Deniz Atı
Denizlerin en hoş ve en zarif hayvanlarından… Güzellikleriyle göz zevkimizi okşayan bu küçük canlı, ilginç yaşam biçimiyle de bizi şaşırtıyor. Ancak, efsanelerden çıkmış izlenimi uyandıran bu deniz canlısının milyonlarcası, afrodizyak ve ilaç yapımında kullanılmak amacıyla acımasızca öldürülüyor…
Denizatı, Eskiçağlardan beri dünyanın en çok tanınan ve sevilen hayvanlarından biri olmakla birlikte, bilim dünyasının karşısına sürekli yeni bilinmeyenlerle çıkıyor.
Bu canlılar, binlerce yıldır masallarda, batıl inançlarda, tıpta ve ekonomide önemli roller oynadı. Ama şimdi, tam da bu harika hayvanların geleceği tehlikeye girdiği anda, Kanadalı biyolog Amanda Vincent gibi araştırmacılar bu canlıyla ilgili yeni bilgiler elde ettiler.
Dev okyanuslarda yaşayan yırtıcı balıklar ve tehlikeli canavarlar arasında vitrininden çıkmış sevimli bir oyuncak gibi görünüyor. Deniz omurgalıları arasında tek dik duranı… Başını öyle önüne eğmiş ki, ona bütün çekiciliğini veren o ünlü at başı şekli çıkmış ortaya. Gövdesi, pullarla değil, kemiksi düğmeciklerle kaplı.
Ancak, bu ağır zırhın altında bile bir peri kadar hafif ve zarif süzülüyor. Renkleri canlı turuncudan turkuaz mavisine, parlak sarıdan koyu kırmızıya kadar geniş bir yelpazeye dağılıyor.
Bazen de siyah, gri ya da haki yeşil de olabiliyor. Bu ağır zırhın altında, bazen tırnak büyüklüğünde, bazen de 30 santimetre boyunda gösterişli bir denizatı bulunabiliyor.
Ama ister küçük ister büyük olsun, düğme gözler, genellikle boynuzlarla taçlandırılmış baş, karna doğru içe kıvrılmış kuyruklar ve o kendilerine özgü ağız yapısı, hepsinin ortak özellikleri. Zoolojik olarak en yakın akrabaları olan yırtmaçlı balık (Phyllopteryx eques) ve yılaniğnesi, balığa daha çok benziyor.
Zoologlar, denizlerde kaç tür denizatı yaşadığını tam olarak bilmiyorlar. Bu canlıların daha çok, akıntıların az olduğu kıyıya yakın sularda; tropik ve subtropik denizlerde, Akdeniz’de ve hatta soğuk Kuzey Denizi’nde bile yaşadığı gözleniyor. Yaşayan 32 türünün olduğu sanılıyor.
Amanda Vincent 14 yıl önce Montreal’deki McGill Üniversitesi’nde “Denizatlarının Cinsel Yaşamları” konulu araştırma projesine başlarken büyük bir hayal kırıklığına uğradığını belirtiyor.
Kendisini tehlikede hisseden denizatı yanındaki mercanın rengini taklit etmiş
Araştırmacı, gözlem yapmak amacıyla peşine düştüğü hayvanları bir türlü bulamıyordu. Denizatı gerçek bir kamuflaj ustasıydı. Kuşkulandığı ya da kendisini tehlikede hissettiği anda, hemen çevrenin rengine bürünüyor ve bakıldığı zaman deniz çayırı ya da yosunlara benziyor.
Hatta Pigme denizatı gibi birçoğu, gövde şeklini de değiştirerek, küçük çıkıntılar, düğmecikler üretip neredeyse bir mercana dönüşüyor. Ancak denizatı, bu kamuflaj sanatını sadece gizlenmek amacıyla değil, aşk yaşamında da kullanıyor. Erkek denizatı, aşık olduğu dişiye kur yaparken, neredeyse noktasına kadar aynı rengi ve deseni alabiliyor.
Denizatı, kamuflaj tekniğini dişisini etkilemek amacıyla da kullanıyor.
Denizatlarını flört ederken görmek isteyen, günün erken saatlerinde denize dalış yapmalı. Gün ağarırken ya da güneş batarken, dişi ve erkek denizatı buluşarak, deniz çayırları arasında yürüyüşe çıkıyorlar.
