Şair Necati Bey
Necâtî Bey Edirne’de 1452-1455 yıllarında doğan Necâtî, XV. yüzyılın ikinci yarısında yetişen şairlerin en önemlisidir. Adı İsa olan Necâtî hakkında Latifî’nin “Abdullah oğludur” şeklinde verdiği bilgiden devşirme çocuklardan olduğu anlaşılmaktadır.
Tezkirelerdeki bilgilere göre, fakir bir aileden olan ve küçük yaşta öksüz ve yetim kalan Necâtî’yi ihtiyar bir kadın evlat edinmiştir. Ancak onun Sâilî adında bir şair tarafından yetiştirildiği de rivayet edilir. Necâtî’nin şiirinin gelişmesinde bir basamak olan Sâilî, ona şiirle ilgili ilk bilgileri öğretmiştir.
Şiir ve inşaya yeteneği olan Necâtî, dönemindeki ilim ve sanat anlayışını dikkate alarak kendini yetiştirmiştir. Fatih devrinin sonlarına doğru, niçin gittiği bilinmeyen Kastamonu’da bulunduğu sıralarda meşhur “döne döne” redifli gazelini yazan Necâtî, şiirleriyle kısa sürede tanınmıştır. Fatih’e sunduğu “şitaiye” ve “bahariye” kasideleri ve gazelleriyle padişahın takdirini kazanarak divan kâtibi olmuştur.
Fatih’in ölümünden sonra II. Bayezid’e intisap eden şair, ona da kasideler sunarak iltifat görmüştür. Cem Sultan’dan sonra Karaman valisi olan Şehzade Abdullah’ın divan kâtipliğinde bulunan Necâtî, Şehzade Abdullah 1484 yılında vefat edince saraya dönmüştür.
Bu tarihten 1504 yılına kadar geçen zamanda Sultan II. Bayezid’e kasideler sunan şair, hayatını padişah ın himayesinde sürdürmüştür. Ayrıca İran’dan İstanbul’a dönen Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi, Mesih Paşa ve Mustafa Paşa’ya da kasideler yazan şair bunlardan da yakınlık ve ilgi görmüştür.
Şehzade Mahmud’un 1504 yılında Saruhan sancağına tayin edilmesi ile kendisine son görevi olan nişancılık vazifesi verilmiş ve Manisa’ya gelmiştir. Burada kendisinden başka öğrencisi Sun‘î ile Şevkî divan kâtibi, Tâli‘î de defterdar idi. Şiire ve sanata ilgi gösteren şehzadenin yanında geçen süreler, Necâtî’nin ömrünün refah dönemidir. Şehzade Mahmud’un 1507 yılında vefat etmesi üzerine, Şehzade Abdullah’tan sonra ikinci bir mersiyeyi bu şehzade için yazan şair, şehzadelerin ölümünü hayatında bir talihsizlik saymış ve derin bir ıstırap duymuştur. Bundan sonra resmî bir görev kabul etmeyerek kendisine ayda verilen bin akça ile geçimini sürdürmüştür.
Necâtî, hayatının son günlerinde kendi köşesine çekilmiş, Şeyh Vefa zavi yesi yakınında bir ev almış ve dostları ile sohbet etmiştir. Bunlar içinde tezkire yazarı Sehî Bey, damadı Abdülaziz Çelebi ile Nakkaş Bayram en önde gelen kişilerdir. Bazı zamanlar çok sevdiği hâmisi Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi’yi ziyaret edererk vefâda kusur etmemeye çalışmıştır. 27 Mart 1509 tarihinde ölen Necâtî’nin vefatına öğrencisi Sun‘î aşağıdaki tarihi düşürmüştür:
Sen iy Necâtî ma‘rifet-i nazm u nesr ile
Olmış iken bu mülk-i sühen içre pâdişâh
Terk eyledün bu mülk-i fenâyı bekâ içün
Vardur ümîd k’artura rahmetlerin İlâh
Şol dem ki işitdi Sun‘î-i bîçâre rihletün
Târîh didi fevtin “gitdün Necâtî âh
Sehî Bey, aynı zamanda hattat olan Necâtî’nin mezarını mermerden yaptırmış ve üzerine,
Nakl-i Necâtî âleme târîh olmagı
Târihini Sehî didi “gitdi Necâtî hay
beyti ile şairin,
Bir seng-dil firâkına ölen
Necâtî’nin Billâh mermer ile yapasız mezârını
mısralarını yazdırmıştır; ancak şairin mezarının bugün nerede olduğu bilinmemektedir.
Necâtî, yaşadığı zamanın büyük ve önde gelen şairlerinden olup Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. O, Türk şiirinin Osmanlı asırlarında başlayan yeni ve büyük bir devresinin birinci halkası durumundadır. Bunda devletin ilmî ve aklî temeller üzerine oturduğu bu devirde, sanatta, ilimde ve mimaride her bakımdan mükemmele doğru bir gidişin de önemli etkisi vardır. Bu dönemde padişahların şair ve yazarları koruyup dile önem vermeleri, yazılan eserlerde açık ve anlaşılır bir dil kullanmalarını istemeleri Türkçenin ve edebiyatın gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Şiirlerinde özellikle Şehzade Sultan Mahmud Mersiyesinde, Şeyhî’nin etkisi görülen Necâtî, söyleyişindeki açık ve anlaşılır üslubu ile Şeyhî’den daha öndedir. Şiir dilinde Ahmed-i Dâî’yi takip eden şair, hemen her gazelinde deyim ve atasözlerine yer vermiş ve bu yönü ile edebiyatımızda öncü olmuştur. Şeyhî ve Ahmed Paşa’nın da kerem kasideleri ile Necâtî üzerinde etkisi görülür.
Kasidelerinde, mersiyelerinde ve gazellerinde kendine has buluşlar ve benzetmelerle dikkat çeken şair, yine on altıncı yüzyılın başında bir edebî topluluğun başı gibi görünür. Mihrî Hatun, Sehî Bey, Vâlihî, Tâli‘î, Sun‘î gibi şairler onu takip edenlerin başında gelirler. Ayrıca Şemsî-i Edvârî, Sâkî, Sûzî-i Nakşıbendî, Rızâî, Üsküplü Zârî de Necâtî’yi takip eden ve etkisinde kalıp şiirlerine nazireler yazan şairlerdir. Fuzûlî “gül” ve “hançer” kasidelerinin rediflerini Necâtî’den aldığı gibi, “gayrı” redifli tanınmış gazelinde vezin, redif ve kafiyeden başka, mazmun bakımından da Necâtî’nin etkisinde kalmış ve bir nazire yazmıştır. Necâtî, edebiyatımızda yer yer Bâkî, Âşık Ömer ve Nedîm’den XIX. yüzyılın önde gelen şairlerinden olan Osman Şems’e kadar etkisi uzanan bir şairdir. Sehî, İdris-i Bitlisî’nin tarihinde Necâtî’den “Hüsrev-i Rûm” diye bahsedilmiş olmasını özellikle belirtmiştir.
Şiirlerinde yaratılışından gelen bir samimilik ve tabiîlik bulunan Necâtî, manzumelerinde parıltılı, ışık dolu ve aydınlık kelimeleri seçer. Benzetmeler, tezatlar ve diğer edebî sanatlar ile bilerek seçtiği kelimeler Necâtî şiirinin gönülleri açan bir özellik kazanmasını sağlamıştır. Şiirine devrindeki hadiseleri de sokan şair, halk psikolojisine önem verir. Böylece yaşadığı hayattan yansımalar ve gözlemler, şiir olarak en güzel şekilde dile getirilir. “Mersiye-i Ester” adını verdiği katırın ölümü için yazdığı şiiri, onun hayata ve halka bağlı yönünü en iyi şekilde ortaya koymaktadır.
Necâtî’nin sevgiliyi çeşitli şekillerde, görünüş ve ruh hâli ile ele alışı dikkat çekicidir.
Şair, eski şiirin bütün mazmunlarını açık ve en güzel şekilde kullandığı gibi ifade yollarını daha da ileri götürür. Hareket bildiren fiilleri çok kullanan Necâtî’nin şiiri bu sebeple durgun değildir. Onun,
Bugün hüsnün zamânıdur öpül ömrüm kuçul cânum
Güzellik çünkü fânîdür öpül ömrüm kuçul cânum
beytiyle başlayan gazeli yanında, “döne döne” redifli şiiri gibi pek çok manzumeleri buna örnektir.
Necâtî’nin manzumelerinde yer verdiği soru cümleleri, hitapları ve öğütleri, üslubunun öne çıkan özellikleridir. Sözleri basit, kolay söylenebilir gibi görüns e de, Necâtî’nin şiirinde halk düşüncesine dayalı bir derinlik, millî kültüre bağlı bir genişlik ve hayattan aldığı bir canlılık vardır. Bu sebeple pek çok beyti sehl-i mümteni olarak karşımıza çıkar.
Varayım Ka‘be’ye derviş olayım yüz süreyim
Yâ Rab ol hüsn çerâgın bana yandur dimege
Şişe gögsin geçürür leblerün öpdükçe kadeh
Dili varmaz yüregüm dopdolu kandur dimege
beyitleri Necâtî’nin şiirinin güzelliğini, hayata bağlılığını, halkın dili, yaşayışı ve inancına yer verme durumunu, kıskançlığı, güzelliği, sevgiyi, tevazuyu, asıl istenenin Hak kapısında bulunacağını, sevgilinin güzelliğin çırası, mumu oluşu gibi pek çok unsuru, iki beyite basit bir görünüşle yerleştirip işlemenin hiç de kolay olmadığını gösterir.
Necâtî’nin şiirleri,
Râzun nihân ola mı Necâtî ki sözlerün
Meclisler içre okınur uş çeng ü ûd
ile beytinden de anlaşılacağı üzere, meclislerde, mûsikî eşliğinde çeng ve ud ile de söylenmektedir. Şairin rindane ve âşıkane konularda yazdığı gazellerinin öne çıkan özelliği, dilindeki sadelik ve tabiîlik, hayallerindeki incelik ve duygularınd aki içtenliktir.
Necâtî Bey’in tek eseri Divan’ıdır. Bu eser, Ali Nihad Tarlan’ın neşrine göre bir önsöz ile başlamaktadır. Bugünkü bilgilere göre, Batı Türk edebiyatında divanında dibace (=önsöz) yazan ilk şair de Necâtî’dir. Bu önsözün başında Allahı ve Peygamberi konu alan şiirler vardır. Necâtî Bey, Divan’ının bu kısmında, mesnevi nazım biçimi ile yazılmış şiirler bulunmaktadır. Bunlardan biri de II. Bayezid için yazılmış bir övgü şiiridir. Şair, bundan sonra kendisini, şiirini ve şiir görüşünü anlatır. Dibacenin sonunda ise, Peygamber ve Hz. Ali için yazılan na’tlar bulunur.
Necâtî, Divanı’nda ilk kasideyi Fatih için yazmıştır. Bundan sonra II. Bayezid, devrin vezirleri ve büyükleri ile Şehzade Mahmud için yazılan ve sayısı yirmi beşe yaklaşan kasideler gelir. Kasidelerden sonra ilki “Mersiye-i Ester” (Katır mersiyesi) adını taşıyan mersiyeler başlar. Necâtî’nin mersiyelerin in başında yer alan bu şiiri, edebiyatımızda bu yönü ile bir ilktir. Divan’ın bundan sonraki kısmında 4 terkib-i bend, 1 murabba, az sayıda da olsa, mesneviler, kıtalar yanında başka nazım şekillerinde yazdığı şiirleri de vardır. Müfretler de bunların içinde yer almaktadır. Necâtî Divanı’nda bulunan 650 gazel, Türk şiirinin on altıncı yüzyıla girerken ortaya çıkan en güzel örnekleridir. Bunlar arasında eski Türk edebî zevkini yansıtan musammat gazeller sadelik ve açıklık yanında hareketli ve güzellik yönü ile de dikkat çekerler.
Necâtî’nin bir gazeli (feèilâtün feèilâtün feèilâtün feèilün)
Dime kim yârda yok cevr ü cefâdan gayrı
Ne dilerseñ bulunur mihr ü vefâdan gayrı
(Sevgilide zulüm ve cefadan başka bir şey yoktur. (Ama) sevgi ve vefadan başka ne istersen bulunur.)
Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek
Bir avçu toprağ atar bâd-ı şabâdan gayrı
(Asıl beni ağlayın; zira ben ölünce üzerime bir avuç toprak atmak için sabâ rüzgarından başka gelen olmaz. (Saba gerçekten yerdeki tozları kaldırır, bunu sanki mezarına bir avuç toprak atarmış gibi gösteriyor).
Ne belâdur bu ki hâl ü hatuñ âşüfteleri
Çeke hecr âteşini bunca belâdan gayrı
(Bu ne beladır ki senin beninin ve yüzündeki ayva tüylerinin deli divane olan düşkünleri, bu kadar beladan başka ayrılık ateşini de çekerler.)
Düd-ı âhum ne aceb göklere dutsa yüzini
Aşıkuñ kimisi var ola hudâ’dan gayrı
(Âhımın dumanı yüzünü göklere tutsa şaşılmaz. (Zira) âşıkın Hüda’dan başka kimi vardır?)
Ne garaz eyleye uşşâh vişâlüñ var iken
Ne murâd idine bìmâr devâdan gayrı
(Âşıkların senin visâlin varken, başka ne amaçları olabilir? Hasta iyi olmaktan başka bir şey isteyebilir mi?)
Ol elif kâmetüñ ile gaşuña râ diyeli
Göñlümi egleyimez kimse buradan gayrı
(Senin elif (gibi düz olan) boyun ile kaşına “râ” diyeli, buradan (bu “râ” tevriyeli kullanılmış) başka gönlümü kimse eyleyemez. Sevgilinin kaşı, Arap alfabesinin “re” harfine benzetiliyor, boyu da eliftir).
Yüzine dutsa Necâtì ne aceb haclet elin
Nesi var yüze gelür dest-i duâdan gayrı
(Necâtî, utanma elini yüzüne tutsa şaşılmaz. Zirâ dua elinden başka yüze gelecek bir şeyi yok.)
Kaynak:
- Anadolu Üniversitesi-XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Bir yanıt yazın