Abdurrahim Karakoç
Kahraman Maraş, şair ve yazarlar açısından zengin bir şehirdir. Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Bahaettin Karakoç, Abdurrahim Karakoç, Rasim Özdenören, Erdem Bayezit, Tahsin Yücel, Şevket Yücel; yeni edebiyatın önde gelen simalarındandır.[1]
Abdurrahim Karakoç, 7 Nisan 1932’de [2] Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü (Cela) köyünde dünyaya geldi.[3] İlkokulu bitirdikten sonra bir müddet köyünde marangozluk [4] ve uzun yıllar da çiftçilik yaptı.[5]
İlk yazdığı şiirleri, 2 kitap olarak çıkacak hacimdeyken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazıklarını “Hasan’a Mektuplar” adı altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. Fedai Yayınları arasında çıkan bu eser, kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı.[2] Sonraki yıllarda ise şiirlerinin bir bölümünü topladığı, “Akıl Karaya Vurdu”, “Vur Emri”, “Beşinci Mevsim”, “Suları Islatamadım”, “Kan Yazısı”, “Gök Çekimi”, “Dosta Doğru” ile sohbet, mektup ve röportajlardan oluşan “Çobandan Mektuplar” adlı kitapları yayımlanacak ve bu kitaplardan bazıları, yaklaşık 20 baskı yapacaktır.[5]
1958 yılında bulunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi. 1981’in Mart ayında emekli oldu.[2]
Karakoç, 1985 yılından itibaren gazetecilik yapmaktadır. Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı. Niçin girip niçin ayrıldığını bir röportajında şöyle cevaplandırdı:
«Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım.» Çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılan Karakoç’un şiirleri, bugüne dek birçok araştırmada aktarıldı.
Karakoç’un politik taşlamaları kadar sevgi şiirleri de hemen her kesimde yankı bulmakta ve birçok sanatçı tarafından bestelenmekte ve okunmaktadır.[5] “Mihriban” adlı şiiri, notaya dökülerek yıllardır gönüllerden düşmeyen bir türküye dönüşmüştür.[6]
Abdurrahim Karakoç, evli ve 3 çocuk babası olan şairimizi 7 Haziran 2012 yılında kaybettik…
Sanatı ve Edebî Kişiliği: Halk şiirimizin en büyük üstadı Abdurrahim Karakoç, yaşayan canlı şiirleriyle, tatlı üslubuyla hep bizim sesimiz oldu; düşündüklerimizi, söylediklerimizi şiirleştirdi; hislerimizin tercümanı oldu..O bir söyleşide bunu şöyle dile getiriyor:
«Galip Erdem bey’in dediği gibi, inandığımız her şeyi söylemesek bile, söylediğimiz her söz, işimizin ve inancımızın aynası olmalı.»
Karacaoğlan, Emrah, Aşık Ömer, Kayıkçı Kul , Pir Sultan Abdal, Ruhsati, Köroğlu, Dadaloğlu, Seyrani, Bayburtlu Zihni, Çıldırlı Aşık Şenlik, Şarkışlalı Aşık Veysel Şatıroğlu gibi şahikadaki isimlerden sonra, günümüzde halk şiirinin en doruktaki ismi hiç şüphesiz Abdurrahim Karakoç’tur.[7]
Abdurrahim Karakoç, küçük yaşlarda şiire merak sarmıştır. Bu, aileden gelme bir merak diyebiliriz. Çünkü dedesi, babası, kardeşleri de şiir yazmaktaydı.[2]
Abdurrahim Karakoç, şüphesiz büyük bir hiciv şâiridir. Fakat sadece bu değildir. O, kelimenin bütün ağırlığı ve muhtevâsıyla şâirdir. Taşıdığı misyonun farkında ve şuurunda olan her şâir gibi, cemiyetin sosyal bünyesi, estetik zevki, ve kıymet hükümlerinin sarsıldığı en büyük koruyucu olan bu mânevî duvarla gedikler açıldığı dönemlerde elbet sesini yükseltecekti.
