Doğal koşullarının uygunluğu, askerî ve ticarî önemi nedeniyle tarih boyunca yoğun bir yerleşmeye sahip olan Kars şehri, askerî bir kale olarak 1750 metre yüksekliğindeki plato üzerine kurulmuştur.
Urartular Döneminde (M.Ö. 860-665) “Diavehi Ülkesi” ya da “Akhuryan Ülkesi” olarak adlandırılan bölge, Aras Nehri’nden Çıldır’a kadar uzanmakta ve Ani’yi de içine alan Arpaçay Nehri’nin havzasını kapsamaktadır. Ermeniler Döneminde, Kars Irmağı havzasının bulunduğu bölge Vanand/Vanant adıyla tarih kaynaklarında geçmektedir[1].
M.Ö. 860’tan itibaren Urartu hâkimiyetinde uzun süre kalmış olan şehir, M.Ö. 665 yılında İskitlerin eline geçmiştir. M.Ö. 549-330 yılları arasında Pers İmparatorluğu hâkimiyeti altında bulunan bölge, İmparator Darius tarafından “Armenia” adıyla 13. satraplık hâline getirilmiştir. Bu satraplığın sınırlarına kuzeyde Aras Nehri’nden Yukarı Dicle Nehri’ne kadar olan bölge, güneyde Boton Çayı’na, Fırat ve Dicle havzasındaki eyaletler bağlanmıştır[2].
M.Ö. 331 yılında, Büyük İskender’in Pers İmparatoru III.Darius’u yenmesiyle bölge Makedonya İmparatorluğu’na dahil olmuştur. Büyük İskender, Sardes’in eski valisi Pers Mithrines’i 331 yılında Ermenistan’a satrap olarak göndermiştir. Büyük İskender ölünce eyaletler komutanlar arasında paylaşılmış,bu komutanlardan biri olan Neoptolemos 323 yılında Ermenistan satraplığını almıştır[3].
Ermenistan, M.Ö. 319 yılında Pers satraplardan Orontes’in hâkimiyetine geçmiştir. M.Ö. 319-228 yılına kadar bölgedeki gelişmeler hakkında bilgiler çok kısıtlıdır. M.Ö. 228 yılında bölgeye Selevkos II. Antiokhos Hieraks hâkim olmuştur. M.Ö. 189 yılında Roma İmparatorluğu’na tabi olan bölge iki strategos (başkan, kumandan) arasında bölünmüş ama yine Seleukoslar tarafından yönetilmiştir[4].
M.Ö. 189 yılında Ermenistan’da başlayan Artaksias Hanedanlığı yönetimi M.S. 2. yüzyıla kadar devam etmiştir. M.Ö. 140 yılından itibaren Ermenistan’ın bulunduğu bölge İran’da hâkim olan Partlar ile Romalılar arasında savaş alanına dönmüştür. M.Ö. 2. yüzyıldan 53 yılına kadar bölge yabancı valilerce yönetilmiş, bu yıldan itibaren de Arsasid/Arşaguni Hanedanlığı bölgeye hâkim olmuştur. M.S. 226 yılında Part İmparatorluğu son bulmuş, Sasani İmparatorluğu bölgeyi hâkimiyeti altına almıştır. Sasanilerin egemenliği sırasında Kars toprakları “Ararat Eyaleti” adı altında yaklaşık 200 yıl İranlıların egemenliğinde kalmıştır[5].
M.S. 287 yılında Ermeni tahtına oturan III.Drtad/Trdat,301 yılında Hıristiyanlığı resmen devlet dini olarak kabul etmiştir[6]
4. yüzyılın sonlarına doğru, Ermenistan’ın Bizans İmparatorluğu ve Sasaniler arasında paylaşılmasından sonra, 5. yüzyılın ikinci yarısı ve 6. yüzyıl boyunca Bizanslılar ve Sasaniler arasında bölgedeki çatışmalar devam etmiştir. Ancak bu dönem Ermeni kültür tarihi açısından önemli yeniliklerin olduğu yaratıcı bir dönemdir[7].
