleti’nin toprakları 452.500 kilometre kare yüzölçümünde olup, kuzeydoğuda dağlık arazi el-Cezire yaylalarının bir kısmı ile batıda Suriye Çölü’nün ortalarına kadar uzanır. Bu ülke, kuzeyde Türkiye, doğuda İran, güneyde Basra Körfezi, Kuveyt ve Suudi Arabistan, batıda Ürdün ve Suriye ile komşudur. Irak ülkesi tarihi Mezepotamya ve etrafındaki bölgeleri kaplar. En hayati bölgeleri Fırat ve Dicle vadileridir.

b) Irak’ın Tarihi Coğrafyası:

Bu bölge insanlık tarihinin ilk bilinen medeniyet ve yükseliş yerlerindendir. Iraktaki birçok yapı islam öncesi devirde yıkılmaya ve haraba yüz tutmuştu. Eski şâşâlı zamanların eseri olan Babiller, Ninovalar vardı. Özellikle Moğol ve Timurîlerin istilâları Iraktaki eserleri, binaları, sürüp götürmüştür. Nuh’un evlatları, Babil kalesi yapılıncaya kadar bu sahrada yaşadılar, çoğaldılar, sonrada etrafa yayıldılar.

Büyük İskender zamanından beri, Basra körfezi ile güneydoğu Toroslar arasında kalan bölgeye Mezopotamya denir ki, “ Nehirler arasındaki ülke” demektir. Asıl Mezopotamya Bağdat civarında iki nehrin yaklaştığı sahanın kuzeyinde kalan kısımdır. Araplar “el-cezire” adını verirler. Bağdat’ın güneyindeki kısma da “Irak-ı Arap” denmektedir.

Irak-ı Arap denen bölge, eski medeniyetlerin doğuş yeri olmakla meşhurdur. Asurlular ve Babillerin sonra Abbasîlerin yükselme zamanlarında gayet mamur ve gelişmiş idi. Bugün dahi bulunduğu yer bakımından çok önemlidir. Anadolu, İran ve Hindistan arasında transit ticaret yolu kavşağıdır.

Cezîre ise, Şam, Irak ve Anadolu arasında geniş bir bölgeye denmiştir. Cezîre 38 ile 33-20 derece kuzey paraleli ve 35-30 ile 42 derece doğu meridyenleri arasında Diyarbakır’dan Bağdat’a kadar olan büyük bir yerdir. Cezire bölgesi de, çok eski zamanlarda ve İslam’ın ilk devirlerinde pek mamurdu. Her tarafında bir çok şehir, kasaba ve kaleler vs. medeniyet eserleri ve viraneler bulunmaktadır.

Cezîre; Cûdi dağının altında bulunmakla insanların beşiği hükmünde olup, eskiden beri Sâmî Kavîmlerinin Tevrat’ta arem adıyla anılan bir kavmin meskeni idi. Tarihin kaydedilebildiği zamanlarda; Asurluların sonra Mısır Firavunlarının, İranlıların, Büyük İskender’in, Silifkiya’nın ve Sasânilerin ellerinde bulunmuştur. Milâdi ikinci yüzyılın ortasından itibaren İslam’ın doğuşuna kadar, İranlılar ile Romalılar sonra Rumlar arasında savaşlara sahne olmuş ve bunlar arasında devamlı el değiştirmiştir.

Hz. Ömer halife iken Cezîre, milâdî 638 yılında Iyaz b. Ganem tarafından islam memleketlerine katıldı. Daha sonra birçok arap bu bölgeye yerleştirildi. Emevîler ve Abbasîler zamanında ise Cezîre’nin imar ve byındırlığına gereken önem verilmiş,birçok mamur şehir ve kasabalar tesis edilmiştir.

Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın ortaya çıkmasıyla, diğer islam memleketleriyle beraber Cezîre’de tahrip edilmişti. Adetâ ondan geriye kalanıda Timur Han mahvetmiş, o zamandan beri Cezîrede bulunan birçok şehir ve kasaba harap ve viran bir haldedir.

Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Han, önce Akkoyunluların sonrada Safevîlerin elinde kalan Cezîre’yi 1514 yılında Çaldıran meydan savaşından sonra Osmanlı ülkelerine katmıştır. Irak bölgesi Osmanlılar eliyle yeniden tesis ve imar edilmiştir.

