Güzel Bir Şey Söyle Ya da Daha Güzelini

Kategori: Bilgi Dağarcığı | 0
Güzel Bir Şey Söyle
Ya güzel bir şey söyle ya da…..

‘Normal konuşma dili büyük oranda parçalardan, yanlış başlangıçlardan, konuşma dilinin temelini oluşturan idealleştirilmiş biçimlerin harmanlarından ve diğer tahrifatlarından oluşur. Bununla beraber çocuk, konuşma dilinin temelini oluşturan bu [idealleştirilmiş biçimi] öğrenir. Bu olağanüstü bir olgudur. Şunu da unutmayalım ki, çocuk bu [idealleştirilmiş biçimi] sistemli bir eğitim olmadan oluşturur, bu bilgiyi birçok başka alanda karmaş bir zêkaya dayalı başarılar elde edemeyecek bir durumdayken edinir ve bu başarı zêkadan görece bağımsızdır… (Dilbilimci Noam Chomsky, 1969)

Dil, insan canlısının yegane iletişim aracı. Ses birimlerinden sözcüklere, sözcüklerden kelime öbeklerine ve nihayet cümlelere dökülüp istediğimiz, istemediğimiz ve ifade edebilmemizin başta gelen en insansı yeteneğimiz.

Anne karnında duymaya başlıyoruz önce, ama yalnızca düşük frekanslıları; yüksek frekanslı sesler filtreden geçirilip dışarda bırakılır, tıpkı komşumuzun müzik seti gibi. Duvarlar yalnızca düşük frekanslı seslerin geçmesine izin verir, bum-bum seslerinin.Fetüs annesinin kalbinden gelen nabız atışlarını veya bağırsaklarından gelen gurultuları da duyar; bu sesler fetüsün dışarıdan gelen seslere yoğunlaşmasına engel olabilir. Kelimelerimizi dölleyen ses kategorilerimiz, ebeveynlerimizi, kardeşlerimizi ve televizyon sesini dinleme deneyimlerimizle biçimlenir. Bebek kelimenin tam anlamıyla, duyduğu dilin niteliklerine göre kendini ayarlar. Özellikle de geniş kategoriler oluşturup, konuşan kişilerin birtakım sesleri farklı şekillerde telaffuz etmesi durumuyla baş etmeyi öğrenir. Bu öğrenme süreci içinde bebek, konuşma seslerinde (”ses birimleri”nde) daha önce algılayabildiği ince farklılıkları fark etme yeteneğini kaybeder. Zihninde ses birimlerinin modellerini oluşturur ve ufak çeşitlemeleri göz ardı eder.

Ses kategorilerine sahip olmak, içinde büyümediğiniz bir dili dinlerken bazı sorunlara neden olabilir. Örneğin Japon’ ya bebekler /r/ ve /I/ arası bir harfi öğrenirler.Böyle bir kategori oluşturmak bu harfin çevresindeki varyasyonları yok saymayı öğrenmek demektir. Bu yüzden Japonlar İngilizcedeki /r/ veya /I/ harfi ile karşılaştıklarında ikisinin arasındaki Japon harfini duyma eğilimindedirler. Yani iki harfin aynı şey olduğunu düşünürler. Yetiştiriliş biçimimiz gereği çoğumuz Hintçe ve Poretkizcedeki benzer ses birimleri arasındaki farkı da duymayız. Aradaki farkı duyamazsak telaffuzumuzu
düzeltemeyiz.

Bebeklik dönemindeki bu yerel konuşma seslerine alışma sürecinden sonra çeşitli dil özellikleri gelişir. Agulamalar ve çok geçmeden temel bir söz dağarı oluşacak, ikinci yılında iki-üç sözcüklü cümleler, üçüncü yılında ise söz dizimleri ve daha karmaşık cümleler kuracak. Böyle böyle hikayeler ve başka okuma parçaları ilgisini çekmeye başlayacak ve okumayı öğrenecek.