M.S. 428 yılında Ermenistan’daki Arsasid/Arşaguni Hanedanlığı dönemi bitmiştir. Bu tarihten itibaren bölge Pers İmparatorluğu’na bağlı marzbanlar (hudut eyaletleri muhafızları) ya da Bizans İmparatorluğu’na bağlı generaller tarafından idare edilmiştir. Bu idarecilerden Ermenilerin önde gelen feodal beylerinden Mamikonian Sülalesi M.S. 564 yılına kadar Perslere bağlı olarak Ermenistan’ı yönetmişlerdir. M.S. 564-642 yılları arasında bölge Bizans İmparatorluğu ve Pers İmparatorluğu arasında yeniden bölünmüştür[8]. M.S. 591-705 yılları arasında Ermenistan’ın bir kısmı Bizans İmparatorluğu’nun görevlileri tarafından yönetilmiştir[9].
Bizans ve Sasaniler arasındaki savaşlarda harap olan Ermenistan’a M.S. 640 yılından itibaren Arap akınları başlamıştır. Pers İmparatorluğu’nun 652 yılında yıkılmasında sonra, 661-750 tarihleri arasında bölgeye Emeviler, 750 yılından itibaren Abbasiler hâkim olmuştur. Abbasi Halifesi Harun al-Raşid (786-809) zamanında, Yukarı Aras Nehri, Kars Çayı ile Arpaçay boyları Dvin Emirliği’ne; Kura Irmağı boyu ile birlikte, Ardahan, Göle, Posof ve Çıldır bölgeleri Tiflis Emirliği’ne; Pasinler ile Karasu boyları da Erzurum (Karin/Kalıkala) Emirliği’ne bağlanmıştır. Bu düzenleme 949 yılında Erzurum bölgesinin Bizanslıların eline geçmesine kadar sürmüştür[10].
Bizans İmparatorluğu ve Araplar arasındaki savaşlar 8. yüzyıl ortalarında yeniden başlamıştır. Bu savaşlar nedeniyle 772 yılında, Çoruh Nehri, Sarısu, Dicle Nehri, Zap Suyu ve Aras Nehri boylarına yayılmış ve ticaretle zenginleşmiş olan Ermeni Bagratlı Sülalesi’nin bir kolu, merkezleri Doğu Beyazıt (Daruynk) olan Kars’ın güneydoğu bölgesine yerleşmişlerdir. Başlarında Aşot Mısager’in bulunduğu diğer bir kol da Ermenistan ticaretinin önemli merkezi ve Arap emirlerinin oturduğu Dvin şehrine yakın olan Kars’ın doğu bölgelerine yerleşmeye karar vermiş ve Kamsarakan Sülalesi’ne ait olan Kilittaşı’nı (Pekran/Bagaran) kendine merkez yapmıştır[11].
826 yılında Aşot ölünce kurmuş olduğu prenslik iki oğlu Bagarat ve Sımbat arasında paylaşılmıştır. Bagarat, Muş civarındaki (Daron, Sasun ve Khoyt) topraklarına, Sımbat babasının başkenti Kilittaşı (Bagaran) ve Aras boylarına (Arşarunik ile Şirak) sahip olmuştur[12].
Halife’nin güvenini kazanan Sımbat’ın oğlu Aşot, babasının 856 yılında Samarra’da ölmesinden sonra babasının unvanı olan ısbarabedliğe yükseltilmiş, 861/862 yılında Halife Al-Mutavakkil (822-861) ya da Halife Al-Musta’in (862-866), tarafından “Ermeni Prensler Prensi” ilan edilmiştir[13]. 885 yılında da Halife Al-Muta’mid (870-892) tarafından Aşot’a bir krallık tacı gönderilmiştir. Aynı zamanda Bizans İmparatoru I. Basileos da (867-886) Aşot’a bir taç ve değerli hediyeler göndererek krallığını tanımıştır. Bu tarihten sonra Bagratlı Krallığı’nın yükseliş dönemi başlamıştır. Aşot’un krallık başkentinin Arpaçay kenarındaki, babasının yerleşimi Kilittaşı (Bagaran) olduğu bilinir[14].