Keldânilerin vatanı eski Babilistan’dan ibaret olan Irak; 30-34 derece kuzey paralelleri ile 40-46 derece doğu meridyenleri arasında, Bağdat ve Basra isimleriyle iki vilâyete ayrılmıştı. Cezîre ve Irak-ı Arap adıyla anılan bu geniş bölge, XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti idarî taksimatnda son olarak; Bağdat, Basra ve Musul adlarında üç vilayet ile Zûr mutasarrıflığını içine alıyordu.

Bugünkü Irak toprakları XX. yüzyıl başlarında henüz Osmanlı Devleti dağılmadan önce ise, mülkî ve idarî olarak; Bağdat vilayeti: Bağdat, Kerbelâ, Divâniye sancaklarına, Basra vilayeti: Basra, Amara, Müntefik, Elehsâ sancaklarına, Musul vilayeti: Musul, Kerkük, Süleymaniye sancaklarına ayrılmıştı. Birde Şehri Zûr müstakil mutasarrıflığı mevcut idi.

Irak bölgesinin en önemli merkezi olan Bağdat şehri hakkında biraz malûmat vermek gerekir. Bu şehir 762-766 yılları arasında Abbasî halifesi Ebu Cafer el-Mansur tarafından Kûfe halkının fesadına karşılık Abbasî Devletinin başkenti olarak inşâ edilmişti. Medinetü’s-Selâm, Seyyidetü’l-Bilâd, Ümmü’d-Dünya, Vâdiü’s-Selâm, Cennetü’l-Arz, Medinetü’l-Mansûr, Kubbetü’l-İslam, Aynü’l-Irak, İzzetü’l-Bilâd, Dârü’l-Hilafe, Dârü’s-Selâm, vs. isimler alan Bağdat arapça değil İranî bir kelimedir.

Eski doğu dünyasının beşiği olan bu mıntıka, her zaman bir medeniyet ocağı, ticaret merkezi, çeşitli memleketlerden gelen yolların kavşağı, 766 yılından itibaren Abbasîlerin sonuna kadar dünyanın ilim merkezi olarak bilinen bir yer olmuştur.

Osmanlı Devleti hakimiyetinde iken, Bağdat’ın önemi daha da artmıştı. Osmanlı Asyası’nın en meşhur ve en büyük şehirlerinden olan Bağdat, pek çok camî ve mescitlere, birçok büyük zâtın türbelerine ev sahipliği yapmaktaydı. Osmanlı ticaret merkezlerinden olan Bağdat; Basra ile Hindistan’a, öbür taraftan İran, Musul ve Diyarbakır’a, ayrıca Halep ve Şam’a daima ticarî bağlantılı büyük bir merkez olmuştu.

Abbasîler devrinde Bağdat’ta iki milyon insan yaşadığı rivayet edilir. Abbasî halifeliğine 1258 yılında Moğol Hulagu Han’ın son verirken Bağdat’ı zaptedip nüfusundan 700.000 kişiyi öldürtüp şehri yaktırdığı da ifade edilmektedir. Bu ifade oldukça mübalağalı görünmektedir ki, katılmak mümkün değildir.

Daha sonra Bağdat’ı 1400 yılında 90.000 insanı katlederek Timur işgal etmişti, denmektedir. Bu sayılar hayli abartılmıştır. 1501 yılında ortaya çıkan Safevî hükümdarı Şah İsmail’in eline geçen Bağdat, 1535 yılında Osmanlı Padişahı Kanunî Sultan Süleyman tarafından Irakeyn Seferi sonucu alınmıştı.

Ortadoğu’nun en mühim siyaset ve ticaret merkezi ve dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Bağdat, ilk çağın parlak Babil harabelerinin yanı sıra uzun bir müddet Abbasî hanedanlığının da başkenti olması sebebi ile tarihi stratejik önemi de olan bir merkez olmuştu.

Osmanlı Devleti hakimiyeti Bağdat’ın dolayısı ile Irak’ın altın devirlerinden biri olmuştu 30 kasım 1534 tarihinde Bağdat’a giren Kanuni Sultan Süleyman şehrin yağma ve talan edilmesini önlemiş, büyük bir debdebe ile Bağdat sarayına yerleşirken ayakları altına Asûrî krallarının arma ve nişanları serilmişti.