Dil korteksi, duyduğu şeylerin doğal kategorileri çerçevesinde kendini örgütler ve yeni öğrenim dizileri oluşturma devam eder. (Hatta iki yaşından önce sol beyin- dil sol beyin tarafından yönetilir ve merkezi SOL BEYİNDİR. Aritmetik işlemlerin yapıldığı sol beyin, dil ve dil becerilerinin tüm kategorilerini de kapsar. Sanıldığının aksine ‘sözelci’ler beyinlerinin ağırlıklı sol kısmını kullanırlar- hasarı geçiren çocukların çoğu kullanışlı bir dil geliştirebiliyorlar. Sağ beyin, hasarlı olan sol beynin işlevlerini de yüklenir; beyin tamamen yeniden örgütlenir ve konuşma akıcı normal seyrinde devam eder. Sağ beynin telafi yeteneği, çoğumuzda okul öncesi yıllarda yok olur.)
Yeni bir insan, yeni bir hayat böylelikle ”Dil” ile doğmuş olur.

Farkettiniz mi?;

Dil öğrenmenin, bilimsel anlamda önce duymak ile başladığını.

Anne baba ve öğretmenler, sürekli yardım etmezlerse çocukların dili asla öğrenemeyeceklerini sanırlar. Ama dilin öğrenilen kısmının zorunlu olarak edinilen kısmından fazla olmadığını, çocukların budama ve düzeltme olmadan da dili muhtemelen öğrenebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.Çocuklar cümle oluşturma kurallarını sırf gözlemle öğrenirler. Çocuklar 18 ay ile 36 ay arasındaki dönemde, özellikle çevrelerinde konuşulan cümlelerin temelini oluşturan yapı kurallarını öğrenmeye meyillidirler. Konuşmanın kısımlarını anne babalarından daha iyi açıklayamıyor veya bir cümlenin yapısını onlardan daha iyi ortaya koyamıyor olabilirler, ama bu bilgiler beyinlerine iyice yerleşiyormuş gibi bir halleri vardır.

Bu biyolojik eğilim o kadar kuvvetlidir ki, çocuklar yeni bir dil bile icat ederler. Sağır çocukların oyun arkadaşlarıyla kendilerine özgü işaret dili (”ev dili”) icat ettikleri bilinir. Dilbilimci Derek Bickerton, çocukların anne babaları konuşurken duydukları ilkel karma dillerden yeni diller icat edebildiklerini göstermiştir. Karma diller tüccarlar, turistler ve ‘misafir işçiler’ (eski zamanlarda da köleler) tarafından kullanılan ortak sözdağarlarıdır; bu sözcüklere genellikle jestler de eşlik eder; turist İspanyolcası konuşmaya çalışırken bende de olduğu gibi. Laf doladırıldığı için, kısacık bir şey söylemek çok uzun zaman alır.

Kroel diller, kendi sözdizimleri olan; ‘kim kime neyle ne yaptı’ modellerini bir zihinden ötekine çabucak aktarabilen hakiki dillerdir. Karma dil konuşan çocuklar duydukları ortak sözdağarını alıp buna bir sözdizimi oluşturuyor gibi görünüyor, gerçi oluşturdukları bu sözdizimi anne babalarının anadilinin sözdizimi olmak zorunda değildir. Çocuklar ister istemez hakiki bir dil icat ederler. Çocuğun beyninin sözdizimine önceden hazır olduğuna işaret eden en iyi veridir bu. Karma dillerle kıyaslandığında hakiki bir dil, daha az sözcükle karmaşık kavramlar aktarılabilir. Ek anlam düzeylerine ulaşmak amacıyla sözcükleri birbirleriyle ilişkilendirmeyi sağlayan karmaşık kurallara sahip olmasından kaynaklanır bu.

Birinin kurduğu karmaşık cümleyi anlamak çok daha kolaydır, çünkü insan çok iyi tahmin edebilir. Parça parça kelimelerden ne üzerinde konuştuğunun ana temasını çok rahat anlayabiliriz. Dil gelişimindeki kritik dönemlerde fırsatları kaçıran çocukların dil konusunda geri kaldıkları gözlemlenmiştir. Bu kritik dönemler, agulama zamanlarında desteklenmeyen çocuklar ve sürekli soru soran soru çağı (4-7 yaş) çocuklarının geri dönütle beslenmediği zamanlardır. Her soru bir fırsat penceresidir; yanıtlanmayan ya da geçiştiren her soruda bu fırsat penceresi kapanır ve çocuğun dili güdük kalır.