Karakoç için hiciv, şâirin oynamaya ve kahramanı olmaya mecbûr ve mahkûm olduğu asıl trajedinin bir sahnesidir. Ve onun elinde, gücünün yeteceği bütün sınırları yoklamıştır.[8]
Abdurrahim Karakoç; gözdür, kulaktır, dildir, beyindir. Hislerin ve duyguların tercümanı, şiirlerinde din, vatan ve insan ağırlıklı işlediği temalardır. Şiirlerinden hariç Düşünce yazıları gibi fikirlerini özetleyerek yazan bir yazar ve gazete köşelerinde yazdığı makalelerle insanlara erişmeye çalışan bir değerdir ki, yazılarında veya şiirlerinde kullandığı tarzda görüldüğü gibi, kimseden çekinmeden kendi bildiği doğruları haykırmaktadır. Onu, kimi zaman sert yakıştırmalardan da çekinmeyen , bazen de bir gerçeği vurgulamaya çalışırken kendini Anadolu insanının o çorak yüz ifadesinde görürsünüz. Şiirleri bazen şifreli bir kasayı andırır ki o şifreyi çözebilen, o kasanın sırrına varabiliyor.[9]
Karakoç’un şiirlerinde esas unsur, insandır.[2] O, şiire başlangıcını ve hayat görüşünü şöyle ifade eder:
“Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, ‘Özlenecek neresi var? ‘ diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım.
Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler. Bana gelince: Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, ‘bilimsel’ cüppeliler, entelektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum.
Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular.
En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (cc) kısmet ederse…” [3]
Ahmet Kabaklı, Abdurrahim Karakoç’un şiir anlayışı hakkında şunları söyler:
Abdurrahim Karakoç, halk şiirine derin düşünce ve davayı genişlemesine, derinlemesine sokan şairdir. Hem bir halk şairi, hem de bir aydın yazar olarak, Anadolu halkının, devletinden, hükümetinden, gazetecisinden, doktorundan, hakiminden ezeli şikayetlerini dile getirir. Abdurrahim Karakoç, öyle bir yerdedir ki hem köylünün, kasaba yoksulunun kendisidir, hem de çevresindeki bazı aydınların kusurlarını görüp yüzlerine vuracak derecede görüş sahibidir.
Gür sesli, gür söyleyişli bu şairin isyan kanatları, alabildiğine açılmıştır. Yazıları, tenkitleri, küçük büyük fıkraları bulunan ve nesrinde çokluk, hiciv, mizah ve çarpıcı hücumları ile tanınan Karakoç’un şiirleri, çok sevilmiş, bir çok kere basılmıştır.
Karakoç’un seyrek de olsa, kısmen serbest sayılacak vezinle denemeleri ve halk şiiri tarzında olmayan heceyle manzumeleri de vardır. Ancak. otuz yılı aşan sanat hayatında hemen her dönemindeki şiirlerinde ağırlık halk edebiyatı tarzındaki örneklerdir. Bunlarda daima gür konuşan. âhengi kollayan; sağlam hatta çarpıcı kafiyeye önem veren bir şair vardır. Maraş çevresinden alınmış kelime ve deyimler, bazen şive taklitleri, bu şiirlere hem aşık çeşnisi, hem kelimelerle anlatım zenginliği hem de benimsenen bir lezzet katmaktadır. Nitekim bu şiirler, halda olduğu gibi gençler katında da çok okunmuştur. Denilebilir ki gerçek saz sairlerinden ve kalem sairlerinden daha fazla ezberlenmiştir. Kimi şiirleri türkü ve marş halinde bestelenmiştir.
Halkın adına yergi, hiciv ve öfke, Karakoç’un şiirinin ana damarını teşkil etmektedir. Bunun yani sıra bir destan sairinin vatan, din, fazilet, Ahlak övgüleri, sairdeki niyet ve vicdan temizliğini ilan edip durmaktadır.Eski ozanlar tarzında yolsuzluklarla, kötülük ve pislikle mücadele eden Karakoç, gazeteciliği ve özel eğilimleri dolayısı ile memleket meselelerine ışık tutmaktadır… İslamcı-Milliyetçi düşüncenin bayrağını yiğitçesine açmış ve uğrunda pervasız, samimi, “cihad” vermiştir.Halka yararlı olmayan, onu ihmal eden hatta soyan sözde aydınları gerçeğe dayalı, destan ve nükte gücüyle hicveden Karakoç; zulme, adaletsizliğe karşı çıkmakta halkın gönül dili olmaktadır. İşte Karakoç, bu görevi yozlaştırmadan, yönlendirmeden, sömürmeden ve taraf tutmadan yapmaktadır. Karakoç’un da zaman zaman, mensup olduğu bir parti adına konuştuğu görülmektedir. Fakat şiirlerinin tümünde, bir “halk sairi” olarak, doğrudan milli kamuoyunu yansıttığı bölümler, belki de yüzde seksenleri aşmaktadır.