Bağdat’ta dört ay kışlayan Kanuni Sultan Süleyman şiilik elinde mahvedilmiş olan bu islam memleketinde birçok değişik yerleri ziyaret ve ihya etmişti. Bu cümleden olarak İmam-ı A’zam Ebû Hanife, Musa Kâzım, vb. büyük kişilerin kabir ve türbelerini yeniden yaptırmıştı. Böylece Sunnî ve Şiî Müslümanların gönlünü kazanmış, ayrıca Bağdat ve havalisini tahrir ettirmişti. Bundan sonra birkaç kez Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasında el değiştiren Bağdat, sonunda Osmanlılar elinde dört yüzyıl kadar kalmıştır.

Suriye Bölgesi:

a) Adları, Sahası, Sınırları; Suriye, Kitab-ı Mukaddes’te Aram ve Arap dillerinde Berrü’ş-Şam adıyla bilinen büyük ve önemli bir vilayettir. Bu vilayet batıda Akdeniz, kuzeyde Anadolu(Küçük Asya) doğuda Fırat, güneyde Arabistan ile çevrilidir. Kuzeyden güneye uzunluğu 600 km, genişliği ise 280 km’dir. Suriye; Akdeniz’in doğu kıyısı ile kuzeyde Anadolu, doğuda Fırat nehri ve güneyde Arap çölü(Bâdiyetü’l-Arab) ile çevrili bölgenin adı olup, Müslümanların fethettikleri zamandan beri, buraya Bilâdü’ş-Şam veya yalnızca Şam demişlerdi.

Halep ve Suriye vilayetleri, Osmanlı Devleti’nin asli bölgeleri arasında yer alırdı. Çok önceleri Fenike denilen Beyrût vilayeti ile Cebel-i Lübnan mutasarrıflığı ve Filistin dahi Suriye ismi sahasında bulunurdu. Osmanlıların idarî yapısı içinde Suriye vilayeti Suriye topraklarının bir kısmını oluşturdu. Suriye vilayetinden oluşturulan bugünkü Suriye Devleti’nin yüzölçümü ise 187.000 km karedir.

Yine eskiden Suriye denilince, Doğu Akdeniz’de bulunan bugünkü Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün devletlerinin topraklarını kapsayan tarihi yerler akla gelirdi. Şimdiki Suriye doğu Akdeniz kıyısında olup, kuzeyde Türkiye, doğu ve güney doğuda Irak, güneyde Ürdün, İsrail ve Lübnan, batıda ise Akdeniz’le sınırlı bulunmaktadır.

Romalılar ve çağdaş Avrupalı yazarlar burayı ifade için genel olarak “Suriye” kelimesini, Araplar “Bilâdü’ş-Şam” veya “Arzü’ş-Şam” kelimelerini kullanmışlardır. Suriye Vilayeti tabiri Osmanlıca metinlerde 1864 yılından itibaren, Suriye diye veyahut yukarıda zikredilen bölgenin bir kısmını ifade için kullanılmıştır. Suriye ilk devirlerden beri önemli bir yerleşim bölgesidir. Suriye toprakları üzerinde yüzyıllar boyunca çeşitli devletler hükümrân olmuşlardır.

Bugün Suriye, Ürdün, Lübnan ve İsrail arasında paylaşılmış olan Bilâdü’ş-Şam, günümüzde olduğu gibi geçmiş yüzyıllarda da ekonomik, askerî ve dinî konumu nedeniyle, daima milletler arası nüfuz mücadelesinin yoğunlaştığı odak noktalarından birisi olmuştu. Suriye bölgesinde; birde Suriye Çölü denilen, Arap Yarımadası’nın kuzeyinde çöl saha vardır. Bu saha, Suriye’nin güney doğusu, Irak’ın batısı ve Ürdün’ün kuzey doğu kısımlarını kapsar.

b) Suriye’nin Tarihî Coğrafyası: Suriye bölgesinde, önceleri Fenikeler, Sûr şehri ile İskenderun arasında sahil üzerinde bir devlet kurmuşlardı. Halep’in kuzeyinden güneye doğru Arâmiyyîn Devleti kurulmuştu. M.Ö. 14. yüzyıllarda Fenikeliler ve Arâmîler vardı. Yine ilkçağlarda Asurlular, Bâbilliler, Fârisîler hüküm sürdüler. Makedonyalı Büyük İskender Suriye’yi Farisîlerden M.Ö. 333 yıllarında devralmıştır. Ondan sonra Silifkeliler M.Ö. 64 senesine kadar yönettiler. Daha sonra ise Suriye toprakları Roma İmparatorluğu hükmü altına girmiştir.