….
Şimdi laboratuvar önlüğümü çıkartıp hep birlikte topluma karışalım…

”Sözlerin büyüsü”

Sözlerle kendini ifade eden insan ırkı, anne karnından yetişkin olana kadar zaman içinde inanılmaz bir işlemler zinciri sonucunda öğrendiği cümleleri nasıl da israf ettiğine tanık oluyoruz. Dahası kimi zaman salt karşımızdakini yaralamak adına! Daha da ilginç olanı ise kendimizi yaralamak adına! Sözler, cümleler ve ağzımızdan çıkan her şey kendi kendisini gerçekleştiren bir kehanettir; tıpkı inanç gibi. Nüfusun %99′ unu Müslümanların oluşturduğu bir ülkede, İslam dininin peygamberinin şu cümlesinden toplumun bihaber olması ne kadar da şaşırtıcıdır:
”Bela insanın diline bağlıdır!” Bu tek cümlelik sözün anlamını bugün modern dilbilimciler, nörologlar fizikçiler arasında bunun tersini söyleyen, veya saçmalık olduğunu ima eden tek bir bilim insanı yoktur. Nöroloji disiplini ağızdan çıkan sözle o sözün nasıl inanca dönüştüğünü; daha doğru bir ifade ile içinizden geçirdiğiniz ve yüksek sesle söylediğiniz cümlelerin beyin tarafından nasıl işlendiğini araştırdığında, karşımıza çıkan sonuçlar hayret vericidir.

Fizik disiplini bize evrendeki tüm maddelerin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve zerreler arasında iletişim olduğunu söyler. Maddenin özüne indiğimizde, maddenin atomaltı taneciklerinin enerji olduğunu görürüz. Maddeler arasındaki bu iletişim o enerji sayesinde olur. Kelimelerimizi oluşturan enerji, evrenin en uzak köşesindeki bir başka enerji parçacığı ile iletişim halindedir. Kabaca ifade etmek gerekirse, siz öfkelendiğinizde ağzınızdan çıkan her ses birimini tüm evrene yaymış olursunuz; küfür ettiğinizde, bela okuduğunuzda.. (tanrıyı oynayarak) birilerinin canlarını cehenneme yolladığınızda.. kendi çocuğunuzu lanetlediğinizde..Kelimelerle, sadece insanla değil tüm evrenle de iletişime geçersiniz..

Kullandığınız her sözcükle bir anlaşma imzalarsınız. Hem kendinizle hem karşınızdaki ile.. Hemde tüm evrenle! Bir insan gelecekte ne yaşayacağını merak ediyorsa bugün ne konuştuğuna baksın. Olasıdır ki bugün en çok konuştuğunuz şey yarının deneyimi olacak.
Olmasını istemediğiniz şeyleri dualarınızda dileklerinizde de anmayın.
İstemediğiniz şeyleri sıralamayın. Sadece OLMASINI İSTEDİĞİNİZ şeyleri söyleyin.

Ben hasta olmak istemiyorum yerine Ben sağlıklıyım.

Yaşlanmak istemiyorum yerine ben her daim genç kalacağım.

Yaşlanmak istemiyorum diyen insanların oradaki odağı yaşlanmaktır mesela.. Ve sonucunda yaşlanmak kaçınılmazdır.

Öyle ki beyin negatifi algılamaz söylenen her sözü gerçek kabul eder. Mesela siz “Unutma” dediğinizde onu “unut” olarak alır. Onun yerine “Aklında tut” demek daha doğrudur. Birisine “Panik yapma” dediğinizde daha fazla panik olacaktır. Bunun yerine “sakin ol” demek daha uygundur.
Bu yüzden ne yapmak istemediğimizi değil, ne istiyorsak onu söylemeliyiz.

Birisi size eğer sizi gördüğünde “hasta gibi görünüyorsun” dediğinde eğer siz buna inanır ve onaylarsanız bu anlaşmayı imzalamış olursunuz ve çok fazla sürmeden hasta olacağınıza dair sizi temin ederim!