Karakoç’un son çıkardığı kitaplarında, dava şairliğine devam ettiği ancak ses tonunu daha yumuşak tuttuğu, şiirlerini daha uysal kelimelerle yazdığı görülüyor. Geçirdiği tecrübelerin ilhamı ve “dostlardan da” acı çekmenin üzüntüsü ile olacak bir kitabini su güzel hikmetle anlatıyor.
“Ne Dostlarımız, kabul ettiğimiz derecede iyidirler nede düşman saydıklarımız, tahmin ettiğiniz derecede kötü.Beni böyle değerlendiriniz.”
Karakoç, insanları öncelikle düşünmeye, tek yanlı ve sabit fikirli olmamaya, insanları nefisleri ile mücadeleye, her şeyin doğru ve gerçeğini aramaya, özelikle kin tutmamaya çağırıyor.[10][11]
Mücadeleci şiirlerinin çokluğu, şartlardan kaynaklanmaktadır. 27 Mayıs darbesi, zinde güçler, demokrasi maskaralığı ve haksızlıklar, hiciv şiirlerini besledi. 30’a yakın mahkemeye verildi ve hepsinden de beraat etti. Avukat tutmadı, hep kendi kendini savundu. Hiçbir iktidarla barışık olmadı. Çünkü o, insana ve İslam’a yapılanların zulüm olduğuna inanmıştı.
Nerdeyse 30 yıla varan bir zaman içinde kitapları, baskı üstüne baskı yenilemektedir. Bilhassa “Vur Emri” adlı eseri, büyük bir hüsn-ü kabul görmüştür.
ABDURRAHİM KARAKOÇ’A GÖRE “ŞİİR, ŞAİR, FERT, CEMİYET”
Şiir fertten husule gelse yine de toplumun malı olur. Her eser dar bir kalıp içinde dır bir muhite elit bir muhite yazılmaz. Yağmur her yere yağarsa rahmet olur, bir yere yağarsa rahmet olmaz.
Sanat toplum içindir kendi kendine bir şey olur mu? İnsan yazarken kendisi için değil toplum için yazıyor demek de doğru değildir. İnsan yazınca insan hem kendi tatmin olur hem toplum tatmin olur. Sen, ben halkın bir parçasıyız. Sanatı halka mal ederken duygulardan feragat etmiyorum çünkü bende halkın içinden biri –umumun dertlerini ıstıraplarını, neşelerini, duygularını verdimse hem sanat için hem de toplum için sanat olur. İnsan unsurunu temel almayan hiçbir sanat sanat değildir.
“Şairler, yazarlar eserlerinde kendileri adına konuşmazlar içinden çıktıkları milletin, toplumun ve inançların temsilciliğini yaparlar. Belki başka türlü de olur. Amma ben böyle bilip böyle kabul ederim.”
Dünya nimetlerinden fertlerin adil bir biçimde faydalanmasını isterim Bu demek değil ki çalışanla yatan aynı muameleyi görsün. Elbette insan hak ettiğini almalı. Hak etmediğini alanlarla, hak ettiğini alamayanların dramı, yazarı, şairi, düşünürü isyana sevk etmiyorsa, cemiyet temeli çürümüş demektir.” (Beşinci Mevsim 63)
Şair 60 milyon içinde 6 kişinin şuurlanmasına vesile olacağını bilse yine 6 kişi için yazmalıdır.[12]
ABDURRAHİM KARAKOÇ’A GÖRE DİL
Yabancı diller karşısında Türkçe’miz vardır. Her gün konuştuğumuz anamızdan babamızdan çevremizden öğrendiğimiz bir Türkçe’miz vardır. Elbette bunun eksikleri de var. Onu da lügatlardan öğreniriz. Osmanlıca’ya Arapça demek doğru değildir. O lisan ağdalıdır fakat bizimdir, unutulmuştur, esas bizim lisanımız odur, ne Farsça’dır ne Arapça’dır, belki biraz onlardan ilham alarak değiştirilmiştir, Türkçeleştirilmiştir.
“Özveri, koşul, olanak
Süreç, eşgüdüm, soyut, halk”
Dama çıkmış, maymuna bak
Dil üstüne türkü söyler.
Türkçe’mizi kısırlaştırmışız. Türkçe’yi daralta daralta sınırlarını küçültmüşüz. Kullandığımız kelimeler beş yüz bini geçmiyor. Bununla edebi eser verilemez. Az bir malzemeyle büyük bir eser yapamazsınız.
Kelimeyi ve yerli yerinde kullanmayı bilmeden şiir yazılamaz.
Türkçe’yi bilen yoktur. Uydurukça çoğaldı. Yanıt, içerik, olanak, olasılık sorun gibi kelimeleri kullanmadım. Bunun aslı ‘yanut’tur; yanmaktan, dönmekten geliyor. Bunlarda bir organizma gibidir, doğar, yaşar ve ölürler. Ölenleri diriltemezsiniz.
Bir ara kelime taraması yapılmıştı, nerelerde hangi muhitlerde kullanıldıkları araştırılıyordu, Türk Cumhuriyetlerindeki karşılıkları bulunmuyordu. Böyle ilmi bir çalışmanın yapılması gayet yerindedir. Akıllarına gelenleri uydurmuyorlar, böylece dil bozukluğu meydana geliyor. Kaos dediğimiz anarşi dediğimiz budur. Dilde başlayan anarşi fikir ve sirayet ediyor. Dolayısıyla Türkçe’ye sahip çıkmalıyız. Kendi diline sahip çıkmayan ülkesine de sahip çıkamaz.
Ne kültür bizimdir ne sanat bizim
Ne bu dil bizimdir ne lügat bizim
Ne Yavuz ne Fatih ne Kürşat bizim
Kitaptan sildirdik güzellikleri….
Arapça ve Farsça’dan dilimize girip yerleşmiş kelimeleri atamayız, İngilizce ve diğer Batı dilleri için de bu böyledir. Ama yeni kelimeler almak yerine onlara karşılık bulmalıyız. Yahut diğer Türk Cumhuriyetlerinden almalıyız. Aydınlarımızda bir yabancı dil kompleksi vardır. Entel olmak adına öyle kelimeler kullanıyorlar ki kimse anlamıyor. Bugün Türkmenistan’daki, Azerbeycan’daki dili ben anlıyorum, onlarda beni anlıyor. Çünkü ortak bir şeylerimiz var.
İster sari deyin isterse ırsi
Büyük revaç buldu makbulün tersi
Duyduğumuz ‘okey, adiyö, mersi’
Ağız Avrupalı, söz Avrupalı.
Şiir, dil anahtarıyla açılır. Kapısını açmak için lisan şarttır. Üç beş kelimeyle meram anlatılmaz. Ben gençliğimde 10 bin Osmanlıca kelime ezberlemiştim. İyi bir şair olmanın yolu dilimizi iyi bilmekten geçer.
Divan şairi bizimdir, onu ihya etmek mümkün değildir. Fuzuli’yi haddinden fazla sever ve okurum, anlamaya çalışırım. Bilmediğim kelimeleri öğrenirim. Tabi Yunus’un kendine göre bir lisanı vardır. Daloğlu’nu da severek okurum.[13]
Eserleri
Şiir
- Hasan’a Mektuplar (1965)
- El Kulakta (1969)
- Vur Emri (1973)
- Kan Yazısı (1978)
- Suları Islatamadım (1983)
- Beşinci Mevsim (1985)
- Dosta Doğru
- Akıl Karaya Vurdu (1994)
- Yasaklı Rüyalar (2000)
- Gökçekimi (2000)
- Gerdanlık I (2000)
- Gerdanlık II (2002)
- Gerdanlık III (2005)
- Parmak İzi (2002)
Düşünce
- Düşünce Yazıları (Makaleler)
- Çobandan Mektuplar (Deneme)
Şiirlerinden Örnekler
Mihriban
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
Mihriban II (Unutursun)
Unutmak kolay mı? deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır…
Unutursun Mihriban’ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
İsyanlı Sükut
Gitmişti makama arz-ı hâl için,
‘Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim…
‘Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…
Bir baktı konağa alttan yukarı,
‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın, sigara sardı.
Daldı.. neden sonra garsonu gördü,
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
İçmedi, masada unuttu çayı;
Kalktı ki garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı,
‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş,
Sandım can evime döktüler ateş.
Sordum: ‘memleketin neresi gardaş? ‘
‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden,
Ağzına küfürler doldu zehirden;
Salladı dilini… vazgeçti birden,
‘Oy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.[14]
Tut Ellerimden
Sırattan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim tut ellerimden…
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü
Beraber uçalım tut ellerimden…
Gönüldeki birlik kalkandır dışa
Aldırma ayaza, yele, yağışa
Giden ilkbahara, gelecek kışa
Beraber göçelim tut ellerimden…
Birleşmek üzredir şafakla gurub
Korku beklenilmez kapıda durup
İster zehir olsun isterse şurup
Beraber içelim tut ellerimden…
Çağır hayallerin en ötesini
Yakında duyarsın aşkın sesini
Sonsuz mutluluğun penceresini
Beraber açalım tut ellerimden…
Hatırla kaybolan hatıraları
Elmastan ışıklı, altından sarı
Zaman tortusundan işte onları
Beraber seçelim tut ellerimden…
Şüphe başlangıçtır, karar nihayet
Zamanı zamana etme şikayet
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet
Beraber kaçalım tut ellerimden…[15]
Acaba
Uyuyan göllere ay ışığında
Sevginin resmini çizsem kim anlar?
Tomurcuk ayrılıp, gül açtığında
Yağmurun saçını çözsem kim anlar?
Bir mekan kaplamış ne varsa nerde
Kendi ötesini saklar her perde
Sonsuzluğun sona erdiği yerde
Huduttan bir kulaç kazsam kim anlar?
Aşk, kömür beyazı; kin, süt karası
Eklenir yarama her dost yarası
Et oldum bıçakla kemik arası
Cellatla ahdimi bozsam kim anlar?
Doğumda yalan var, ölümde gerçek
Bir şeyler anlatır balık, kuş, çiçek
Kırık gönülleri toplayıp tek tek
Toplayıp göğsüme dizsem kim anlar?
Gün geldi zamanı gömdüm kabire
Dağ oldu aklımın verdiği fire
Bağlasam telaşı çelik zincire
Sabrın derisini yüzsem kim anlar?
İçte deprem olur dışın düğümü
İhlâssız çözülmez işin düğümü
Aklımdan geçeni, düşündüğümü
Okusam kim dinler, yazsam kim anlar? [16]
Unutma
İyiyi, güzeli beğenen alsın;
Kurtlandıkça kurdu çıkar unutma!
Sözüm kulağında bir küpe kalsın;
Bazen su, yokuşa çıkar unutma.
Câhili iknâya bulunmaz imkân
Kötü, zaman değil; mekandır mekan.
Emin ol gerçeği görmez her bakan;
Eğri bina erken çöker, unutma!
İyi-kötü deme, düşün yıllarca;
Böyle sıfatları tedbirli harca.
Kimseye yük olup boğulma borca,
Bugün seven yarın bıkar unutma!
Söz var nice dostu dosttan ayırır.
Söyleme, serçeler gider duyurur.
İyileri zaten Allah kayırır;
Kötüler, koktukça kokar unutma! [17]
Askere Mektup
Aziz dostum, sen bu ilden gideli,
Sekiz mevsim geldi-geçti duydun mu?
Gine kar koymadı baharın yeli,
Şeftaliler çiçek açtı duydun mu?
Memiklerin Iraz için Kel Durdu,
Sinan oğlu Muharrem’i öldürdü
Keş Ahmet bayram da namaz kıldırdı;
Kerim Ağa köyden göçtü duydun mu?
Çavuşların yumuk gözlü Tahir’i
Kahve yaptı kırk senelik ahırı,
Erkek Fatma, Dişi çürük Mahir’i
Güpegündüz aldı kaçtı duydun mu?
Ala-kardır Binboğa’nın yücesi..
Asker oldu Halime’nin kocası..
Sazlıköy’ün ilerici hocası
Minarede şarap içti duydun mu?
Dikkat eyle; anlam çıkar sözüm den;
Bir hızarcı geldi Mercanözü’nden
İpsiz Mustafa’nın tek boynuzundan
On altı çift tahta biçti duydun mu?
Kenan’ların sarı saçlı Reşad’ı
On çocuğun anasını boşadı,
Sultan serbest kaldı, sarhoş yaşadı,
Hürriyeti yeni seçti duydun mu?
On iki gün önce yaptık bir seçim,
Tekgöz murdar öldü partisi için.
Nasreddin Hoca’nın dediği biçim;
”Dünyayı yanlışsız ölçtü(!) ” duydun mu?
Daha bunlar bildiğimin yarısı,
Gelecek mektuba kalsın gerisi.
Bu yıl KARAKOÇ’un gönül arısı
Çiçekten çiçeğe uçtu duydun mu? [18]
Açık Dilekçe
Görmediğim bir bambaşka durum var
Sizin şehrin kızlarında savcı bey.
Yaklaşanı tâ yürekten vururlar
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey.
Gayeleri gönül kırmak dal gibi
Bakışları çifte faul bal gibi
Ülkeler fethetmiş bir kral gibi
Gurur dolu pozlarında savcı bey.
Kaş yaparken, göz çıkarır elleri
Çok silâhtan tesirlidir dilleri
Hayret ettim, bir tuhaf ki hâlleri,
Poyraz eser yüzlerinde savcı bey! .
Derviş olup çıktım tığsız, tebersiz
İlk görüşte avladılar habersiz
Pişirdiler beni tuzsuz, bibersiz
Kebap oldum közlerinde savcı bey! .
Bölüştüler gönlüm ile aklımı
Davacıyım, ara benim hakkımı…
Bir yol göster, haksız mıyım, haklı mı?
Yorulmayım izlerinde savcı bey.[19]
Aynaların Ötesi
Her ne kusur varsa, geçen zamanda;
Suçsuzdur aynalar elâ gözlü yâr.
Mecnunlar Mevlâ’yı bulursa canda,
El olur Leyla’lar elâ gözlü yâr.
Güzel açar güzelliğin sergisin
Gün ağartır kara saçın örgüsün..
Muhabbet faslında ölüm türküsün
Kim söyler, kim çalar elâ gözlü yâr.
Eştikçe iş çıkar işin içinde;
Gençliği hasret yer sevda göçünde.
Bilmez misin, dört mevsimin üçünde
Kar olur yaylalar, elâ gözlü yâr.
Alı al, yeşili yeşilde ara;
Ahirete gider kalpteki yara..
Ne yapsan bir daha çıkmaz dallara,
Dökülen ayvalar elâ gözlü yâr.
Vakit dolar, nakit biter kasanda..
Sevgi bir kitaptır gönül masanda;
Okusan da olur, okumasan da…
Kapanır sayfalar elâ gözlü yâr
Aramızdaki Fark
Sen dünden gelirsin, ben yarından gelirim
Doğmadık bebekler diyarından gelirim.
Sen müebbet inkârda kılmışsın kararı
Ben Kalubelâ’nın ikrarından gelirim.[20]
Kaynaklar
[1] Yard. Doç. Dr. Lütfi Alıcı, “Tezkirelere Göre Kahraman Maraşlı Divan Şairleri”,[2] Abdurrahim Karakoç, “Gökçekimi”, Ocak Yayınları, Ankara, 2. baskı, arka kapak.
[3] Antoloji. com/siir/sair/sair.asp?sair=17&goster=hayat
[4] Dr. Hasan Ali Kasır, “Gurbet Şiirleri”, Denge Yayınları, s.164.
[5] Muhasebenet. net/abdurrahim_karakoc_hayati_siirleri
[6] Muzikfakultesi. com/portal/abdurrahim-karakoc-hayati-ve-siirleri
[7] Sgdf. in/abdurrahim-karakoc/21151-abdurrahim-karakocun-hayati-eserleri
[8] Abdurrahim Karakoç, “Vur Emri”, Ocak Yayınları, Ankara 1984, arka kapak.
[9] Freenet-homepage. de/karakoc/Sizden_fikret
[10] Ahmet Kabaklı, “Türk Edebiyatı”, c.4, s.735.
[11] Freenet-homepage.de/karakoc/Siirleri
[12] ABDURRAHİM KARAKOÇ’A GÖRE “ŞİİR, ŞAİR, FERT, CEMİYET”, Ozgurcoban. com/
[13] “ABDURRAHİM KARAKOÇ’A GÖRE DİL”,Ozgurcoban. com/yazilar/file/abdullah.karakoc.a.gore.dil.doc
[14] Abdurrahim Karakoç, “Vur Emri”, Ocak Yayınları, Ankara 1984, s.91.
[15] Abdurrahim Karakoç, “Akıl Karaya Vurdu”, Ocak Yayınları, Ocak 1997, s.13.
[16] Abdurrahim Karakoç, “Gökçekimi”, Ocak Yayınları, Ankara, 2. baskı, s.121.
[17] Abdurrahim Karakoç, “Vur Emri”, Ocak Yayınları, Ankara 1984, s.36.
[18] Abdurrahim Karakoç, “Vur Emri”, s.177.
[19] Abdurrahim Karakoç, “Vur Emri”, s.54.
[20] Abdurrahim Karakoç, “Akıl Karaya Vurdu”, s.24.
Bir yanıt yazın