Müslüman Araplar tarafından 634 yılında Doğu Roma İmparotorluğu’ndan fethedilen bu bölge, ortaçağda Haçlıların istilâsına uğradı. Haçlılar sahil şeridi ve Kudüs’te bir süre tutunmayı başarmışlar, ama iç bölgeleri ellerinde tutan ve Atabeğler diye bilinen Müslüman Türk beylikleri karşısında daha fazla ilerleyememişlerdir.

Suriye’de 1187 yılında yönetimi ele alan Eyyubîler, Bilâdü’ş-Şam’da da idareyi Atabeğler’den alarak Haçlılara karşı eskisinden daha çetin bir mücadele sürdürmeye başlamışlar. Kudüs ve çevresi haçlılardan geri alınmıştır. Bir süre Mısır ve Bilâdü’ş-Şam’ın yönetimini Eyyubîlerden devralan Mısır Memlûkları (1258-1517), Eyyubîlerin bıraktıkları yerden itibaren ileri harekâtâ devam etmişler. Nihayet Memluk hükümdârı Sultan Baybars (1233-1277) son haçlı kalıntılarını da 18. yüzyıla kadar birdaha buraya dönmemek üzere ortadan kaldırarak, Müslümanların Bilâdü’ş-Şam’da ki hakimiyetlerini sağlamlaştırmıştır.

Osmanlılar ise 1516-1517’de Suriye, Mısır ve Hicaz’ı baştan başa fethettiler. Yavuz Sultan Selim Han, 1516’da Suriye üzerine yürümüş, Halep yakınında Suriye’nin kuzeyinde “Dâbik” ovasında Mısır askerleri ile çarpışmış ve zaferi kazanmıştır. Bütün Suriye şehirleri alındı, Yavuz Sultan Selim Şam’a girmiş ve burası ordugâh olmuştu. Mercidâbık zaferi ile Suriye’yi, Gazze zaferi ile Filistin bölgesini tamamen Osmanlı memleketlerine katmıştı.

Mercidâbık zaferinden sonra, Bilâdü’ş-Şam’ı ve Mısır’ı Osmanlı idaresi altına alan Yavuz Sultan Selim, eski idareye ait pek çok şeyi olduğu gibi bıraktı… Bu arada Anadolu’dan bazı Türkmen oymaklarını da –güvenlik için-getirterek Lazkiye civarına yerleştirdi. 1521’de bölgenin idarî teşkilâtı; Bilâdü’ş-Şam, Halep, Trablus olmak üzere üç eyalete ayrılmıştı. Yavuz Sultan Selim buraların tahririni yaptırıp, güvenliğini sağladıktan sonra Mısır Memlukları’nın ülkesi üzerine yürümüştü.

Görüldüğü üzere 634 yılından itibaren Bizans İmparatorluğundan mülüman arapların eline geçmiş olan Suriye; Emevîler, Abbasîler, Tolunîler, Fatımîler, Eyyubîler, Selçuklular, Atabegler, daha sonraları Mısır melikleri ve Osmanlı padişahları tarafından uzun süreler idâre edilmiştir. Osmanlılar devrinde eyalet merkezi olan Şam şehrine bağlı yerlere Suriye vilayeti denilmiştir. XIX. Yüzyıla geldiğimizde Suriye ve Filistin topraklarında; Suriye, Halep ve Beyrît adında üç vilayet ile Cebel-i Lübnan ve Kuds-ü Şerif müstakil mutasarrıflıkları mevcuttu.

Osmanlı padişahı Sultan Abdulhamit, oldukça önemli bir bölgede bulunan Suriye’yi, İstanbul-Hicaz arası demiryolu bağlantısında ihmal etmemişti. İstanbul’dan başlayan demiryolu ağını Şam’dan Medine ve Mekke’ye oradan da Bağdat’a ulaştırmayı planlamıştı. Çünkü idari ve ticarî bakımdan Suriye bölgesinin önemi çok büyüktü.

Suriye Bölgesinin en önemli merkezi olan Şam şehri hakkında bazı bilgiler vermek yerinde olur. Şam ortadoğunun meşhur ve büyük şehirlerinden biridir. Şam’a imarının ve görünüşünün güzelliğinden dolayı “Cennetü’l-Arz”(Yeryüzünün cenneti) denmiştir. Nuh’un oğlu Sâm’ın torunlarından birinin adı Dımaşk olduğu için “Dımaşk” da denmektedir. Dımaşk şehrinin 7000 yıl önce kadar kurulmuş olduğu ve İbrahim peygamberin burada doğmuş olduğu rivayet edilmiştir.