Kral I. Aşot’un ölümünden sonra toprakları oğulları Bagarat Taron ve Sımbat arasında paylaşılmıştır. Bagarat Taron, yukarı Fırat vadisini, Sımbat, Ani ve Kars’ı içine alan Şirak bölgesini ve babasının başkenti Kilittaşı’nı almış, ama 772 yılından beri atalarının merkezi olan Kilittaşı’nı bırakıp kendisine Başüregel’i (Şirakavan) merkez yapmıştır. Gürcü Kuropolatı (sınırların bekçisi) II. Adernese, Sımbat’ı Ermenistan’ın meşru kralı olarak tanıdığını ilân etmiştir. Sımbat, Vanand bölgesini idare eden amcası Abas’ın isyanına son verdikten sonra Halife Al-Mu’tażid (892-902) tarafından Ermenistan kralı olarak resmen tanınmıştır. Halife adına Sımbat’a krallık tacı Azerbaycan Valisi Emir Saci Afşin tarafından gönderilmiştir. Katolikos Garnili II. Kevork/Gevorg’un yönettiği taç giyme töreni Başüregel’de (Şirakavan) Sımbat’ın yeni inşa ettirdiği Surp Prgiç Kilisesi’nde 892 yılında yapılmıştır. 893 yılında da Bizans İmparatoru VI. Leon (886-912), babası I. Basileos gibi, “şehit/martir” lakabıyla anılan I. Sımbat’a taç gönderip krallığını tanımıştır[15]. 903 yılında Dvin Emirliği’nin başında olan Sacoğlu Yusuf, I. Sımbat’ın oğlu veliaht prens Aşot’a ‘İşkhanlar işkhanı’ unvanını vermiştir[16].
I. Sımbat hâkimiyet sınırlarını, batıda Erzurum (Garin) şehrine, kuzeyde Tao-Klarjet’ten (Penek-Ardanuç) Hazar Denizi’ne, Acarlara (Kolhis/Egerya) ve Kafkasların eteğindeki Kukark/Gugark eyaletine, Çanarlar’dan (Karakalkan Dağları) Alanlar Kapısı’na (Daryal Geçidi), Kura Nehri’nden Tiflis kentine ve Udi (Gence bölgesi) eyaletine kadar genişletmiştir[17].
I. Sımbat, Sacoğlu Yusuf ve Vaspurakan Kralı Gagik Ardzruni ile 914 yılında yaptığı savaşta tutsak edilmiş ve Dvin’e götürülerek işkence ile öldürülmüş; yerine oğlu II. Aşot Yergat geçmiştir. Dönemin Katolikosu V. Hovhannes’in (899-931) çabalarıyla, Ermeni Krallığı ile Bizans İmparatorluğu arasında iyi ilişkiler kurulmuştur. İstanbul’u ziyareti sonrasında Aşot’a Bizans İmparatoru Konstantinos Porphyrogennetos (913-959) tarafından “Krallar Kralı” unvanı verilmiştir[18].
II. Aşot’un 928/929 yılında ölümünden sonra, kardeşi Abas, Vaspurakan Kralı Gagik’in çağrısı üzerine bir araya gelen Ermeni asillerinin toplantısında Ermenistan’ın krallar kralı (Şahinşah) olarak seçilmiştir[19]. Abas, babası Sımbat öldükten sonra, Gürcistan’a gitmiş, orada evlenmiş, kardeşi Aşot’un İstanbul’dan dönüşünden sonra ülkesine geri dönmüştür[20]. Abas (928-953) kral olunca ikâmeti olan Kars’ı Ermeni krallığının başkenti yapmıştır. Kars’ın başkent olması şehrin gelişip büyümesine yol açmıştır. Kral Abas, Dvin’deki emirlerle iyi ilişkiler kurmuş, bu nedenle de Ermenistan’da geçmiş dönemlere oranla sakin bir ortam hâkim olmuştur[21].
Kral Abas, Kilittaşı’nda ikâmet eden amcasının oğlu Aşot Şabuhyan’ın arkasında varis bırakmadan ölmesinden sonra onun topraklarına da sahip olmuştur. Zaten Aşot Şabuhyan, Kral II. Aşot’un halefliğine talip olmamış, ölümüyle de bölgedeki bir Ermeni prensliği daha tarihe karışmıştır. Ayrıca Siunik’teki Ermeni Prensliği de Abas’ın krallığını ve birincilliğini sorun çıkarmadan kabul etmiştir[22].
I. Abas, konumunu güçlendirmek için Abhaz Kralı II. Georgi’nin kızıyla evlenmiş ve bu sayede güçlü bir ordu kazanmıştır. Başında Kral Abas’ın olduğu Ermeni Krallığı, Abbasilere vergi ödeyen ama iç işlerinde bağımsız bir krallık olmuştur. Dönem kaynakları ve yayınlarda, Kral Abas dönemi Ermeni Krallığı’nda, yaşanan askerî ve politik dinginliğin kültür zenginliğiyle sonuçlandığı ve yoğun imar faaliyetlerinin olduğu belirtilmektedir[23].
