Ebu Cehil’in Oğlu İkrime’nin İslam’a Girişi
Mekke fethinden sonra İslam’ın baş düşmanlarından Ebû Cehil’in oğlu İkrime uzak diyarlara yelken açmak için denize doğru kaçıyor, İslâm’a girmektense ölmeyi tercih edeceğini söylüyordu. İkrime, sahilde bulduğu bir kayığa binmiş, karşı sahile doğru denizde yol alıyordu. Bu sırada şiddetli bir fırtına çıkmış ve binmiş olduğu kayık da sallanmaya başlamıştı. Ölüm endişesiyle başını kurtarmak için çıktığı yolda canından olmak üzereydi ve çareyi Lât ve Uzzâ’ya sığınmada bulacaktı. Bu arada kayığın sahibi de telaşlanmış, onlara:
– Sakın ihlâstan ayrılmayın; çünkü sizin söylediğiniz bu ilahların bugün ne size ne de bir başkasına faydası olabilir, diye sesleniyordu.
Endişelerini iyice artıran sözlerdi bunlar. Fırtına ve dalgalarla birlikte Mekke-Medine arasında gidip geliyor, zihninde alıp verdiği sorulardan sıyrılıp bir türlü çıkış yolu bulamıyor, kendini kenara çekemiyordu. Göz göre göre ölümle burun buruna gelmiş, “kurtuldum” derken batmak üzereydi. Bir aralık kendini toparladı ve son bir ümitle kayığın sahibine dönerek:
– Peki, öyleyse ne diyeyim, diye sordu. Ses tonu ve ifadelerinde ayrı bir çaresizlik okunuyordu; Ebu Cehil’in oğlu İkrime, sıradan bir kayıkçıdan medet umar hale gelmişti!
– “Lâ ilâhe illallah” demesini ve kurtuluş için de sadece Allah’tan yardım dilemesini söylüyordu kayıkçı.
BENİ KİM KURTARIR?
Şimdi daha da karmaşık hale gelmişti zihni; zira bunca yıldır Medine ile hep bu yüzden kavga etmiş, Mekke’den de bu sebeple kaçmıştı. Ölümle burun buruna geldiği şu anda yine karşısına çıkıyordu. Öfkelenmişti. Canı iyice sıkılmıştı ve:
– Ben zaten bundan kaçıp da buraya geldim, diye tepki gösterdi önce. Ancak kayıkçının söz ve tavırlarından da bir hayli etkilenmişti; içten içe kendisini kemiren bir düşünce sarmıştı benliğini. Belki de onun için bu, bir dönüm noktasını ifade ediyordu.
Tutunacak başka bir dalının kalmadığını görüyordu. Allah.. ihlâs.. yürekten O’na yönelme… Kayıkçının tavsiyelerinin gerçekten de işe yarayıp yaramayacağını düşünüyordu. Aynı zamanda bu kadar engin deniz, dağlarvârî dalga ve şiddetli fırtınaya hükmeden bir güç olmalıydı. Kendisine bile faydası dokunmayan, kuru ve câmid ilah yakıştırması Hubel veya Lât’ın üstesinden gelebileceği şeyler değildi bunlar. Kendi kendine mırıldanmaya başladı:
– Şayet şu denizde beni ihlastan başka kurtaracak bir şey yok ise, peki beni karada kim kurtarabilir ki diyordu.
“Beni denizde kurtaran, karada haydi haydi kurtarır! Baksanıza bunu, Araplarla Acemlerin, hatta teknedeki adamın bile bilmesi ne garip!”
İÇE DOĞRU BİR FETİH YAŞIYORDU
Bunca yıldır görmemek için gözünü kapatan İkrime, kaçarken gerçeğin ta kendisini görmek üzereydi. Alelacele çıktığı yolda denizin kabarıp dalgaların yükselmesi de, kayığı sallayıp belli bir istikamette sürükleyen fırtına da, kayıkçının hikmet dolu ifadeleri de hep onu bir kapıya davet eder gibiydi. Ve nihayet:
– Demek ki esas din, Muhammed’in getirdiği dindir, dediği duyuldu. Sonra kayıkçının cümlelerini hatırladı yeniden ve:
– Allah’ım, diye yalvarmaya başladı. “Şayet beni bu durumdan sağ salim kurtarırsan, doğruca Muhammed’e gidecek ve elimi eline koyarak O’na beyat edeceğim. Büyük ihtimalle her şeye rağmen O’nu, yine affedici, merhametli ve kerem sahibi olarak bulacağımı ümit ediyorum!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 117)
Ebû Cehil’in oğlu ve Mahzûmoğullarının yeni lideri İkrime dize gelmişti; Fetih’te başını kurtarmak için Mekke’den kaçan İkrime şimdi, içe doğru bir fetih yaşıyordu. Neden sonra kendisini Efendimiz’in şefkat dolu sinesine atıyor ve orada kelime-i şehadet getirerek Müslüman oluyordu.
Kaynak:
- Sorularla İslamiyet
Bir yanıt yazın