Önce başlarıyla birbirlerini selamlıyor, sonra da kuyruk kuyruğa tutuşarak yakın çevrede dolaşıyorlar. Bazen duruyor ve öpüşüyorlar. Ya da cilveli bir dansa tutuşarak aşk halkası oluşturuyorlar. Bu birlikteliğe heyecanlı, kısa “tık, tık” sesleri eşlik ediyor ve tören yarım saat ya da daha uzun sürebiliyor.
Asıl çiftleşme gerçekleşene kadar uzun bir aşk oyunu sergileniyor. Erkek, sürekli dişiyi tahrik etmeye yönelik hareketler yapıyor. Bu sırada erkeğin karnında bulunan kuluçka kesesi irileşiyor.
Bir süre sonra, ilk buluşma için yeterli olduğuna karar verip duruyorlar. Çift ayrılıyor ve herkes kendi yoluna gidiyor. Denizatı, neredeyse hep (istisnalar onların yaşamında da kuralı bozmuyor), tekeşli bir yaşam sürüyor. Hatta bazılarının aşkları ölümden sonra da sürüyor.
Eşlerden biri ölünce, diğeri yeniden aşık oluncaya kadar, yani günlerce ya da haftalarca yas tutuyor. Akvaryumda yaşayanlar daha ağır yas tutuyorlar: Geride kalan, genellikle birkaç gün sonra eşinin arkasından ölüme gidiyor.
Peki bütün bu duygusallık niye? Tamamen aşktan mı kaynaklanıyor?
Kesinlikle hayır! Doğa hep bir kâr-zarar hesabı tutuyor. Biyologlar, bu düzenli buluşma ve sevişmelerin arkasında güçlü bir mantık bulunduğunu düşünüyorlar. Erkek ve dişi, bu buluşmalarla, ideal çiftleşme zamanını kaçırmamak için biyolojik saatlerini birbirine göre ayarlıyor.
Öyle bir an geliyor ki, ikisi de doğru zamanın geldiğini anlıyorlar. İşte o zaman, çiftleşme gerçekleşmeden önce oynadıkları aşk oyunları saatlerce, hatta günlerce sürebiliyor. Heyecanlandıkça renkleri daha parlak bir görünüm kazanıyor, dansları daha samimi bir havaya bürünüyor ve erkeğin tahrik edici “gelgit” hareketleri yoğunlaşıyor. Sonunda karnındaki torbasını iyice açarak dişisine “artık torbayı doldurabilirsin” mesajını veriyor.
İnanılmaz ama gerçek: Denizatlarında erkekler hamile kalıyor. Heyecan doruk noktasına ulaşınca dişi, ortaya çıkan yumurta kanalıyla, erkeğin karnındaki içi su dolu kuluçka kesesinin içine giriyor. Daha sonra eşinin spermatozoitleriyle döllenmesi için yumurtalarını buraya bırakıyor. Bu sırada erkek, yumurtaların, kesenin içinde olabildiğince eşit dağılabilmesi için beşik hareketi yapıyor.
Çiftleşmenin ardından, deniz çayırları arasında yapılan geziler sona eriyor. Kesesi tıka basa dolan erkek, artık sadece hamilelikle meşgul oluyor. Denizatının türüne göre, kuluçka torbasının içinde 1.600’e yakın yavru gelişiyor. Pigme denizatında ise sadece iki tane yavru oluşuyor. Erkek, bir metrekare gibi küçücük bir alandan dışarı çıkmayıp giderek şişmanlarken, eşi yüz kat daha büyük bir alanı dolaşıyor.
Özgürlüğe daha düşkün olduğundan mı? Hayır: Ne kadar uzaklaşırsa, hamile eşinin önünden yiyeceğini kapma riski de azalmış oluyor.
Balıkların arasında, renkli levrekgillerde olduğu gibi, erkeklerin hamile kaldığı başka türler de var. Ama, gerçek bir hamilelikten sadece denizatında söz edebiliriz. Kuluçka kesesinin içindeki doku, memeli hayvanların dölyatağında olduğu gibi kalınlaşarak, embriyonların kan damarlarıyla beslendiği bir tür plasentaya dönüşüyor. Bütün bu süreç, insanda ana sütü üretimini uyaran prolaktin hormonu tarafından kontrol ediliyor.
4-6 hafta sonunda doğum anı gelip çatıyor. Bir deniz sazının sapına tutunarak, patlamak üzere olan torbasını zorlamaya başlıyor. Başta oldukça dar olan kesenin ağzından ilk yavrunun dışarıya fırlaması neredeyse tam bir gün sürüyor.