Kral Abas, Katolikos Anania ile birlikte bölgede pek çok manastırın kurulmasına öncülük etmiştir. Dönem tarihçileri, Kral Abas zamanında, Bizans İmparatorluğu’ndan gelen ve bölgeye yerleşen rahiplerin, manastırlar kurduklarını, “vartabed” denilen öğretmenler aracılığıyla din biliminin öğretilmeye başlandığını kaydederler. Vartabedlerin dinî eğitimin yanı sıra yapıların planlanmasında ve inşasında etkin oldukları, manastırlarda da Kayserili Aziz Büyük Basileos’un kurallarına göre yaşam sürdürüldüğü ifade edilmiştir. Araştırmacılar, bu dönem için Ermeni sanatı rönesansından ve Bizans’ın bu sanata etkisinden bahsetmektedirler[24].
Kral Abas döneminde, feodal beylerin ve yöneticilerin manastırlara yaptıkları bağışlar, satın alınan kasabalar, bağlar, ormanlar ve başkalarına ödenen büyük miktardaki paralar hakkında kaynak ve yayınlarda sınırlı bilgi bulunmaktadır. Kars 10. yüzyıldan önce önemli bir kaledir. Ayrıca 10. yüzyılda Ardanuç’tan Trabzon’a giden ticaret yolunun önemli duraklarından da biridir. Kral Abas bu yol güzergâhında seyahat eden tüccarların güvenliğini sağlayarak Kars’ı çok güçlü bir hudut şehri yapmıştır[25].
Kral Abas’ın ölümünden sonra III. Aşot (953-977), Katolikos Anania başkanlığında, 40 piskoposun ve Ermeni asillerinin hazır bulunduğu bir törenle Ani’de taç giymiştir. Aşot babasının ölümünden sonra ülkede çıkan karışıklıklarla uğraşmış, bölgede sükûneti sağlamaya çalışmış, 961 yılında başkenti Kars’tan Ani’ye taşımış ve şehrin etrafını surlarla çevirmiştmiştir. Bölgenin sürekli karışık olması, kralın ölümünden sonra krallık topraklarının oğulları arasında paylaşılması ve krallık derecesine yükselen prenslerin hareketleri ülkenin müstakil devletlere ayrılmasına neden olmuştur. Bu koşullar altında III. Aşot, kardeşi Muşeğ’e (962-984) Kars’ın bulunduğu Vanand bölgesini bırakmak zorunda kalmış ve böylece Kars Bagratlıları Beyliği kurulmuştur[26].
Vaspurakan Krallığı 968 yılında üç kardeş arasında paylaşılmıştır. Bunlara bir de krallık derecesine yükselmiş Siunik ve Daron/Taron prenslikleri eklenmiştir. Ermenistan’da bölünmelere rağmen 10. yüzyıl boyunca ve 11. yüzyıl başlarında genellikle barış ve refah içinde bir dönem yaşanmıştır. Abbasiler ve Bizanslılar tarafından yapılan baskılardan az etkilenen Ermenistan’da ticarî hayat canlılığını koruyabilmiştir[27].
10.-11. yüzyıllarda Ermenistan Batı ve Doğu arasındaki değişimlerin çoğunun meydana geldiği tarafsız bir sahadır ve tüm Ermenistan’ı boydan boya geçen önemli ticaret yollarına sahiptir. Bu dönemde Bizanslılar ve Araplar arasındaki savaşlar nedeniyle bölgenin güneyindeki ticaret yolları kullanılamaz hâle gelince, doğudaki ana ticaret yollarından biri Nahçıvan’dan Ermenistan içine ulaşıp buradan ikiye ayrılarak biri Hazar Denizi kıyısına, diğeri Karadeniz kıyısına ulaşmış, öteki yol ise doğrudan Bizans İmparatorluğu’nun sınırları içine uzanmıştır. Bu durumda ticaret yollarının kesişme noktaları olan Dvin ve Nahçıvan gibi eski merkezlerin yanı sıra Ani, Kars ve Arzen/Arcn gibi yeni merkezler de gelişir[28].
III. Aşot 977 yılında ölünce, yerine büyük oğlu II. Sımbat (977-988) başkent Ani’de taç giyerek başa geçmiştir. II. Sımbat’ın krallığı döneminde Ani şehrinin etrafı ikinci kez surlarla çevrilmiş, birçok kilise inşa edilmiş ve katedralin temeli atılmıştır. Ani yakınlarındaki yerleşimlerde ve krallıklarda da yoğun imar faaliyetleri görülmüştür. II. Sımbat, bölgedeki Ermeni krallıklarını ve prensliklerini otoritesi altında tutmayı başarmıştır[29].