Bir başka rivayete göre ise; Ham b. Kenan kavminden ayrılıp kuzeye doğru çıkmıştır. Kuzeye gittiği için “teşâü’ş-şimâl”(kuzeye doğru yürüdü-gitti)den dolayı Şam denmiştir.

Suriye’nin genel olarak adına Şam’da denir. Şam Suriye bölgesinin en büyük şehri olup 36 derece-18 dk doğu meridyeni ile 33 derece-30 dk kuzey paraleli arasındadır. Rakımı 700 metre olup, Suriye-Arap çölünün kenarında, Lübnan ve Anti-Lübnan kütlelerinin hemen arka tarafında bulunmaktadır. Ortadoğu bölgesinin önemli medeniyet ve kültür merkezleri arsında yer alır.

Suriye içinden kuzeyden güneye geçen bir yol üzerinde olan Şam, çevresinin aşırı zenginliği sayesinde, Kuzey Suriye, El-Cezîre, Arabistan, Bâbilonya ile Akdeniz ve Mısır arasındaki ticarî önemi haiz bir kenttir.

Şam şehrinin tarihçesi ise şöyledir. X.yüzyıldan itibaren Ahd-i Atik ile Asurca metinlerden öğrenildiğine göre bir Şam Arâmî krallığı mevcut olup, bu krallık M.Ö. 732 tarihinde Asurlular tarafından yıkılmıştır. M.Ö. VIII. yüzyılda Asurlular VII. yüzyılda Bâbilliler, VI. yüzyılda Grekler, M.Ö. I. yüzyılda ise Romalılar Şam’da hâkimiyet kurmuşlardı. Bir müddet İranlılar idare edip, sonra tekrar Bizanslar ele almış ve 635 yılında şehir Bizanslardan, müslüman komutan Halid b. Velid tarafından teslim alınmıştır.

Halid b. Velid rivayete göre, Dımaşk’a doğudaki kapıdan girmiştir. Yine rivayet edilirki, Adem(a.s.) Şam’daki, Beytü’l-Ebyat’a inmiş, Havva ise Beytü’l-Lihye’ye gelmiştir. Adem’in oğullarından Kâbil, Hâbil’i Şam’daki Kâsiyûn dağında öldürmüştür. Şam şehrinin suyu çoktur. Eskiden etrâfı sûr ve hendeklerle çevrili idi. Çok büyük ve güzel bir mekandır.

Şam, Osmanlılar devrinde bütün ihtişamını ve önemini korumuştur. Suriye vilayeti ve bölgesinin büyük bir şehridir. Şam’ın eski ismi Dımaşk olup, yabancılar ise, “Damas” derler. Şam’da iki yüz kadar camii, vardır, Ümeyye camii en büyüğü ve tarihi olanıdır. Yine rivayet edilir ki, pek çok peygamber, evliyâ, meşhur âlim gibi şahsiyetlerin türbe ve medreseleri Şam’da bulunmaktadır. Şam’da meşhur murassa Şam kılıçları ve çeşitli silahlar yapılırdı. Şam oldukça işlek bir karayolu ile Beyrut’a da bağlı bulunuyordu.

Şam şehri, Berrü’ş-Şam denilen, Şam çölüne kadar uzanan, ve “Gûtâ” denen güzel ve münbit bir ovanın kenarında, kuzeyinde Kâsiyûn dağı, güney ve güney batısında Cebel-i şeyh denen dağ ile çevrilidir. Ayrıca Şam’ın kim tarafından ve ne zaman tesis olunduğu bilinmemektedir.Ancak Hz. İbrahim zamanında mevcut imiş, Nebatlılar burada hüküm sürmüşlerdi. Hz. Davût ve Hz. Süleyman zamanlarında Yahudiler buralara hükmetmişlerdir.

Daha sonra Şam’ı Bizans İmparatorluğundan 635 yıllarında sahabeden, Ubeyde b. Cerrah, Yezid b. Süfyan ve Halid b. Velid komutasındaki Müslüman Araplar fethetmişlerdi. Şam 661 tarihinden itibaren, Emevî Hanedânlığı’nın başkenti olmuştur. Bütün İslam memleketleri buradan 750 yılına kadar yaklaşık 90 yıl idare edilmiştir. Abbasî hanedânlığı ise Bağdat’ı başkent yapmışlardı. Ama Şam yinede önemini korumuş, Hamdanîler ve Selçuklular Şam’da hükümetler kurmuşlardır.