Ardından diğer yavrular çiftler halinde dışarıya çıkıyorlar. Babanın işi ancak kırkıncı yavrudan sonra kolaylaşmaya başlıyor. Artık her ıkınmanın ardından on ve daha çok yavru fırlıyor dışarıya. Doğum sürecinin bütünü o kadar acı verici ve yıpratıcı gelişiyor ki, bazı babalar bitkin düşerek ölüyorlar. Bazıları da, geriye kalan yavrular kesenin içinde öldüğü için dibe çöküyorlar.
Ama başarılı bir doğumdan sonra erkek, babalık görevini tamamlamış oluyor. Yavrular, başlarının çaresine bakmayı kendi kendilerine öğreniyorlar. Doğumun bu kadar zor geçmesine rağmen, bazı erkekler daha ertesi sabah yeniden dişilerine kur yapmaya başlıyorlar.
Denizatları flört etmedikleri, aşık olmadıkları ya da doğurmadıkları zamanlar ne yaparlar? Çok hareketli olmadıkları kesin, yüzme konusunda sergiledikleri performans pek de parlak sayılmaz.
Nasıl olsun ki? Toplam üç küçük yüzgece sahipler. Sırttaki yüzgeç, hareketi için gerekli enerjiyi, solungaçlarının altındaki diğer iki yüzgeç de yönlendirmeyi ve dengeyi sağlıyor. Gerçi tehlikeli durumlarda hızını kısa süreli artırabiliyor. O zaman yüzgecinin dakikadaki vuruş sayısı 35, hatta bazı uzmanlara göre 70’e kadar çıkabiliyor.
Ancak zamanın büyük bölümünü deniz sazları, mercanlar ya da hemcinslerinin boyunlarına asılı durarak geçiriyorlar. Her ne kadar gün boyunca tembellik ediyor gibi görünseler de, aslında bu sırada karınlarını doyurmakla meşgul oluyorlar. Uzmanlar, beslenme işlemini tam olarak nasıl gerçekleştirdiğini henüz keşfettiler. Denizatları ava çıkmıyor, küçük yengeçler ya da balık yavruları gibi lezzetli yiyeceklerin ağızlarına kadar gelmesini bekliyorlar.
Bunları suyun içinden emiyor ve çiğnemeden yutuyorlar. Bütün bu işlem o kadar çabuk gerçekleşiyor ki, çıplak gözle izlemek mümkün değil. Ama sesi duyulabiliyor. Yeni doğmuş bir denizatı, on saat içinde yaklaşık 4.000 karides yutabiliyor.
Denizatlarının yüzmeleri de yüzme keselerinde bulunan bir tür gaz sayesinde gerçekleşir. Yüzme keselerinde bulunan bir tür gazın miktarında gereken değişiklikleri yaparak suda aşağı ve yukarı çıkarlar. Denizatı, eğer bu kesesi zarar görürse ve az miktar da olsa gaz kaybederse denizin dibine batarak ölür.
Denizatı, açık denizlerde 4-5 yaşına kadar yaşayabiliyor: milyonlarca yavru dünyaya getirmek için yeterli bir süre… Kulağa ne kadar da çok geliyor, ama uzmanların tahminlerine göre, yeni doğan binlerce denizatının yaklaşık 2 ya da 3 tanesi hayatta kalabiliyor. Diğerleri avlanmak ve av olmak döngüsü içinde kayboluyor.
Buna karşın, denizatları yine de 40 milyon yıl boyunca yeryüzünde kalmayı başarabilmişler. Ama artık gelecekleri tehlike altında. World Wide Fund for Nature (Dünya Doğal Hayatı Koruma Derneği) alarm veriyor.
Bilinen toplam 32 türden 30’u, geleceği tehdit altında olan hayvan türlerinin bulunduğu “kırmızı liste“ye alındı.
Temel nedeni, değişen çevre koşulları. Uzmanlar denizin kirlenmesiyle birlikte, deniz çayırlarının (zoestera) ve bununla birlikte de denizatlarının yaşam alanlarının büyük bölümünün son 50 yıl içinde yok olduğunu belirtiyorlar. İkinci bir neden de, özellikle Tayland, Malezya, Avustralya ve Filipinler açıklarında yapılan bilinçsiz avlanma.
Yılda, yaklaşık 26 milyon denizatı avlanıyor. Bunların küçük bir bölümü hayvan severler tarafından satın alınıp ömrünün geri kalan bölümünü bir akvaryumda geçiriyor. Diğer bir bölümü kurutularak “hatıra eşya sanayii” tarafından broş, anahtarlık ya da kemer süsü yapımında kullanılıyor.
Hatta, estetik nedenlerle kuyrukları “S” şeklinde arkaya doğru kıvrılıyor. Avlananların büyük bölümü ise ilaç yapımında kullanılıyor. Aralarında Avustralya ve Hindistan’ın da bulunduğu 30 ülke, bu kârlı ticaretten pay alıyorlar.
Kurutulmuş ve başka maddelerle karıştırılmış hippocampus eti Çin, Japon ve Kore’nin geleneksel tıp uygulamalarında batı dünyasının Aspirin’i olarak, ayrıca astım, baş ağrısı, öksürük ve cinsel yetersizliğe karşı tedavi edici olarak kullanılıyor.
Bu tedavi malzemesi eskiden Avrupa’da da biliniyordu. Romalı doğa araştırmacısı Yaşlı Plinius (M.S. 24-79), kurutulmuş ve mercanköşk, karasakız ve içyağı ile karıştırılmış denizatının saç dökülmesine iyi geldiğini yazmıştı.
Yine 1754 yılında “Gentlemen’s Magazine” adlı İngiliz dergisinde bebek emziren annelere, daha bol süt üretebilmeleri için kurutulmuş ve toz haline getirilmiş hippocampus önerilmişti. Dünya Sağlık Örgütü de bu önerilerin batıl inançtan öteye, önemli bir sağlık değerinin olduğunu kabul ediyor. Bu nedenle, hayvanların korunması için çaba gösteren dernekler tam bir av ve ticaret yasağı getirmeyi amaçlamıyorlar.
Biyolog Amanda Vincent 1986’da geliştirdiği “Project Seahorse” (Denizatı Projesi) ile Vietnam, Hongkong ve Filipinler’de, doğanın korunması ve ticari amaçlı faaliyetleri bir çatı altında toplamayı amaçladı. Proje, Filipin adalarından Handayan’da çok başarılı oldu.
Ayrıca, denizatlarının sayısının artması için yapay üreme alanları oluşturuldu.
Denizatı için en uygun besin maddesinin ne olduğu hâlâ tam olarak bilinmiyor. Yine de Stuttgart ve Berlin’deki hayvanat bahçelerinde ya da California’daki Monterrey Bay Aquarium veya Baltimore’daki (Maryland) Marien Center gibi enstitülerde başarıyla yetiştiriliyor.
Bu da, gelecekte denizatlarının tarihe gömülüp, sadece desenleri süsleyen figürleriyle ya da ona benzediği için aynı adı taşıyan beyin bölgemizle anılmayıp, denizleri renklendirmeye devam edeceğinin bir göstergesi…
kübra
5´É GİDİYORUM BÖLE GÜZEL YORUM GÖRMEDİM SAĞOLUN:D
Kerim Usta
Teşekkürler…Çok naziksiniz :)
pelin urgen
tşk
Kerim Usta
Rica ederiz.
öykü izem
lütfen kısa bir bilgi
Kerim Usta
Özet cikarmayi bildiğinizi varsayıyoruz.
adem
bu kadar uzun bilgimi olur ya
Ergun
anlaşılması tam olması için.
Kerim Usta
Valla daha ne yapalım özellerine bile girdik :)Yinede araştırmayaı artırdık
-Denizatının başı,başka hiçbir balıkta bulunmayan bir özellikle vücuduna dik açı ile yerleştirilmiştir.
-Başlarını aşağı ve yukarı rahatça hareket ederken sağa sola dönderemezler.
-Gözleri birbirinden bağımsız hareket ederler.
yusuf
:D
yusuf
ya bu hayvanların en ilginç özellikleri nın oldugu bisey yok mu acil yardımmmmmmmmmmmmmmmm
meral
çok teşekkürler
Kerim Usta
Boşver :) Biz teşekkür ederiz.
sinem
hocam ya ing cesi yok mu çoooooooooooooooook acillllllllllllllllllllllllllllllllllllllll !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Kerim Usta
Umarım aşağıdaki linkler size faydalı olur.İyi dersler
http://www.seahorseworlds.com/seahorse-habitat.html
http://animals.nationalgeographic.com/animals/fish/sea-horse/
http://en.wikipedia.org/wiki/Seahorse
Ergun
biz teşekür ederiz nedemek herzaman bekleriz.iyi dersler.
nuray
çok sagolunnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnn
Kerim Usta
Sizde sağolun.Hoşgeldiniz :)
mert
ahhhhhhhhh
Kerim Usta
Niye ah çektiğni anlamadım ama vardır bir sebebi deyip onayladım. :)