II. Sımbat’ın 988/989 yılında ölümünden sonra Ermeni Krallığı’nın başına kardeşi I. Gagik (989-1020) geçmiştir. I. Gagik’in himayesinde Bagratlı Ermeni Krallığı ve başkent Ani iktidarının en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Ermeni mimarisi altın çağına girmiş, Ani, “1001 kiliseli şehir” olarak ünlenmiştir[30].
Kral I. Gagik’in ölümünden sona Ermeni Krallığı’nın başına oğlu III. Sımbat (1020-1040) geçmiştir. 1021 yılında Selçuklular Vaspurakan’a girince, Bizans İmparatorluğu doğu sınırını emniyete almak istemiş, Vaspurakan Beyliği’nin topraklarına el koymuştur. Vaspurakan Kralı Senekerim, “Kapadokya Magistrosu” unvanıyla Kayseri ve Sivas civarındaki topraklara yerleştirilmiştir[31]. Bizans İmparatoru Basileos Ermeni Kars ve Ani krallıklarını istediği için doğuya doğru ilerlemiştir. I. Gagik’in oğlu Sımbat yetkilerini Basileos’a devretmiştir. İmparator Basileos, Ani kralına İstanbul’da saray ve Kayseri civarında topraklar hibe etmiş, Kars beyine de Amasya civarında topraklar vermiştir[32].
1040 yılında Bizanslılar Bagratlı Ermeni Krallığı’nın arazisini kesin olarak imparatorluk topraklarına katmıştır. 1045 yılında Bizans İmparatorluğu tarafından Ani Bagratlıları Beyliği’ne son verilmiştir. Kral Gagik Abas, Kapadokya’da Tzanmantos’a yerleşmiştir. 1054-1055 arası, Selçuklular Kars’a saldırarak tahrip etmiş, ancak kalesine dokunmamıştır[33].
1064 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu, Bizans yönetiminde bulunan ve kaynaklarda “asla zapt edilemez” denilen Ani’yi kuşatmıştır. Bizans İmparatorluğu’na bağlı generaller Bagrat ve Krikor tarafından savunulan şehir, sultanın başarılı savaş taktiğiyle Selçuklular tarafından ele geçirilmiştir[34].
Sultan Alparslan Ani’yi, Dvin Emiri Şeddadlı Ebu’l Esvar’a bırakmış, Esvar yaşlı olduğu için oğlu Manuçehr Bey Selçuklulara bağlı olarak Ani’yi yönetmiştir. Böylece Ani’de Selçuklulara bağlı olarak Şeddadlı yönetimi kurulmuştur[35].
Şeddadlı Beyi Manuçehr (1064-1110), Ani’nin yıkılan surları ve yapılarını onartmış, saray, cami, kervansaray ve suyolları gibi yeni yapılar inşa ettirmiştir. Böylece şehir eski canlı ticarî hayatına kavuşmuş, hem Müslüman hem de Hıristiyanların rahat yaşadıkları bir kent olmuştur[36].
Türklerin Bizanslıları Malazgirt’te yenmesinden sonra bölgedeki Bizans İmparatorluğu’na hizmet eden Ermeni aristokratlar batıya göç etmiştir. Sivas’tan Antakya’ya kadar olan bölgeye yerleşen Ermeniler, zamanla Kilikya’ya yayılmaya başlamıştır[37].
1072 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın ölümünden sonra başa oğlu Melikşah (1072-1092) geçmiştir. Bu dönemde, Kars’ın bulunduğu bölge, Bizans İmparatorluğu’na bağlı olan Gürcüler tarafından 1079-1080 yılları arasında yeniden denetim altına alınmıştır. 1080 yılında, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Emir Ahmet komutasında bölgeye gönderdiği orduya Gence, Dvin ve Ani’deki Şeddadlı emirleri de katılmış ve bölge yeniden Selçukluların eline geçmiştir[38]. Bölgedeki direniş nedeniyle halka ağır vergiler yüklenmiştir. Bu nedenle, Ani Ermeni Başpiskoposu Barseğ, din adamları ve asillerden oluşan bir heyetle, “vergileri azaltmak ve sayıları dörde çıkarılan Ermeni Patrikliği’nin durumunu görüşmek üzere İsfahan’a Sultan Melikşah’ı ziyarete gitmiştir. Ermeni heyetini çok iyi karşılayan Melikşah, “Ermeni kilisesinin tek bir makamda temsil edilmesi, bütün kilise, manastır ve ruhanilerin vergi dışı bırakılması” konusunda ferman hazırlatarak Barseğ’e vermiştir. Ayrıca, Sultan Melikşah, Ermeni heyetini, bir askerî birliğin koruması altında ülkelerine yollamış, Azerbaycan genel valisine de ferman hükümlerinin aynen yerine getirilmesi için talimat göndermiştir[39].
1092 yılında Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın ölümünden sonra çocukları arasında çıkan taht kavgaları ve toprak hâkimiyeti edinme çabasından Ani de nasibini almış, bölgede huzursuz bir süreç başlamıştır. 1110 yılında Ani Şeddadlıları Beyi Manuçehr ölmüş, yerine oğlu Ebu’l Esvar (1110-1124) geçmiştir. Bu dönemde sık sık saldırılara maruz kalan şehir 1124 yılında Gürcülerin eline geçmiştir. 1125 yılında Şeddadlı Ebu’l Esvar’ın oğlu Fadlun (1125-1131) tarafından bir yıl kuşatmadan sonra şehir Gürcülerden geri alınmıştır. Ani şehri, 1131 yılında meydana gelen bir depremde tahrip olmuştur[40]. Şeddadlı Beyi Fadlun’un 1131 yılında ölmesinin ardından beyliğin başına sırasıyla Khoşçehr (1131), Mahmud (1131), Fahrettin Şeddad (1131-1155) ve II. Fadlun (1155-1161) geçmiştir. 1161 yılında Ani’ye tekrar Gürcüler hâkim olmuştur. 1164 yılında Ani, Selçuklulara bağlı Atabek İldeniz’in baskıları sonucunda Gürcüler tarafından boşaltılmıştır. Atabek İldeniz Ani’yi II. Fadlun’un kardeşi Şeddadlı Şahinşah’a (1164-1200) teslim etmiştir. Şahinşah’ın Ani’de harap olan binaları yenileme gayreti ona Ebu’l-Muammeran unvanını kazandırmıştır. 1199/1200 yılında Gürcü Kraliçesi Tamara (1184-1212) tarafında şehrin ele geçirilmesiyle Ani Şeddadlı Beyliği son bulmuştur[41].
Kars ve Ani çevresi, 1239-1358 yılları arasında Moğolların eline geçmiştir. Ani Şehri, 1319 yılında meydana gelen şiddetli depremle bir kez daha harap olmuştur[42]. Bölgeye 1358-1380 arasında İlhanlılar/Celayirliler, 1380-1386 yılları arasında Karakoyunlular hâkim olmuştur. Bölge, 1386 yılında Timur tarafından zapt edilmiştir[43]. Ani, Timurlular zamanında valilik merkezi olmuştur. Bölge, 1406-1467 yılları arasında Karakoyunluların, 1467-1534 yılları arasında Akkoyunluların yönetimine geçmiştir. Akkoyunlular Döneminde savaş alanına dönen bölgede, pek çok şehir gibi Kars ve Ani de harap olmuştur. Bölge, 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi sırasında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır[44].
Ani, 1605 yılında meydana gelen 8 şiddetindeki depremden sonra artık oturulamayacak hâle gelmiş ve tamamen terkedilmiştir.
1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi), Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlanmış, 3 Mart 1878 yılında Ruslarla Ayastefanos Antlaşması imzalanarak Kars, Batum ve Ardahan onlara bırakılmıştır. 1917 yılında Çarlık Rusyası dağılınca 3 Mart 1918 yılında Ruslarla imzalanan Brest-Litowsk Antlaşması ile Kars, Ardahan ve Batum tekrar Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ancak 1918 yılında Osmanlı topraklarının İtilaf Devletleri tarafından istilâsı sırasında, Kars, Ardahan ve Batum’u, 1921 yılına kadar Ermeniler ve Gürcüler kontrolleri altında tutmuşlardır. Ruslarla 16 Mart 1921’de Moskova’da, 13 Ekim 1921’de Kars’ta yapılan antlaşmalarla, Türkiye-Rusya sınırı çizilmiş, Kars ve çevresi Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılmıştır[45].
Bir yanıt yazın