Şam 1258 yılından sonra Moğol hükümdârı Hülâgu tarafından zaptedilmiştir. Timur tarafından işgal edildiği sırada ise, tamamen tahrip edilmiş, ahalisinin çoğu katledimişti. 1516’ dan sonra Osmanlı Devleti’ne Mısır Memluklularından alınarak katılan Şam, hac yolu üzerinde de olduğundan imar ve ticareti geliştirilerek daha güzel hale getirilmişti.

Şam eyalet merkezi edilmişken, sonradan vilayet usulü getirilince, Suriye vilayetinin merkezi olmuştur. Filistin tarafı Kudüs müstakil mutasarrıflığı adıyla ayrılırken, sahil kısmı da Beyrût vilayeti olarak ayrılmıştır.

Şam önceleri; Şam, Filistin,Fenike diye üç kısım itibar edilirken, Halep’in gelişmesi ile Halep,Dımaşk(Şam), ve Filistin diye ayrıldı. Suriye vilayeti kuzeyde Halep, batıda Beyrût vilayetleri ile güneyde Kudüs müstakil mutasarrıflığı ile çevrili olup, Şam bölgesinin orta kısmından ibarettir. Suriye arazisinin batı kısmı dağlık olup, orta kısmında vilayetin en yüksek dağı olan Cebel-i Şeyh bulunur. Kuzey batısında ise, Beyrût vilayetinin Trablus ve Lazkiye sancakları sınırında Nâsıriyye dağı uzanır. Şam bölgesini baştan başa Lübnan dağları kaplamış olup, bu dağın bazı yerleri taşlık ise de birçok vâdileri gayet imarlı ve bitektir. Güneydoğu kısımları ise, kumluktur.

Tarihi coğrafya bakımından Şam toprakları üçe ayrılırdı; Kuzeyinde Arem, güneyinde Filistin(arz-ı mukaddes), sahil kenarında ise, Fenike veya Kenan toprakları vardı. Osmanlı Devleti zamanında Şam-Suriye toprakları geçmiş yüzyıllardan daha iyi idare edilmiştir diyebiliriz.

Pek çok bayındırlık hizmetleri ve halkın asayişine yönelik faaliyetler olmuştu. Dört yüzyıl kadar süren Osmanlı devri bu bölgeye huzur ve mutluluk getirmişti.

Ancak Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başladığı dönemlerde bazı fırsatçı şahıs ve guruplar bu bölgede sıkıntı çıkarmışlardır. Suriye bölgesinde Canbolatlar, Dürzîler, Cezzâr Ahmet Paşa, bir sürede Mısırlı Mehmet Ali paşa isyanlar çıkardılar. Fakat hepside sonunda başarısız olarak Osmanlı Devleti’ne boyun eğmişlerdir.

……

BİBLİYOGRAFYA

  • Abdurrahman Şeref, Coğrafya-i Umumî, İstanbul, 1895.
  • Ahmet Rifat, Lügati Tarihiyye ve Coğrafiyye,(7 cilt), İstanbul, 1881-1882.
  • Ali Cevâd, Memâlik-i Osmaniyye’nin Tarih ve Coğrafya Lugatı,(4 Cilt), İstanbul, 1895.
  • Barthold, W. İslam Medeniyeti Tarihi, (Terc. Fuad Köprülü), Ankara, 1977.
  • Baykara, Tuncer, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş, Ankara, 1988.
  • Darkot, Besim,” Irak”, İslam Ansiklopedisi,(13 Cilt), M.E.B., İstanbul.1945-1988.
  • El-Belazûrî, Fütuhu’l-Büldân, (Çev. Mustafa Fayda),Ankra, 1987.
  • Hartmann, R., “Şam”, İ.A., C.XI İslam Ansiklopedisi,(13 Cilt), M.E.B., İstanbul.1945-1988.
  • Hayr, Saffûh, Suriye,Şam,(Dımaşk), 1985.
  • Honigmann ,E., “Suriye “, İ.A. İslam Ansiklopedisi,(13 Cilt), M.E.B., İstanbul.1945-1988.
  • Keskin, Mustafa, Hindistan Müslümanları’nın Millî Mücâdele’de Türkiye’ye Yardımları(1919-1923),Kayseri, 1991.
  • Kılıç, Remzi, Irak ve Suriye’nin Tarihi Coğrafyası,(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri,1990.
  • Kılıç, Remzi,Kanuni Sultan Süleyman Devri Osmanlı-İran Münasebetleri(1520-1566),(Basılmamış Doktora Tezi), Kayseri, 1994.
  • Konrapa, Zekâî, Bolu Tarihi, Bolu, 1964.
  • Mehmet Hikmet, Coğrafya-i Ümranî, İstanbul, 1894, s.238.
  • Öngör, Sami, Coğrafya Sözlüğü, İstanbul, 1959.
  • Saffet Bey, Yeni Resimli ve Haritalı Coğrafya-i Osmani, İstanbul, 1913.
  • Samur, Sabahattin, Suriye Vilâyeti’nin İdâri Ve Sosyal Yapısı,(Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1989.
  • Severcan, Şefaettin, Keşfî’nin Selimnâmesi,(Basılmamış eser),Kayseri, 1988.
  • Streck, M.,“Bağdat” , İ.A; İslam Ansiklopedisi,(13 Cilt), M.E.B., İstanbul.1945-1988.
  • Şemseddin Sami,Kamus’ul-Alâm,(6 Cilt), İstanbul, 1889-1898.
  • Yakut El-Hamavî, Mu’cemü’l-Büldân,(5 Cilt), Beyrût, 1968.
  • Zekeriyya El-Kazvînî, Asâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l- İbâd, Beyrût, 1969.
  • Ali Cevâd, Memâlik-i Osmaniyye’nin Tarih ve Coğrafya Lugatı,(4 Cilt), İstanbul, 1895, C. 1, s. 11-12.
  • Şemseddin Sami,Kamus’ul-Alâm,(6 Cilt), İstanbul, 1889-1898, C.VI, s.4420.
  • Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş, Ankara, 1988, s.136.
  • Baykara, a.g.e.,s.137.
  • Baykara, a.g.e.,s.139.
  • Cevad, a.g.e., C.II.,s.538-539.
  • Diyâr-ı Mudâr; Suriye’deki Rakka şehri merkez olmak üzere etrafındaki bölgeye denmektedir.
  • Yakut, el-Hamavî, Mu’cemü’l-Büldân,(5 Cilt), Beyrût, 1968, C.II., s.134.
  • Besim Darkot,” Irak”, İslam Ansiklopedisi,(13 Cilt), M.E.B., İstanbul,C.5/2,s.667.
  • Darkot,a.g.md.,İ.A., C.5/2, aynı yer.
  • Remzi Kılıç,Kanuni Sultan Süleyman Devri Osmanlı-İran Münasebetleri(1520-1566),(Basılmamış Doktora Tezi), Kayseri, 1994,s.137.
  • Baykara, a.g.e., s.28.
  • Remzi Kılıç, Irak ve Suriye’nin Tarihi Coğrafyası,(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri,1990,s.17.
  • Zekeriyya el-Kazvînî, Asâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l- İbâd, Beyrût, 1969, s.351.
  • Ahmet Rifat, Lügati Tarihiyye ve Coğrafiyye,(7 cilt), İstanbul, 1881-1882, C.V,s.33.
  • Sami Öngör, Coğrafya Sözlüğü, İstanbul, 1959, s.363; Kılıç,Kanuni Sultan Süleyman Devri…, s.137.