Hastalık demişken bazı insanlar var hastalıklarına sıkı sıkı sahip çıkan…

“Benim şekerim var!”

“Benim tansiyonum var!”

BENİM!!!

“Benim” diyerek siz bu kadar sahip çıkarsanız o hastalık da sizi hayatta bırakmaz! Çünkü”Ben” diye başlayan her cümleyi bilinçaltı sahiplenir ve emir kabul eder.

Bazen de kişi burada kurbanı oynamayı seçer. Hatta bazen bundan hoşlanır bile.. Çünkü o hastadır ve çevresinden daha önce görmediği ilgiyi görüyordur.

Farkındalığı olan kişi ise o noktada bedeninin kendine verdiği mesaja bakar.

Ve şu soruyu sorar “Bilmem gereken şey ne? Hayatımda neyi değiştirmem gerekiyor?”

“Neden ben?” değil… “Nerede hata yaptım ve bu hastalıkla bedenim beni uyarıyor?”

Büyüklerin çok söylediği bir söz vardır. “Bir şeyi kırk kere söylersen olur. ”

Hiç düşündünüz mü neden acaba?

Çünkü dil neyi çok söylerse bilinçaltı onu gerçek kabul eder, beyin onu gerçekleştirmek için harekete geçer.

Olumlu konuşmak ve düşünmek işte bu yüzden çok önemlidir.

Dr. Andrew Newberg şöyle der:

“Olumlu kelimelere odaklanarak ve bunları yansıtarak genel sağlığınızı iyileştirebilir ve beynimizin işlevselliğini artırabiliriz.”

Enerjinizi hangi kelimeler üzerine odaklıyorsunuz? Eğer hayatınızın istediğiniz kadar güzel olmadığını fark ettiyseniz, olumsuz kelimeleri ne sıklıkta kullandığınızı not etmek için bir defter tutun. Gerçekten daha iyi bir hayatın ne kadar kolay ulaşılabileceğini gördüğünüzde şaşıracaksınız. Kelimelerinizi değiştirin, hayatınız değişsin.”

Sözlerinizle birlikte davranışlarınızda değiştiğinde siz değişmeye başlarsınız.

Siz değiştikçe yaşamınızda değişir.

Bir bakarsınız ki yaşamınız söyledikleriniz, düşündükleriniz, davranışlarınız olmuş.

Bu yüzden olmasını istediğiniz şey neyse ona odaklanın olmamasını istediğinize değil..!

Şimdi şu iki cümleye bakın. Ve iki cümlenin de ayrı ayrı size ne hissettirdiğini düşünün..

Bugün hava çok güzel ama yarın yağmur yağacak.

Yarın yağmur yağacak olsa bile bugün hava çok güzel!

Sadece iki kelime AMA ve OLSA BİLE kelimeleri cümledeki ifadeyi ne kadar değiştiriyor değil mi? İlkinde olumsuz bir duygu durumu ikincide ise her şeye rağmen mutlu olma durumu.

Profesör Meyerovitch’ ın çok ilginç bir tespiti var.”Bir kimse,” diyor, ”Çayını içerken, kaşığını bardağın içinde dolaştırırken çıkan ses, uzaydaki bütün zerrelerden duyulur.”

İçimizdeki kinden, nefretten, intikam duygusundan yükselen eksi elektrik, dünyadaki bütün zerreleri ürpertiyor, haberimiz var mı? Veya içimizden yükselen ve içine yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün bitkileri, bütün eşyayı içine alan bir güzel söz, bir güzel dilek, dalga dalga bütün zerrelere, iyinin, güzelin, temiz, asil ve yüce olanın ışınlarını yayıyor. Ne olur kalbimizi, kafamızı hep sevgiyle, saygı ile, hayret ile, incelikle, güzel duygularla doldursak.”
Son söz olarak :

Ya güzel bir şey söyle ya da çok daha güzelini söyle..

Kaynak;Brain Psychology

Takip Et Ergunca:

Herkes Cennete Gitmek İster ama Hiç Ölmeden Cennete Gidilir mi?

Son yazıları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir