Belgrad Nasıl Feth Edildi?
Avrupa’nın bir çok yerlerini Viyana ve Budapeşte üzerinden İstanbul’a ve Önasya’ya bağlayan ana yollar üzerinde bulunan şehir. Macaristan ovasına giden yollara hâkim bir yerde kurulan şehir, Sava nehrinin Tuna’ya karıştığı yerde ve tahkim edilebilecek stratejik bir noktada bulunmaktadır. Târih boyunca pek çok savaşın yapıldığı bu yere Türkler, Balkanlara yerleştikten sonra Dârülcihâd adını vermişlerdir. Avrupa’nın kilidi sayılan bu şehre, Osmanlılar tarafından üç sefer düzenlenmiştir.
İlk Belgrad seferi, sultan İkinci Murâd devrinde 1441 senesinde yapıldı ve Evrenosoğlu Ali Bey altı ay Belgrad’ı muhasara etti. O devirde top tekniği tam gelişmediği için, toplar kale surlarında büyük gedikler açmıyordu. Kuşatma kuvvetlerinin sayısı da son derece müstahkem olan kaleyi düşürmeye yeterli değildi. Salgın hastalığın artması ve zayiatın fazlalığı yüzünden kuşatma kaldırılmıştı.
Belgrad İkinci defa, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından kuşatıldı. Fâtih Sultan Mehmed, Macarlardan Belgrad’ı almak ve şehrin güney varoşlarından başlayan Sırbistan prensliğini Osmanlı topraklarına katmak gayesi ile 1456 senesinde üçüncü Sırbistan seferine çıktı. Fâtih bu sefere 150.000 kişi, 300 top ve Tuna’dan 200 parçalık ince bir filo ile hareket etti. Durum Avrupa’da hemen öğrenildi. Fâtih’in nereye sefere çıktığı bilinmemekle beraber, bu kadar büyük bir kuvvetin Balkanlarda ancak Macaristan’ın üzerine yürüyebileceğini kestiren Avrupa devletlerinden Almanya ve İtalya, Belgrad’a altmış bin gönüllü asker gönderdi. Gönüllüler papa üçüncü Calixtus’un teşvîki ile toplandı.
Ayrıca Macar millî kahramanı, Hunyadi Yanoş da büyük Macar kuvveti ile Belgrad’a geldi. Osmanlı ordusu bu muhasara sırasında üç büyük hücum yaptı, özellikle 22 Temmuz gününe tesadüf eden son hücumda, ilk önce varoşlara, daha sonra şehrin içine kadar girmeye muvaffak olundu. Fakat kale içindeki tedbirsiz hareketler sonunda, Osmanlı askeri geri çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada Azabların bozulmaya yüz tuttuğunu gören Sultan, ümerâ ve ulemânın engellemelerine rağmen en ön saflara atılarak kahramanca savaşıp, ordugâha kadar saldıran düşman kuvvetlerini geri püskürttü. Fakat Fâtih’in dizinden yaralanması ve askerin yorgunluğu, Belgrad muhasarasının kaldırılıp, ordunun geri çekilmesine sebeb oldu.
Muhasarada Rumeli beylerbeyi Dâmâd Dayı Karaca Paşa ve Yeniçeri Ağası Hasan Ağa şehîd düşmüştü. Karşı taraftan ise, Hunyadi Yanoş ile Papa’nın temsilcisi Giovanni Capistrano çok ağır yaralandılar ve bu yaralarının te’siriyle biri 11 Ağustos’da, diğeri 23 Ekim’de öldü. Bu İki kişinin hıristiyanlığa son hizmetleri; Avrupa’nın kilidi olan bu şehrin Osmanlılar tarafından fethini 65 sene geciktirmesi dir. Ancak Osmanlılar, Belgrad’ı feth etmek için fırsat kollamaya başladılar.
Kânûnî Sultan Süleymân Han tahta geçtikten sonra, bütün yabancı devletler elçiler göndererek kendisini tebrik ettiler. Macaristan bunu yapmadığı gibi, ödediği senelik vergiyi de göndermedi. Kânûnî’nin gönderdiği elçiye kötü davranan Macaristan kralı ikinci Layoş, vergi ödemeği reddettiği gibi, Behrâm Çavuş’u da öldürttü. Bunun üzerine Sultan ilk seferine çıktı. Hedef Belgrad kalesi idi. Macar kralı ordusuna çok güvendiği için vergi ödemeyi reddetmişti. Diğer taraftan vergi gönderirse Osmanlı Pâdişâhı’nı tanımış olacaktı. Bu târihlerde Belgrad, Macaristan krallığının Türk topraklarına doğru uzanmış bir kalesi durumunda idi. Osmanlı sınırlarının şehre uzaklığı ise yirmi kilometre kadardı. Şehrin güneydoğusunda Rumeli beylerbeyine bağlı bir sancak olan Sırbistan krallığının eski merkezi Semendire bulunuyordu.
Sefer hazırlıklarını büyük bir hızla tamamlayan Kânûnî Sultan Süleymân, ordunun başında 18 Mayıs 1521 günü İstanbul’dan ayrıldı ve iki günde Edirne’ye vardı. Sefer hazırlıkları içinde bir donanmanın hazırlanması da vardı. Bu donanma Tuna nehri yoluyla Belgrad önlerine gelerek, kara ordusuna yardımcı olacak, Belgrad kalesi alındıktan sonra, Viyana ve Budapeşte yolu Osmanlı ordularına açılacaktı. Ordu-yu hümâyûn, 16 Haziran’da Sofya’ya vardı. Üçüncü vezir Dâmâd Ferhad Paşa kuvvetleriyle orduya katıldı. Yanında üç yüz deve yükü barut ve kurşun getirmişti. Ordu-yu hümâyûnun Sofya’da kaldığı zaman zarfında, ordunun ihtiyâçlarını karşılamak için bir ferman çıkarıldı. Ordunun yiyecek maddelerinin çevre köy ve kasabalardan karşılanacağı, bedellerinin devlet hazînesinden ödeneceği bildirildi. 22 Haziran’da Sofya’dan hareket eden ordu, tam bir disiplin altında ilerliyordu, özel mülkiyete verilen zarar derhâl karşılanıyor, alınan her şeyin parası ânında ödeniyordu.
Osmanlı ordusu 27 Haziran günü Niş’e vardı. Bu sırada Semendire sancakbeyi Sultanzade Gâzi Hüsrev Bey, Belgrad şehrine giden bütün yolları tutmuştu. Hüsrev Bey’in akıncı ve sipahilerini takviye için 1000 yeniçeri gönderildi. Rumeli beylerbeyi Ahmed Paşa, Türklerin Böğürdelen dedikleri Sabcz önlerine geldi. Mihaloğlu Mehmed Bey, Erdel ve Sultanzâde Bali Bey de Hırvatistan’a akınlar düzenlediler. Bu akınlar; Macar kuvvetlerinin Belgrad’a yardımlarını engellemek ve düşmanı çeşitli cephelerde oyalamak için yapılmıştı. Ordu-yu hümâyûna, Mor sancakbeyi Turhanoğlu Hasan Bey öncülük ediyordu.
Sadrâzam Pîrî Mehmed Paşa ise, Sultân’ın kumanda ettiği asıl ordudan bir kaç gün önde gidiyordu. Pîrî Mehmed Paşa, Gâzi Hüsrev Bey’i Belgrad ablukasını sıkıştırmak ve Zemlin’t almakta vazîfelendirdi. Zemlin, Belgrad’ın Tuna’nın öbür yakasında bulunan banliyösü idi. 7 Temmuz’da Kânûnî Sultan Süleymân’ın komuta ettiği Türk ordusu, Böğürdelen kalesini fethetti. Bu kale, Kânûnî’nin ilk fethettiği kaledir. 9 Temmuz’da Sava nehri üzerinden geçişi te’min için büyük bir köprü inşâsına başlandı ve inşâata bizzat Sultan nezâret etti. 12 Temmuz günü Gâzi Hüsrev Bey, Zemlin kalesini fethetti. Böylece Belgrad’ın kuzeyde Macaristan ile alâkası kesilmiş oldu.
9 gün içinde Sava köprüsünün inşâası tamamlandı ve 18 Temmuz’da ordunun esas kısmı öteki yakaya geçmeye başladı. 26 Temmuz’da Kânûnî Sultan Süleymân da karşıya geçti. Pîrî Mehmed Paşa daha önceden hisarı dövecek topları gereken yerlere yerleştirmişti. Kalenin çevresinde savunma amacıyla yapılmış çok derin hendekler vardı. Kânûnî Sultan Süleymân Belgrad önlerine gelince, yapılan hazırlıklara ek olarak, ordunun önemli kollarından olan Anadolu, Rumeli askerlerini ve akıncıları kalenin üç yanına gönderdi. Kendi de merkezde Kapıkulu askerleriyle birlikte bulundu.
Hazırlıklar tamamlanınca toplar bütün güçleriyle kaleyi dövmeye başladı. 8 Ağustos günü Belgrad şehri teslim oldu ise de kale müdâfaaya devam etti. Kaleyi Çepeçevre kuşatmak için Sava nehri üzerinde ikinci bir köprü inşâsına başlandı ve Karaca Paşa’nın nezâret ve kumandasında kısa zamanda tamamlandı. Muhasaranın bütün gücüyle devam ettiği günlerde, lağımcıların kalenin en büyük kulelerinden birini ortadan kaldırmaları üzerine, artık dayanmanın bir işe yaramıyacağını gören kale muhafızları, kaleyi teslim etmek mecburiyetinde kaldılar (29 Ağustos 1521).
Tuna ile Sava’nın birleşme noktası olan Belgrad’ın Osmanlıların eline geçmesi ile, Macar ovası Türklere açılmış oluyordu. Belgrad’ın düşmesi ile etrafındaki bütün kale, palanka ve kasabalar teslim olup, Osmanlı Devleti’ne katıldılar. Belgrad’ın fethi, Avrupa’da büyük yankılar yaptı. Çünkü burası hırîstiyanlık âleminde ele geçirilemez kalelerden biri kabul ediliyordu. Hıristiyanlığı koruyan set olarak kabul edilen Belgrad’ın düşüşü, Avrupa ülkelerini gelecek konusunda kaygı ve endişelere sevk etti. Birinci Ferdinand’ın elçisi Busberg, bu fetihten otuz sene sonra şunları yazmıştır:
“Belgrad’ın alınışı, Macaristan’ın daha sonra içine düştüğü acı durumun başlangıcı olmuştur.” Gerçekten de bir kaç sene sonra Kânûnî yeniden Macaristan üzerine yürüdü. Hıristiyanlar bir defa daha yenildiler ve Macaristan ortadan kalktı. Budin eyâletinin kurulmasından sonra, Belgrad bir sancak olarak oraya bağlandı. Vidin’den Budin’e kadar Tuna ve Sava nehirlerindeki gemileri kumanda eden Tuna kapdanı da Belgrad’da otururdu. Belgrad, Osmanlı Devleti’nin en kuvvetli zamanlarında Avrupa’ya düzenlenen seferler için büyük bir üs vazîfesi gördü. Böylelikle çok büyüdü ve gelişti. Kânûnî devrinde Orta Avrupa’ya seferler düzenleyen ordu, son hazırlıklarını Belgrad şehrinde yapardı. Kânûnî Sultan Süleymân, Zigetvar’ın fethi sırasında vefât edince, cenazesi Belgrad’a getirilerek Hünkâr tepesi denilen yerde namazı kılındı ve devlet erkânı İstanbul’da sultan İkinci Selîm’e bîat etti.
Daha sonra Avusturya ve Macaristan’a sefer yapan Osmanlı sultan ve vezîriâzamları Belgrad’a uğrayarak kaldılar. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1683 senesinde Viyana’yı kuşattığı sırada sultan dördüncü Mehmed şehzâdeleri ile birlikte Belgrad’a gelerek, buradan sadrâzam Merzifonlu’ya Livâ-yı şerîf gönderdi. Osmanlı ordusunun Viyana önlerinde mağlûb olması üzerine, Kara Mustafa Paşa Belgrad’da îdâm edildi. Bu târihten sonra Osmanlıların Belgrad’daki ihtişamlı günleri sona erdi.
Viyana bozgunundan sonra, Avusturya ordusu Zemlin ovasını geçerek, Belgrad önüne geldi. Bunun üzerine serasker Yeğen Osman Paşa, Belgrad muhafızlığına İbrâhim Paşa’yı, serdarlığa da Öküzöldüren Ahmed Paşa’yı tâyin ederek Niş’e çekildi. Belgrad’daki müslümanlar şehirden ayrıldılar. Kalanlar, şehrin varoşlarında Avusturyalılar tarafından öldürüldü. Kale, yirmi dokuz gün süren kuşatma sonunda Ahmed Paşa’nın yaralanması üzerine düştü, şehre giren Avusturyalılar iç kaleye sığıan askerleri kılıçtan geçirdikten sonra, Ahmed Paşa’yı esir aldılar (8 Ağustos 1688).
Avusturya orduları Belgrad’ı aldıktan sonra, Sırbistan içlerine kadar ilerlediler. Sadrâzam Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa düşmanı durdurdu ve Belgrad’a kadar geri püskürttü. Mustafa Paşa, 1 Ekim 1690’da Belgrad’ı kuşattı. Kuşatmanın sekizinci günü Halil Paşa kolundan atılan bir humbaranın, Sava tarafında bulunan ve kalenin yanındaki cephanelikte yangın çıkarması üzerine iç kalenin cephaneliği de havaya uçtu. Bunu fırsat bilen Mustafa Paşa şiddetli bir hücumla şehri ele geçirdi. Fâzıl Mustafa Paşa burada bir ay kalarak şehri tamir ettirdi.
Avusturya kumandanı Duc de Cray, 30 Temmuz 1693 günü ordusuyla tekrar Belgrad önlerine geldi. Çingene adasına köprü kurarak asker geçirdi ve Kaya Burnu’na kadar hendekler ve tabyalar kazdırdı. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra şehri topa tuttu. Açılan gediklerden, kale müdâfîlennin şiddetle karşı koyması yüzünden kaleye giremedi. Bu sırada Tuna kapdanı Ali Paşa, Avusturya donanmasının müdâhalesine engel oldu. Sadrâzam Bozoklu Mustafa Paşa şehrin yardımına gelirken, Duc de Cray 8 Eylül’de büyük bir taarruza geçti. Kırım hanı Saadet Giray’ın, Havele tepesine gelmesi ve Sadrâzam’ın ordu ile yaklaşması üzerine 12 Eylül günü Avusturya ordusu kuşatmayı kaldırdı. Köprüleri yıkarak, ağırlıkları nehre atıp Belgrad önünden çekildiler. Bütün bu muhârebeler sırasında Belgrad büyük tahribe uğradı. Zahire anbarlarında çıkan yangınla daha da harâb oldu. Dîvân-ı hümâyûnda alınan kararla 1699 senesinde bu sancaktan alınan vergiler kaldırıldı.
Sultan üçüncü Ahmed devrinde Osmanlı ordusunun Varadin önlerinde Avusturya ordusuna mağlûb olması üzerine Prens Eugene kuvvetli bir ordu ile Belgrad önlerine geldi. Avusturya ordusu, Belgrad’ın doğusundaki Vişnica köyü civarında Tuna üzerine yaptıkları köprüden karşıya geçti. Yemeklik Çeşmesi’nde, Tuna ve Sava’ya doğru Belgrad’ı dışarıdan kuşatan ve orduyu içine alan müstahkem bir kale yaptılar. Belgrad istihkamlarının kuvvetli olması ve muhafızların sık sık çıkış hareketinde bulunmalarından dolayı düşman şehre yaklaşmadı. Düşman kuvvetleri Sava’nın öbür yakasında büyük tabyalar yaparak şehri topa tuttu. 30 Temmuz günü kale burçlarından sadrâzam Halil Paşa’nın ordusu göründü.
Satır Ali Paşa ile Tuna kapdanı İbrâhim Paşanın gemiler ile Sava’nın diğer yakasındaki tabyalara yaptıkları hücumlar neticesiz kaldı. İbrâhim Paşa’nın şehîd olması üzerine, kale müdafileri huruç hareketinden vazgeçerek müdâfaada kaldılar Halil Paşa 150.000 kişilik ordusu ile Hisarcık, Kırım hanı Saadet Giray da Sava sahillerine geldiler. Halil Paşa, Avusturya istihkamları karşısında metris kazdırıp orduyu emniyete aldı. Osmanlı ordusu derhâl hücuma geçmedi. Görüşmeler on beş gün kadar sürdü. Taarruza uğramaktan çekinen Prens Eugene, 16 Ağustos 1717 günü güneş doğmadan Osmanlı ordusuna karşı âni bir hücuma geçti. Güneşin doğması ile ortalığı kaplayan sis, Osmanlı ordusunun durumunu zorlaştırdı. Kırım askeri de yardıma gelemedi. Mağlûb olan Halil Paşa, ağırlıklarını bırakarak Niş’e çekildi. Bu yenilgiden iki gün sonra, Belgrad kalesi üç günde tahliye olmak şartı ile teslim oldu. Müslüman halk şehirden hicret etti.
Avusturya idaresinde yaklaşık yirmi sene kafan Belgrad, sultan birinci Mahmûd devrinde Osmanlı-Rus ve Avusturya ile yapılan muhârebelerde Abdîpaşazâde Ali, Yeğen Mehmed ve İvaz Mehmed paşalar tarafından kuşatıldı. Şehri kurtarmak isteyen Avusturyalılar arka arkaya mağlûb edildi. 22 Temmuz günü, Ali Paşa büyük bir gayretle Avusturyalıları hezimete uğrattı. Düşman bütün ağırlıklarını bırakarak Vişnica’ya kaçtı. Avusturya donanması, Türk topçu ateşi karşısında çekilmek ve bâzı gemilerini terketmek mecburiyetinde kaldı.
26 Temmuz günü harekete geçen İvaz Mehmed Paşa Belgrad’ı kuşattı. Bosna vâlisi Ali Paşa’nın da katılması ile kuvvetlenen Osmanlı ordusu karşısında, kale komutanı Wollis kaleyi müdâfaa edemiyeceğini anladı. Muhârebe devam ederken Fransa’nın aracılığı ile Osmanlılarla Avusturyalılar arasında sulh görüşmeleri başladı. Avusturyalılar kendilerinin yaptırdıkları istihkâmların yıkılması şartı ile şehri teslim etmeyi kabul ettiler. 1 Eylül 1739’da sulh andlaşması imzalandı. Andlaşmadan yedi gün sonra Ali Paşa Belgrad’a girdi. 18 Eylül günü İvaz Mehmed Paşa ile general Neipperg arasında yirmi yedi senelik bir andlaşa imzalandı. Yirmi üç maddelik bu andlaşma ile Tuna ve Sava nehirleri iki devlet arasında hudud sayıldı.
Bu andlaşma ile Osmanlılara geçen Belgrad, sultan birinci Abdülhamîd devrinde başlayan Osmanlı-Rus ve Osmanlı-Avusturya savaşları sırasında, Avusturyalılar tarafından tekrar ele geçirildi (1789). Savaşın sonunda yapılan Ziştovi andlaşması ile Belgrad Osmanlılara geri verildi (1791). Belgrad bu târihten sonra bir sınır kalesi hâline getirildi. Kale, Yamak denilen sınır muhafızı yeniçerilerle dolduruldu. Bunların müslümanlara ve hıristiyanlara kötü muamele etmeleri, 1804’de başlayan Sırp isyânının sebeblerinden biri oldu.
Sultan üçüncü Selîm zamanında yamakların tekrar ayaklanmaları ve Vidin âyânının, Kara Ömer kumandasında bir orduyu kovmaları, nizâm-ı cedîd varidatını toplayan Şenikli Mustafa Paşa’yı öldürmeleri durumu vahim bir hâle getirdi. Bu sırada nizâm-ı cedîd yeni kurulduğundan bölgeye asker gönderilmedi ve âsîlerin bir kısmı affedildi. Yamaklar arasında sivrilen dayıların, tımar ve zeametle idare edilen köylerin ve çiftliklerin gelirlerine el koymaları üzerine, bu durumdan bıkan halk, Kara Yogi adında bir Sırplının idaresinde ayaklandı.
Kara Yogi’nin esas gayesi, Sırp istiklâlini sağlamak idi. Kara Yogi’nin Belgrad’ı kuşatması üzerine, İstanbul hükümetinin bir ordu göndererek âsî dayıları îdâm ettirmesine rağmen, Sırp kuvvetleri dağılmadı. Bir ara Osmanlı ordusunu pusuya düşüren ve Ruslardan aldığı yardım ile Belgrad’da bulunan müslümanları öldüren Kara Yogi, Sirbistan’ın istiklâlinin tanınmadığı müddetçe mücâdeleyi bırakmıyacağını îlân etti. 1812’de yapılan Bükreş andlaşması ile Osmanlı Devleti, Sırbistan’ın muhtariyetini tanımak mecburiyetinde kaldı. Bir sene sonra Osmanlı Devleti, Rus-Fransız harbinden faydalanarak Kara Yogi üzerine bir ordu gönderdi. Kara Yogi, Belgrad’ı Osmanlılara bırakarak Macaristan’a kaçtı.
Daha sonraları muhtariyetle yönetilen Sırbistan; Akkerman (1826) ve Edirne (1829) andlaşmaları ile imtiyazlarını arttırdı. 1830 fermanı ile de kalelerden başka yerlerde müslümanların oturması yasaklandığından, bu hükme tâbi olmayan Belgrad’daki müslümanlar da göç etmeye başladılar. 1839’da kurulan Sırp hükümeti, Belgrad’da oturduğu için, şehir, Sırbistan’ın merkezi hâline geldi. Belgrad’da bulunan Osmanlı kuvvetlerinin çekilmesi ve Sırbistan’ın tam bağımsızlığa kavuşması için Fransa ile Rusya, Sırblara yardım ederken; İngiltere ve Avusturya Osmanlı tarafını tutuyordu. 1878 Berlin andlaşması ile sona eren Osmanlı-Rus harbine katılan Sırbistan, bu andlaşma ile tam bir istiklâle kavuştu. Belgrad, yeni kurulan devletin merkezi oldu.
Belgrad, Osmanlılar zamanında; câmileri, medreseleri, imâretleri ve şühedâ ziyâretgahları, müslüman ahâlisi ve binalarının inşâ tarzı ile bir Türk şehri hâline geldi. Türk idaresinde bulunduğu 357 sene içinde sâdece bir üs olarak kalmamış, uzak ülkelerle alışveriş yapan bir ticâret merkezi olmuştu. Evliyâ Çelebi’nın bildirdiğine göre; on yedinci asırda Belgrad’da 217 câmi, 7 mescid, 8 medrese, 6 kervansaray, 21 han, 3700 dükkan, bir çok pazaryeri ve bedesten, 600 de sebilhâne vardı. Daha sonra şehrin uğradığı istilâlar ve isyânlar, bu mîmârî eserlerin bir çoğunun yıkılmasına ve harâb olmasına sebeb olmuştur.
BİR SALKIM ÜZÜM
Avrupa hıristiyanları, Papa’nın kışkırtması ile bir araya gelip Osmanlı topraklarına saldırmaya teşebbüs edince, yeryüzünün sultânı Kânûnî Sultan Süleymân Han, ordusu ile sefere çıktı. Târihlere şan veren ordu ağır ağır ilerliyor, hedefine bir an önce ulaşmak için gayret sarf ediyordu. Havalar da iyice ısınmıştı. Bir Hıristiyan beldesinden geçerken, yolun dar olması sebebiyle, askerlerden kimisi üzüm bağlarından yürümek mecburiyetinde kaldı.
Olgunlaşan üzümler susuzluktan dudağı çatlamış askerlere; “Al beni, ye beni” dercesine duruyordu. Askerlerden biri dayanamayıp, sahibinin haberi olmadan bir salkım üzüm kopardı. Yerine de bir keseye koyduğu parayı bağladı. Üzümü de yedi. Çok geçmeden mola verildi. Ordunun arkasından, kan-ter içinde Hıristiyan bir köylünün geldiği görüldü. Köylüyü komutana götürdüler. Çok heyecanlı olan köylü, komutanın eline mi, ayağına mı kapanacağını bilemedi.
Bir asker, kendi bağından kopardığı üzümün yerine para bırakmıştı. Bağında başka bir zarar yoktu. Böyle bir askere ve komutanına, elbette teşekkür etmeliydi. Ama komutan bu habere hiç sevinmedi. Bir askerinin başkasının malını izinsiz almasını bir türlü kabul edemiyordu. Tellâllar çağırtılıp, o asker bulundu. Bu arada Sultan da hâdiseyi öğrenmişti. Hemen o askerin ordudan atılmasını emretti ve; “Kursağında haram lokma bulunan bir askerin bulunduğu ordu ile zafer ve nusret müyesser olmaz” demekten kendini alamadı, Hıristiyan köylü, üzümü alan askeri taltif ettirmek için geldiğini, hâlbuki işin tersine döndüğünü arz edince, komutan; “Eğer o asker parayı bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zâlimler ordusu olurdu. İşte o zaman, kellesi de giderdi. Parayı asmaya bağlamakla kellesini kurtardı. Ama sahibinden izinsiz mal almakla da, seferden men cezasına çarptırıldı” dedi ve kahraman ordu yoluna devam etti.
Rahibeler testilerini doldurup gidinceye kadar kimse dönüp bakmadı. Rahibeler gelip durumu anlatınca; koparılan üzümlerin yerlerine para bırakıldığını duyan Rahip, bu kadarını beklemiyordu. Bunlar ne biçim insanlardı. Malda-mülkte gözleri yoktu, kadına-kıza iltifat etmiyorlar, memleketlerinden günlerce uzak yerlere kadar geliyorlar, korkmadan ve endişe etmeden canlarını veriyorlardı. Hemen kâğıt kalem istedi. Osmanlı askerlerinin karşısına çıkmak için hazırlanan haçlı orduları komutanına şunları yazdı; “Ey haçlı kumandanları!.. Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bu insanlar canlarını düşünmeden Allah yolunda komutanları emrinde çekinmeden can veriyorlar.
Biliyorlar ki, gidecekleri yer Cennet’tir. Kadına-kıza ehemmiyet vermiyorlar, yanlarına gönderdiğim, rahibelere sırtını döndüler. Mala-mülke de önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini terkederek cihâda çıkıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Ey haçlı kumandanları!.. Siz, onlardaki bu hasletleri ortadan kaldırmadan karşılarına çıkıp savaşmaya kalkışırsanız elinize binlerce askerinizin canına mal olacak acı bir tecrübeden başka bir şey geçmez. Buna rağmen haçlı kumandanları, kahraman Türk askerlerinin kılıçlarına yem olmak için âdeta birbirleriyle yarış ettiler. Türk askerine yeni yeni zaferler kazandırdılar. Avrupalılar, kendi kötü hasletlerini Osmanlılara aşıladıkları zaman, onları yenebileceklerini yıllar sonra anladılar ve faaliyetlerini bu yönde yoğunlaştırdılar.
BELGRAD’DA İKİ ŞEHÎD!
Fâtih Sultan Mehmed, Avrupa’nın kapısı olan Belgrad’ı fethetmek için 13 Haziran 1456 günü kuşatmıştı. Belgrad kalesi yarımada vaziyetinde, Tuna ve Sava nehirlerinin birleştikleri yerde olup, çok iyi bir şekilde tahkim edilmişti. Hıristiyanlar orta Avrupa’nın kapısı ve kilit noktası olan Belgrad’ın müdâfaası için büyük hazırlıklar yapmışlardı. Muhasara sâdece kara tarafından başlamıştı. Bu yeterli değildi, zîrâ kalenin nehir yolu ile iritibâtı devam ediyordu.
Macarların kendisine millî bir kahraman olarak baktıkları Hunyad gelmeden önce kaleye girmek lâzımdı. Yapılacak şey, Macaristan tarafına geçilerek Hunyad’ın yolunun kesilmesiydi. Fakat bâzı vezir ve beyler, Belgrad’ın uzun müddet dayanacağına inanmadıkları için bu hareketi lüzumsuz buluyorlardı. Harp usûllerine vâkıf olan ve bir çok tecrübesi olan Rumeli beylerbeyi Karaca Paşa aynı fikirde değildi. Muhasaranın üçüncü gününde toplanan dîvânda fikirlerini söyledi. Bir kısım kuvvetle Macaristan tarafına geçerek kaleye yardıma gelecek Hunyad’ın karşılanmasını teklif ederek; “Pâdişâh’ım! Ben kulunuza destur ver. Tuna’nın öte yakasına geçeyim. Hisar karşısında durarak, gelecek küffârın önüne çıkayım” dedi. Rumeli akıncıları ve sancak beyleri bu fikre katılmadılar.
Karaca Paşa, her ne kadar; “Paşalar, beyler etmen tedbîr budur” dedi ise de sözünü dinletemedi. Muhasaranın devamına karar alınan dîvândan çıkıldığında, Karaca Paşa adetâ ağlamaklı olmuştu. Beraberinde bulunan yeniçeri ağası Hasan Ağa’ya; “Ağa, kişi dostunu böyle mi destekler?” diye serzenişte bulundu. Hasan Ağa da dertli idi. Dîvânda kendisine söz düşmemişti. Diğer taraftan sancak beylerinin; “Karaca, cenkten uzak kalmak için böyle söyler” dedikleri kulağına gelmişti. Vaziyeti anlatınca Karaca Paşa kıpkırmızı oldu ve; “Pâdişâhımız bilir. Biz Bizans’ın surları önünde cenk ederken bu beyler neredeydi? Karaca ölümden korkmaz. Ben bu canı devletim ve pâdişâhım için tende saklarım” diye bağırdı. Yeniçeri ağası onu teselli ederek; “Hiddetlenme Paşa kardeş! Ben sizi bilirim. Git efendimize durumu tekrar arz eyle” deyince, Karaca Paşa; “Yok ağa yok. Olan oldu” dedi.
Muhasara bütün şiddetiyle devam ediyordu. Vidin’de toplanan Osmanlı donanması Segedin’den gelecek yardıma engel olmak için Belgrad önüne geldi ise de, Hunyad’ın donanmasına mağlûb oldu. Şiddetli bir hücuma geçileceği sırada Hunyad kaleye yardıma geldi. Bu durum savaşın şiddetini bir kat daha arttırmıştı. Pâdişâh o zaman Karaca Paşa’ya hak verdi.
13 Haziran ile 20 Temmuz arasında devam eden muhârebeler çoh kanlı olmuştu. Hunyad’ın kumandayı ele alması ile morali düzelen düşman, inatla bütün hücumlara karşı koyuyordu. Sultan 20 Temmuz günü Karaca Paşa’yı huzuruna kabul ederek, ertesi gün için umûmî bir taarruzun yapılacağını, kendisinin de ordunun başında bulunacağını söyledikten sonra; “Karaca, senden her zamankinden fazla gayret beklerim. Mâruzâtın sem’-i itibâra alınmadı diye neden gam çekersin?” diye sordu. Karaca gözleri dolu olarak; “Pâdişâhım! Sen hemen emret, billah Allah yolunda şehîd olmaktan gayri düşüncem yoktur. Canın ne kıymeti vardır devletlüm!” cevâbını verdi.
Ertesi gün, sabahın erken saatlerinde mehter cenk havası vururken, umûmî hücum başladı. Karaca Paşa en öndeydi. Yanında yeniçeri ağası Hasan Ağa vardı. “Hey Gâziler yürüyün!” naraları ile ileri atıldılar. Muhârebe bütün şiddeti ile devam ediyordu. Türklerin zaferi ile neticelenmek üzere seyir takibe başladığı sırada, önce Karaca, arkasından Hasan Ağa şehîd düştü. Osmanlı ordusundan beş bin kişi kaleye girmişti. Başlarında Karaca Paşa ve Hasan Ağa’nın olmadığını fark eden Hunyad, karşı taarruza geçti. Şehre girenleri çıkarttıktan sonra, bütün gücüyle ordugâha saldırdı. Bunun üzerine Sultan, ordugâha giren düşmanı karşıladı ve; “Kullarım ne duruyorsunuz?” narası ile ileri atıldı. Bu durumu gören yeniçeri, yeniden parlamış ve bir alev olmuştu. Akşam olduğu zaman, düşman on binden fazla ölü bırakarak Belgrad’a geri çekildi.
Fâtih, Karaca Paşa ve Hasan Ağa’nın niçin huzuruna gelmediğini sorunca, paşalardan biri; ikisinin de kaleye girerken arka arkaya şehîd düştükleri haberini getirdi. Karaca Paşa son nefesini verirken; “Pâdişâhıma söyleyin! Allahü teâlânın emrine uyarak bu canı devletim ve onun için veriyorum” demişti. Koca Fâtih, hiç bir zor karşısında eğilmeyen başını elleri arasına alarak; “Vah Karaca paşam! Vah Hasan’ım!” diye göz yaşı dökmüştü.
Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi-2. Cilt
Kaynaklar:
1) Tâc-üt-terârîh; cild-2, sh. 195 cild-3, sh. 272
2) Târih-i Peçevî, cild-1, sh. 53, 178
3) Şakayık-ı Nu’mâniyye zeyli (Ataî); sh. 218
4) Seyahatnâme: cild-7. sh. 688
5) Solak zâde Târihi; sh. 580
6) Târıh-i Cevdet, cild-6, sh. 294
7) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-3, sh. 666, cild-5, sh.1288, cild-14 sh. 275
8) Fâtih’in Askerî re Siyâsî. faaliyetleri; sh.117
9) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh. 310
10) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-2, sh. 72, cild-3, sh. 131, 466
11) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh. 11, 331 cild-6, sh.114, cild-13, sh. 468
12) Târihi Nâimâ; cild-1, sh.81
13) Rehber Ansildopetlisı; cild-2, sh. 312
Bunu Paylaş:
- Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- X'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Pinterest'te paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Linkedln üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Tumblr'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
Bir yanıt yazın