  • Cevât, a.g.e., C. II, s. 484; Rıfat, a.g.e., C. III, s. 235.
  • Saffet Bey, Yeni Resimli ve Haritalı Coğrafya-i Osmani, İstanbul, 1913, s. 63-64.
  • Darkot,a.g.md., İ.A.,C. 5/2, s. 669.
  • Öngör, a.g.e.,s.363.
  • Cevad, a.g.e.,C.II, s.539.
  • Rifat, a.g.e., C.IV, s.69.
  • Öngör,a.g.e.,s.568.
  • Abdurrahman Şeref, Coğrafya-i Umumî, İstanbul, 1895, s.192.
  • Sami, a.g.e., C.III,s.1802-1803.
  • Sami, a.g.e., C.III, s.1804.
  • Sami, a.g.e., C.III., s.1805.
  • Sami, a.g.e.,C.IV., s.3137.
  • Sami, a.g.e., C.IV., s.3135.
  • Safvet Bey, a.g.e., s.180.
  • Darkot, a.g.md., İ.A., C.5/2, s.670; Irak hakkında daha fazla bilgi için aynı maddeye bakınız.
  • Hamavî, a.g.e., C.I., s.457; M.Streck ,“Bağdat” , İ.A.,, C.II.,s.195; Kazvînî,a.g.e., s.313; W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, (Terc. Fuad Köprülü), Ankara, 1977, s.29.
  • Hamavî,a.g.e., C.I., s.456; Samî, a.g.e., C.II., s.1324; Şeref, a.g.e., s.193; Barthold, a.g.e., s.29.
  • M. Streck, a.g.md., İ.A., C.II., s.197.
  • Cevad, a.g.e., C.I., s.181; Samî,a.g.e., C.II., s.1324.
  • Samî, a.g.e., C.II., s.1324-1325; Şeref, a.g.e.,s.193.
  • Samî, a.g.e., CII., s.1325 vd.
  • Rifat, a.g.e., C.II.,s.121; Cevad, a.g.e., C.I., s.182.
  • Kılıç, Kanuni Sultan Süleyman Devri,…s.167-168.
  • Rifat, a.g.e.,C.IV., s.78.
  • E. Honigmann, “Suriye “, İ.A., C.XI.,s.51.
  • Cevad, a.g.e., C. II., s.453.
  • Öngör, a.g.e.,s.805.
  • Sabahattin Samur, Suriye Vilâyeti’nin İdâri Ve Sosyal Yapısı,(Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1989, s.1.
  • Saffûh Hayr, Suriye,Şam,(Dımaşk), 1985, s. 79.
  • Samur, a.g.e., aynı yer.
  • Öngör, a.g.e., s. 805.
  • Hayr, a.g.e., s. 79-80.
  • Samur, a.g.e., s. 1-2.
  • Samur, a.g.e., aynı yer.
  • Mustafa Keskin, Hindistan Müslüman ları’nın Millî Mücâdele’de Türkiye’ye Yardımları(1919-1923),Kayseri, 1991,s.5.
  • Zekâî Konrapa, Bolu Tarihi, Bolu, 1964,s.191; Şefaettin Severcan, Keşfî’nin Selimnâmesi,(Basılmamış eser),Kayseri, 1988, s.8-9 ; Selimnâmelere daha fazla bilgi için başvurulabilir.
  • Samur, a.g.e., s.2-3.
  • Rifat,a.g.e., C.IV., s.79.
  • Afvet, a.g.e., s.187-188.
  • Hamavî, a.g.e., C.II., s.463 (fazla bilgi için aynı yere bakınız).
  • Hamavî,a.g.e., C.III., s.312.
  • R.Hartmann, “Şam”, İ.A., C.XI., s.298.
  • Samî, a.g.e.,C.III, s.2159;., R.Hartmann, a.g.md., C.XI.,s.298.
  • R.Hartmann, a.g.md., C.XI., s.298-299; Fazla bilgi için aynı yere bakınız.
  • El-Belazûrî, Fütuhu’l-Büldân, (Çev. Mustafa Fayda),Ankra, 1987, s.162.
  • Kazvînî, a.g.e.,s.189.
  • Cevad. a.g.e., C.II., s.477-478; Rifat,a.g.e.,C.IV.,s.127.
  • Samî, a.g.e., C.III., s.2158-2159.
  • Samî,a.g.e., C.III., aynı yer; Cevad, a.g.e., C.II., s.481.
  • Sami, a.g.e., C.IV., s.2824; Baykara, a.g.e., s.25.
  • Sami, a.g.e., C.IV., s.2681-2682; Cevad, a.g.e., C.II., s.453.
  • Şeref, a.g.e., s.186-187.
  • Sami, a.g.e., C.IV., s.2828-2829.
  • Şeref, a.g.e., s.188.
  • Sami, a.g.e., C.IV.,s.2684; Cevad,a.g.e., C.II., s.455.
  • Samur, . a.g.e., s.33.
  • Mehmet Hikmet, Coğrafya-i Ümranî, İstanbul, 1894, s.238; Safvet, a.g.e.,s.188.
Takip Et Kerim Usta:

Herkesin bir yaşama nedeni var. Benimkiyse, bir "Sevda"...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir