Şemseddin Ahmed Sivâsî (Kara Şems) hazretleri
Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. Halvetiyye yolunun kolu olan Şemsiyye (Sivâsiyye)’nin kurucusudur. Babasının ismi Ebu’l-Berakat Muhammed’dir. Asıl ismi, Ahmed, künyesi Ebu’s-Sena, lakabı Şemseddin’dir. Kara Şems diye şöhret bulmuştur. 1519 (H. 926) senesinde Tokat’ın Zile ilçesinde doğdu. 1597 (H. 1006) senesinde Sivas’ta vefât etti. Sivas’ta Meydan Camii avlusunda medfûn olup, Kabri ziyâret edilmektedir.
Türk-İslam tarihindeki meşhur üç Şems’ten birisidir. Bunlardan birincisi Mevlâna Çelâleddin-i Rûmi’nin hocası olan Şems-i Tebrizi, ikincisi İstanbul’un fethinde Fatih Sultan Mehmed Hanın yanında bulunan Akşemseddin, üçüncüsü de III. Mehmed Han ile birlikte Eğri Seferine katılan Kara Şems’tır. Üçü de yüksek dereceler sahibidir.
KaraŞems yedi veya sekiz yaşındayken, Amasya’da bulunan Halvetiyye büyüklerinden Şeyh Hacı Hıdır’ın sohbetleriyle şereflenip elini öptü. Bu ziyareti talebelerinden Receb Efendi şöyle nakleder; Hocam Kara Şems anlattı:
-“Babam, Ebu’l-Berakat Muhammed Efendi, Amasya’daki Habib Karamâni hazretlerinin halifesi olan marifetler ve kerametler sâhibi Hacı Hıdır’ın talebelerindendi. Bu fakir yedi yaşındayken, babam anneme: “Oğlum Ahmed’i şeyhime götürmek istiyorum elbiselerinin yıka. Yolculuk için azık ve şeyhime götürebileceğim hediye hazırla” dedi. Hazırlık yapıldıktan sonra bir kış günü babamla Zile’den Amasya’ya vardık. Hacı Hıdır’ın huzuruyla şereflenip ellerini öptük. Hacı Hıdır: “Böyle kış günlerinde bu masumu ne diye getirdin?” buyurunca, babam da: “Nazarınıza muhatap olmak, şerefli sohbetinizden bereketlenmek ve hayır duanızı almak için getirdim” dedi. Bunun üzerine Hacı Hıdır hazretleri mübarek ellerini kaldırıp, benim yüzüme bakarak dua etti. Orada bulunanlar âmin dediler. Bu fakire gelen ihsanlar ve yükseklikler o duanın bereketiyledir. ”
Ziyaret bittikten sonra Zile’ye döndü. O beldenin âlimlerinden sarf ve nahv ile diğer ilimleri tahsil etti. Daha sonra Tokat’a gidip Arakiyecizâde Şemseddin Efendi’den ve diğer âlimlerden aklî ve naklî ilimleri öğrendi. Bu sırada gördüğü bir rüyayı şöyle anlatır:
-“Tokat’ta ilim tahsili ile meşgul olduğum sırada bir gece, rüyamda bir sahrada oturmuş ve etrafımı bir nur kaplamıştı. Etrafımda genç-ihtiyar birçok kimsenin döndüğünü gördüm. Bu rüyayı, rüya tabir etmekle mahir olan Köstekcizâde’ye anlattım. Ben rüyayı anlatınca, bana: “Nerelisin, kimin nesisin, nerede kalıyorsun ve ismin nedir? ” diye sordu. Ben de ayrıntılı olarak hâlimi ve kim olduğumu anlatınca, bana: “Sana müjdeler olsun ki, zâhırî ve batınî ilimlerde yüksek dereceye ulaşıp zamanının bir tânesi olacaksın. Her taraftan insanlar gelip senden feyz alıp, Allah’u teâlânin rızasına kavuşacaklar” diye tabir etti. Bu tabirde bildirilen hususlar yirmi sene sonra aynen meydana geldi”
Tokat’ta aklî ve naklî ilimleri tahsil edip yükseldikten sonra İstanbul’a gelip, Sahn-i semân medreselerinden birinde müderris olarak vazifelendirildi. Bir müddet ilim öğretip talebe yetiştirmekle meşgul oldu.
Bir gün zamanın kazaskerlerini ziyarete gitmişti. Müderrislere ve kadılara karşı kazaskerin tutumunu ve onların makam için düştükleri hâlleri beğenmedi. Çıktıktan sonra Fâtih Câmiine gitti. İki rekât namaz kılıp, huzurlu bir kalp ile Allahü teâlaya: “Yâ Rabbi! Bunların içinden beni kurtarıp, tasavvuf ehlinin yoluna dâhil eyle” diye dua etti. Kısa bir müddet sonra hacca gitti. Hac ibadetini yerine getirip Peygamber efendimizin mübarek kabrini ziyaret ettikten sonra, doğum yeri olan Zile’ye döndü. Orada ilim öğretip, insanlara Allahü teâlanın dinine ve Peygamber efendimizin güzel ahlakını anlatmaya başladı.
O sırada İbn-i Hisam’ın Kavâid-ül-İ’râb adli eserine Hail-ül-Me’âkid adlı şerhi yazdı. Fakat içinden ilahi aşkın ateşinin harareti her geçen gün biraz daha artıyor, Allahü teâlânin sevdiği bir veliye talebe olmak istiyordu.
Bu sırada Amasya’lı Şeyh Müslihuddîn Efendinin dergâhına gidip, onun sohbet ile şereflendi ve ona talebe oldu.
Kara Şems, hocası Amasya’la Müslihuddin Efendi’nin vefatından sonra, mübarek, velî bir zât bulup talebe olmak istedi. Tokat’taki zâhid ve muttaki, yüz yaş civarında bulunan Şeyh Mustafa Kırbâsi adında bir zâta gidip, talebe olmak istedi. O zât,
-“Sen gençsin, ben ise ihtiyar ve hastalıklıyım. Riyâzete (nefsin istediklerini yapmak) kuvvetim yoktur. Seni terbiye ile mesgûl olamam” dedi. Kara Şems:
-“O zaman benim halim ne olacak? Beni buraya terbiye etmeniz ve yetiştirmeniz için geldim” deyince,
-“Sen bu işten hâlis ve sadıkmısın?” diye sordu. Kara Şems:
-“Evet” cevabını verince, başını önüne eğip bir müddet bu halde kaldıktan sonra başını kaldırıp:
-“Altı aya kadar Allahü teâlâ, ya seni kâmil bir rehberin huzuruna gönderir veya böyle bir zâtı seni terbiye için gönderir” dedi ve Kara Şems’e hayır duâda bulundu.
Kara Şems bundan sonra tekrar Zile’ye dönüp, ilim öğretmekle meşgul oldu ve Muhtaşâr-i Menâr üzerine, Zubdet-ül Esrâr adlı bir şerh yazdı. İlim öğretmekle meşgulken, Tokat’a meşhur nahiv âlimi Şemseddin Efendi’yi ziyârete gitti. Şemseddin Efendi onu görünce:
-“Ben de senin gelmeni arzuluyordum. Çünkü sen akıllı, anlayışı ve kavranışı iyi birisin. Memleketimize Şirvan’dan velî bir zât geldi. Bizlere vâz ve nasihat ediyor. Anlattıkları okuyarak öğrenilecek akıl ve zekâ ile söylenilecek şeyler değil. Konuştukları Allahü teâlânin ihsanı ile bilgiler. Haydi onun yanına gidelim” dedi. Birlikte kalkıp gittiler. Böylece Abdülmecid-i Şirvâni’nin sohbetine ve mübârek ellerini öpme şerefine kavuştu. Abdülmecid Şirvâni sohbetinin sonuna doğru:
-“Ey Kara Şems! Benim, Allahü teâlânin emri ve sevgili Peygamber efendimizin işaretiyle kendi memleketimi, ailemi ve sevenlerimi terk edip, dağ ve beldeleri aşıp gelmem, sadece seni irşâd ve terbiye içindir” buyurdu.
Kara Şems bu âni şöyle anlatır:
-“Abdülmecid Şirvâni’nin bu sözünü duyunca, Şeyh Mustafa Kırbâsi’nin daha önce verdiği müjdeyi hatırladım, hesab ettim, tam altı ay geçmişti.” Kara Şems bu esnâda Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisi gitti. Allahü teâlâya hamd edip:
-“Aradığımı buldum” dedi.
Abdülmecid Şirvâni’nin sohbetine kabul edilişini şöyle anlatır:
-“O zâtın huzuruna varınca, bu fakirde istek ve arzu görüp: “Siz bu civardaki kasaba ve şehirlerin tanıdığı meshûr ve halk nazarında yüksek birisiniz. Böyleyken huzurumuzda zilleti ve dervişliği kâbul edersiniz. Halktan rağbet göremezsiniz. Bu duruma pişman olursunuz. Çünkü bu yol sıkıntılar ve meşakkatler yoludur” buyurunca:
“«Cânlar fedâ muhabbet-i cânâna şer değil,
Eshab-ı aşka terk-i şer etmek hüner değil»
Dedim.”
Bunun üzerine: “Sen sâdık bir talebesin. Biz de seni irşâd etmekle vazifeliyiz. Riyâzet ve mücahedeye tahammül edersen, az zamanda rizâ-i İlâhî’ye kavuşursun” buyurup:
«Yâra yol iki kademdir birisi çâna baş
Çünkü bu meydâna geldin merd isen merdâne baş»
Beytini okudu ve fakiri kabul buyurdu.”
EVLİYÂNİN KERÂMETİ
Kara Şems’ın vefatından sonra talebelerinden hal sâhibi Âma Mehmed Dede hocasının türbesini ziyâret ederken. “Acaba hocam benim şimdi türbesinde ayakta olduğumu, türbeye giren çıkanları bilir mi acaba?” diye düşündü. Bu sırada uykusu geldi ve kendine hâkim olamayıp, uyudu. Rüyasında hocasını gâyet nûrâni ve beyaz geniş bir elbise içinde gördü. Ona güler yüzle: “Gel bunları al” dedi ve eline bir miktar altın bıraktı. Sonra: “Dışarı çık! Biraz sonra ziyâret ve duâ için bizim çocuklar gelecek” buyurdu. Âma Mehmed Dede uyanınca türbeden dışarı çıktı. Orada bulunan yaşlı birisi ona: Kara Şems’ın çocuklarının, kabri ziyâret için geldiklerini haber verdi. Bunun üzerine, hocası hakkındaki düşüncesini düzeltmeye çalıştı ve hocasının böyle görünmekle daha hâlis itikadlı olmasını ve Allahü teâlânin izni ile uzaktan geleni bildiğini, kaldı ki yakında bulunanı daha kolay bileceğini anlatmak istediğini anladı.
Abdülmecid Şirvâni’nin hizmetinde bulunup sohbetinden istifade etti. Feyz alıp tasavvuf derecelerinde yükseldi. Dünya sevgisinden uzaklaşıp, hakikate yöneldi.
Şemseddin Sivâsi, Abdülmecid Şirvâni’den kısa zamanda feyz alıp, tasavvufun yüksek derecelerine kavuştu. Bir gün hocası, haber göndererek, yanına çağırdı. Hayır duâda bulunarak insanlara, Allahü teâlânin dinini ve sevgili Peygamber efendimizin güzel ahlâkini anlatmakla vazifelendirdi. Şöhreti her tarafta duyuldu. Devrin Sivas vâlisi Hasan Paşa, kendisini Sivas’a davet edip, yaptırdığı dergâha yerleştirdi. Aynı zamanda yaptırdığı câminin imâmliği da kendisine verildi. Orada ilim öğretti, insanlara vaaz ve nasihatle meşgul oldu.
Kara Şems 1590 (H. 999) senesinde hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i Mükerremeye gitti. Bu sırada talbelerinden Hacı Mustafa Efendi Mısır’daydı. Hocasının hacca gideceğini duyunca hem hac farîzasını yerine getirmek hem de hocasını ziyâret için Mekke’ye gitti. Mustafa Efendi Mekke’ye vardığında hocası teşrif etmemişti. Bir müddet sonra Kara Şems’ın geldiğini ısıtince, arkadaşı ile beraber karanlık bir gecede ziyâretine gitmek üzere kaldığı yerden ayrıldı. Yolda Yemenli bir satıcıya rastladı. Hocasına bir hediye almak istedi.
O sırada Kara Şems’ın kardeşi İsmâil Efendinin elinde bir mum ile geldiğini ve arkasında da bir cemaatin bulunduğunu gördü. Hocasının da aralarında olduğunu anladı. Edebinden bir kenara çekildi. Hocası yakınından geçerken, cemâattan ayrılıp Mustafa Efendi’nin yanına yaklaştı ve o karanlıkta elini basına koyup: “Sen Hacı Mustafa değil misin?“dedi. O da: “Evet efendim!” deyip elini öptü ve birlikte Harem-i şerife gitti.
Hayatının sonuna doğru, Sultan III. Mehmed Han’la birlikte Eğri seferine gitti.
Eğri seferiyle ilgili olarak talebelerinden Receb Efendi şöyle nakleder: Şemseddin Sivâsi bir gün bu fakiri odalarına çağırıp: “Din düşmanlarınn (hristiyanların), sınırlardaki müslümanlara baskı ve zulümleri haddinden fazla olmuş, tahammül edilemez hâle gelmiştir. İçimde onlara karşı sefere gitme arzusu belirdi” buyurdu. Bu sözü üzerine, ihtiyar olduklarını, zayıf, bünyelerinin sefere çıkmaya engel olacağını ve bu hususa dair padişahtan da herhangi bir haber gelmediğini söyledim.
Bunun üzerine:
“Bize işâret ve tenbih olundu ki: “Sefer hazırlıklarını tamamla! Fetih ve zafer senin için mukarrerdir” buyurdu. Ben de:
-“Şüphesiz ben sâdece hak dine boyun eğip, yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’a çevirdim ve ben O’na ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim” mealindeki En’âm süresinin 79. ayetini okudum. Bunun üzerine:
-“Bize müjde verildi ki yakında güçlü bir padişah gazâ edip, birçok fetihlerde bulunacak ve müminlerin kalbleri de sevinçle dolacaktır” buyurdu.”
Çok geçmeden III. Mehmed Han, Osmanlı padişahi oldu. Şemseddin Sivâsi hazretleri, altı deve, altı katır ve kendi için de bir at satın alıp sefer hazırlığını tamamladı. Sivas’ta medfun bulunan Gâzî Abdülvehhab’ın sancağını yanlarına alıp, Ayasofya yakınındaki Kapı Ağası dergâhında bulunan Koca Şeyh’e verdi. Bütün sefer hazırlıkları tamam olunca, mübarek bir günde her türlü erzak ve mühimmat hayvanlara yüklendi. Bütün şehir ahâlisi Şemseddin Sivâsi’yi uğurlamak üzere toplandı.
Beklerken bir kapıcıbaşı aceleyle gelip, pâdişahtan Eğri seferine katılmak üzere dâvet geldiğini belirten fermâni okudu. Bunun üzerine Şeyh Şemseddin Sivâsi hazretleri: “İşittik ve itaat ettik. Zâten biz iki senedir hazırlıydık. Bismillah, hemen gidelim” diye el kaldırıp duâ buyurdu. Oradaki topluluk düâya âmin deyip, göz yaşları arasında uğurladılar.
Uzun yolculuktan sonra Üsküdar’a geldiler. Henüz genç olan, Azîz Mâhmud Hudâyi onu karşılayıp, ellerini öptü. Şeyh Şemseddin Sivâsi, Mahmud Hüdayı’ye:
-“Oğlum size yeğânesiniz (bir talebesiniz). Bugünden sonra fazlalaşırsınız” diye dua edip, ileride çok büyük bir veli olacağını müjdeledi. O gece sabaha kadar birlikte sohbet ettiler. Sohbet esnasında Azîz Mâhmud Hudâyi:
-“Yaşınız seksene ulaşmış, vücudunuz da zayıftır. Kendinize eziyet etmeseniz, çünkü her an nefsiniz ile büyük cihaddasınız” diyerek seferden alıkoymak istedi. Bu sözüne cevaben:
-“Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın bütün emirlerine uymak lâzımdır. Büyük cihadı yaptık (Nefis ile cihad, M.K.). Ancak küçük cihad kalmıştı. Bu emirlerine ihtiyar olarak uymak isteriz” buyurdu.
Düşmanlıktan sonraki muhabbet
Şeyh Şemseddin Sivâsi hazretlerini, vâz ve nasihat etmesi için civar köy ve kasabada halkı dâvet ederlerdi. Bir talebesiyle dâvete icabet edip giderken bir köyde konakladı. O köy halkı, hazreti Ali’yi sevdiğini iddia ederek, sevgili Peygamber efendimizin seçilmiş Eshâb-i kırâmı hakkında kötü sözler söylüyorlardı. Kendilerine ve hayvanlarına paralarıyla yiyecek bir şeyler almak istediklerinde vermedikleri gibi, onları zulüm ve işkenceye öldürmek istediler. O zaman Şemseddin Sivâsi hazretleri, iki rekât namaz kılıp, Allahü teâlâya dua etti.
Aradan fazla zaman geçmeden, köyün ileri gelenleri ve kalabalık bir topluluk türlü türlü yiyecekler ve hediyelerle geldiler. Taacub edip:
“Önce siz bize yemek vermeyip öldürmek istediğiniz halde bu muhabbet ve sevgi nedir?” diye sorulduğunda:
-“Biz de bilmeyiz ne hal oldu. Kalbimize, şu azizin muhabbet ve sevgisi yerleşti. Mümkün olsa canımızı bile feda etmeyi isteriz” diye cevap verdiler. Sonra talebesi, Şemseddin Sivâsi hazretlerine:
-“Sultanım, düşmanlıktan sonra bu muhabbet nedir?“diye sordu. Tesbihini gösterdi. Onlar bu şekilde muhabbet ederken o topluluğun reisi geldi:
-“Sultanım küçük kızım var. Bazen sara tutar. Günlerce halden kurtulamaz, kurtulunca da da kendini bilmez. Söylenen sözleri anlamaz. Başka evladım da yok. Huzurunuza getireyim de hayır dua buyurun. Zira bana:
-“Kara Şems’ın dergahından ne isterseniz geri çevrilmez” diye bildirildi”. O da bir an önce getirmesini isteyince adamcağız kızını bir hayvana bindirip getirdi ve bir ölü gibi Şemseddin Sivâsi hazretlerinin huzuruna koydu. Hazret-i Şeyh bir müddet teveccüh buyurup:
-“Fatiha” dediğinde, kızcağız sıçrayıp ayağa kalktı. Sevinerek evlerine döndü. Nakledilir ki: O hastalık bir daha gelmedi. Aklı başına iffetli bir hatun oldu.
Bu kerâmeti gören köy halkı, Eshâb-i kırâm hakkındaki kötü düşüncelerinden vaz geçip. tövbe ettiler. Hepsi, Şeyh Şemseddin Sivâsi’nin sevenleri ve talebeleri oldu.
Üsküdar’da üç gün kaldıktan sonra, dördüncü gün, padişah tarafından gönderilen bir kadırga ile İstanbul’a geçip, Ayasofya yakınında bir yere yerleştirildi. Daha sonra Sinan Paşa köşküne, padişah Sultan III. Mehmed Han tarafından davet edildi. Uzun müddet sohbettte bulundular. Bu sohbette Şeyhülislam Sâdeddin Efendi de hazır bulundu.
Sohbet esnasında padişah, Şemseddin Sivâsi’ye:
-“Tarafımızdan sizi sefere davet etmek üzere gönderilen kapıcıbaşımız sizi yola çıkmak üzere hazır bulmuş Hazırlıklı olduğunuza göre, bu işin sonunda ne olacağını bilirsiniz. O halde bizi müjde işaretinizle sevindirip, neticeden haber vermenizi isteriz” dedi. Bunun üzerine Şemseddin Sivâsi:
-“Hadis-i şerifte «Amellerin en faziletlisi, mü’minleri sevindirmektir» buyruldu. Malumunuz ola ki Eğri Zaferi biraz zahmet çektikten sonra müyesser olacak. Düşman yenik ve perisân olacaktır. Hatırınızı hoş tutun” müjdesini verdi.
Şemseddin Sivâsi hazretlerinin bu cevabına sevinen padişah, kendi üzerindeki samur kürkü ona giydirdi. Ayrıca kapıcılar kethudaşı Mehmed Ağa vasıtasıyla, iki yüz altın sikke, dervişlerine de yüz altın sikke ihsan edip:
-“Bunlar helal malımızdır. Kabul buyurursunlar” dedi. Şeyh Şemseddin Sivâsi hazretleri: -“Allahü teâlânin emri üzere kimseye sû-i zan etmemeli, hüsn-i zan’da bulunmalıdır. Kimseyi araştırmak ve teftiş etmeke vazifeli değiliz. Tasavvufta da her geleni Allahü teâlâdan gelmiş bilip, hediyeleri ve ihsânları kabul etmek gerekir” buyurdu.
Birkaç gün sonra İstanbul’da kaldıktan sonra padişah ve orduyla birlikte yola çıkıp, Eğri kalesi önlerine ulaştılar. Kale kolay fethedilip, harap olan şeyler tamir edildi. Ancak asıl düşman askerlerinin, kale yakınlarında bir başka yerde olduğu öğrenilince, ordugâh, düşmanın karşısına nakledildi.
Rivayet edilir ki yedi yüz bin kişilik bir orduydu. İslam ordusuyla küffar ordusu karşılaştı. İslam ordusunda bozgun ve fırâr baş gösterdi. Padişah III. Mehmed Han, yerinden hareket etmeyip:
-“Ey Rabbimiz! Üzerimize bol bol sabır dök. Ayaklarımıza kuvvet ve sebat ver, bizi kafirler kavmı üzerine muzaffer kıl” melaindeki Bakar süresi iki yüz ellinci ayet-i kerimesini okudu. Padişahın yanında şeyhülislam, kazaskerler, şeyhler ve bazı vazifeliler haricinde kimse kalmadı. Hazine ve cephanelik düşman tarafından zaptedildi. Bu firar ve bozgun üzerine her şeyin bittiğini zanneden padişah, Şemseddin Sivâsi hazretlerini çağırıp:
-“Söylediklerinizin tersi vâki oldu” deyince, Şemseddin Sivâsi:
-“Padişahım söylediklerimiz doğrudur. Kafirin hezimete uğramasına yarım saat kalmıştır. Şu anda bir kuvvet sahibi tasarruf için ortaya çıkmak üzeredir. Bu an fethin başlangıç anıdır. Hatırınızı hoş tutunuz” diye cevap verdi.
Gerçekten de çok geçmeden, Şemseddin Sivâsi hazretlerinin târif ettiği şekilde bir zât ortaya çıktı. Bunu gören şeyh, hemen padişahın huzuruna çıkarak:
-“Fethin vaktidir” diye müjdeledi. Ortaya çıkan zat, dağılan ordunun önüne düşüp:
-“Ey mü’minler ! Nerede İslam gayreti? Nerede peygamber efendimizin gayreti? Nerede cömertlerin cömerdi sultan gayreti?” diye nida edip:
-“Şehit olmak, dinini yüceltmek isteyen kimse yanıma gelsin” buyurdu. Bu sırada yanına birkaç bin kişi toplanıp, birlikte düşman hücum ettiler. Bu durumu gören düşman neye uğradığını şaşırdı. Durumu haber alan firari askerler dönüp düşmana saldırdılar. Nihayet düşman bozguna uğratılıp, kesin zafer elde edildi.
Daha sonra o zatın kim olduğu Şemseddin Sivâsi’ye sorulunca, Hızır aleyhisselam olduğu haber verdi.
Şeyh Şemseddin Sivâsi hazretleri zaferi müjdelemek üzere padişahın huzuruna çıktı ve aralarında şu konuşma geçti:
Padişah: “Buyurun ey gönlümün sultanı” dedi
Şemseddin Sivâsi: “Vaadini yerine getiren, kuluna yardım eden ve kafirleri hezimete uğratan Allah’a hamd olsun. Ey benim padişahım! Eğer dinlerseniz birkaç kelime nasihat etmek isterim” deyince
Padişah: “Ey insanlar hakkı tavsiye eden üstâdim ! Buyurun. Hak olan sözü dinlerim” dedi.
Şemseddin Sivâsi:
-“Ey benim padişahım! Yeryüzünde Allahü teâlânin halifesi olanların niyetleri; Allahü teâlânin rızasını kazanmak olup, dayandıkları ve güvendikleri, Allahü teâlâ olması gerekir. Savaşta askerlerin çokluğuna güvenmeyip, kuvvet ve kudret sahibi Allahü teâlâya tevekkül etmek gerekir. Ayeti kerimelerde mealen: “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal, 60) ve
-“71. Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın yahut (gerektiğinde) topyekûn savaşın. ” (Nisa, 71) emredildiği üzere, savaş için gerekli hazırlıklar yapılmalı. Ancak buna güvenmeyip Allahü teâlâya tevekkül ve itimad etmelidir. Eğer Allahü teâlâya güvenmeyip askere ve cephaneye güvenilir ise, hezimet, yenilgi zühür eder. Kalbden Cenab-ı Hakk’a tam tevekkül edip, hâlis kalb ile yönelebilirsen, zafer muyesser ve mukadder olur. Bizden hüznü gideren Allah’a hamd olsun.
Ey padişahım! Bilesin ki, deden Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un fethine niyetlenince, Akşemseddin’in refâkatı ve duası bereketiyle fetih muyesser oldu. Akşemseddin hazretleri: –“Ey padişahım! Büyük fethin şükran ifadesi olarak nice cami, mescid, medrese ve hamamlar inşaa etmek gerekir” buyurmuştu. Bunu üzerine Fatih Sultan Mehmed Hanın da, nice hayır ve hasenât yapmış olduğu mâlumunuzdur. Aynı şekilde, sizin de isminiz Sultan Mehmed, duâçiniz hakirin, dahi ismi Şemseddin’dir. Bu güzel fethin şükrânesi olarak zatınız dahi, reâya (halk) ve fukarâ üzerinden sıkıntıyı kaldırıp, İslam askerine ihsanlarda bulunup, her makam dindar, adaletli ve doğru kimseler tâyin etmeniz gerekir” buyurdu.
Bu nasihatten can kulağıyla dinleyen padişah III. Mehmed Han, şu cevabı verdi: “Bin can ile kabül ettim ve nasihatinize fazlasıyla riayet edeceğim”
Padişah, ordusuyla birlikte İstanbul’a döndüğünde, Şemseddin Sivâsi’nin İstanbul’da kalmasını ısrarla riçâ ettiyse de kabul ettiremedi. Şemseddin Sivâsi ihtiyarlığının yanında, seferin şiddetinden ve kışın aşırı soğuğundan hayli yorgun ve zayıf düşmüştü. Hayatının son anlarını yaşadığını anladığından, ruhunu ailesinin ve sevenlerinin yanından teslim etmek istediğini belirterek izin istedi. Sivas’a döndü. Gelişinden kısa bir müddet sonra, amcazâdesi ve damadı olan Receb Efendi’yi vazifesine tayin etti. Şemseddin Sivâsi vefatlarına yakın, talebelerini odasına çağırdı. Onlarla birlikte bir saat kadar Allahü teâlânin zikri ile meşgul olduktan sonra, duâ edip, ruhunu teslim etti.
Veliler, âlimler, salih kimseler, devlet adamları cenazesinde hazır bulundu. Cenazesi göz yaşları arasında:
-“Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibiydi” denilerek musallaya konuldu. Cenaze namazında, altmış binden fazla kişi olduğu rivayet edilir. Namazını amcazâdesi ve damadı Receb Efendi kıldırdı. Sağlığındayken vasiyet ettiği gibi, Meydan Caminin bahçesine defnedildi. Daha sonra kabrinin üzerine beyaz bir kubbe yaptırıldı. Hâlen ziyaretgâhtır. Şehir ahalisine şiddetli bir sıkıntı olduğu zaman kabrini ziyaret duâ ederler. Allahü teâlânin izniyle o sıkıntıdan kurtulurlar.
Şeyh Şemseddin Ahmed Sivâsi hazretleri, zâhırı ve bâtını ilimlerde yüksek, ilim ve irfân sahibi, bütün güzel huylarla ahlaklanmış, fâziletli bir zattı. Tasavvufta Halvetiyye yoluna mensuptu. Şemsiyye kolunun kurucusudur.
Kara Şems, yumuşak huylu, cömert, güler yüzlüydü. Fakirlerin yardımcısı, zayıfların, dulların, yetimlerin sığınağıydı. Eli açık, vermesi böldü. Mütevâzı, alçak gönüllü olup, büyüklere hürmet, küçüklere şefkat ve merhametle davranırdı. Özür dileyenlerin özrünü kabul ederdi. Kerâmetleri vefatından sonra da devam etti.
Müderris Mevlâna Ahmed Efendiyi suçsuz olduğu halde birisi tohret altında tutuyordu. Bir gün bu yüzden gâyet üzgün olarak uyudu. Rüyasında Kara Şems’i bir hayvana binmiş gelirken gördü. Elini öpüp:
-“Efendim! Suçum olmadığı halde bir zâlim beni yakaladı. Yardımınızı istiyorum” dedi. O da:
-“Yardım Allahü teâlâdandir. Üzülme Allahü teâlâ sıkıntını giderir. Şu kelimelerle meşgul ol: «Yâ Azîze’l-meni’ el gâlib alâ emrih1i fedâ şey’e yuâdiluhu»” buyurdu. Uyandığında bu kelimeler hatırındaydı. Bunları bin kere söyledi. Allahü teâlâ onu, o şahsın elinden kurtardı.
Cemelzâde diye meşhur Ahmed Çelebi, küçüklüğünden beri Kara Şems’ın sevdiklerindendi. Kara Şems’ın vefatından iki sene sonra bir gece rüyasında onu gördü. Kara Şems paçalarını sıvamış halde süratle geldi. Yaklaşınca selam verdi. Ahmed Çelebi:
-“Efendim, niçin böyle acele ediyorsunuz?” diye sorunca:
-“İşitmedin mi, hocan Pir Muhammed vefat etti” dedi ve gözlerinden yaşlar akarak:
-“Beni takib et de teçhiz, tekfin işleri nasıl oluyor, bir öğrenelim?” dedi. Hasan Paşa’nın yaptırdığı camiinin yanına vardıklarında Ahmed Çelebi uyandı. Vücudu titriyordu. Sabah olunca, Pir Muhammed’in yanına gitti. Onu hayatta ve sıhhatte görünce, Allahü teâlâya hamdetti. Fakat o gün kuşluk vakti Pir Muhammed rahatsızlandı. Yedi gün sonra da vefat etti.
Anadolu’da yetişen evliyanın büyüklerinden olup gönüllere taht kurmuş olana zamâninin bir tanesi olan Şemseddin Sivâsi hazretleri, zâhırı ve bâtını ilimlerde yüksek derece sahibiydi. Çeşitli ilimlere dair manzum ve mensur (neşir) yazdığı kırka yakın eseri vardır. Farsça ve Arapçadan tercüme yapılmıştır. Eserleri iki ana grupta toplanabilir.
A) Manzum eserleri:
- Divan-ı İlahiyat
- El-Fesayıh fi Tercemet-il-Levâyih (Tasavvufi bir eserdir)
- Hest Behist
- Gülsenâbad (Çiçeklerin karşılıklı konuşmalarıyla ilgili bir eserdir)
- İbret-numâ
- İrşâd-ül-Avvâm
- Kitâb-ül-Hiyaz mın Sevbi Gamâm-ül-Feyyaz
- Menâkib-i İmam-ı Azam
- Menâsık-ı Hac (Hac için gerekli bilgileri ihtiva eder)
- Mir’at-ül-Ahlak ve Muşevvık-ül-Esvak
- Mir’at-ül-Esvak
- Mevlid-i Nebî
- Süleymân-nâme
- Terceme-i İlâhi-nâme-i Şeyh Attâr
- Terceme-i Mantık-ut-Tayr-i Şeyh Attâr
- Terceme-i Pend-nâme-i Şeyh Attâr
- Terceme-i Kaside- Burde’dir
B) Mensur (Neşir) eserler:
- Cila-i Uyûnul-Arâiş-ül-Mühadara
- Dairet-ül-Usûl
- Dürer-ül Akaid (Ehl-i Sünnet itikadını açıklayan bir eserdir)
- El-Câmı-un-Nüfus
- Hüccet-i İlâhiyye
- Kıssa-i Mûsâ ve Hızır
- Letâyif-ül-Âyat ve Nüküs-ül-Beyyinat
- Meclis
- Menakib-i Cehar-ı Yâr-i Güzin (Sevgili Peygamberimizin dört halifesini anlatır. {Bedir yayınevi’nde basılmıştır, M.K.})
- Menakib-i Numan
- Menazil-ül-Arifin
- Nakd-ül-Hâtır
- Risâlet-i Emr-ı İlahi
- Risâlet-ut-Te’vil
- Şerh-i Gazeliyyat-ı Murad Han-ı Sâlis
- Şerh-i Kavâid-ül-İ’rab il İbn-i Hisam
- Şerh-i Kelimetu Kümeyl İbn-i Ziyad
- Şerh-i Muhtasa-ül-Menâr
- Umdet-ül-Edib fit-Teallumi vet-Te’dib (Farca gramer kitabıdır)
Şiirlerinde Şemsî mahlasını kullanan Şemseddin Sivâsi hazretleri divânındaki kıymetli şiirlerinde, dünyanın fâniliğini, Allah adamına talebe olmayı, Peygamber efendimizin sünnetine sıkıca sarılmayı, ilâhi aşkı ve şükrü anlatır.
Divânından seçme:
Nat-ı Şerif
Kapına geldi âsiler,
Şefâat Ya Resûlallah !
Suçunu bildi kâsiler,
Şefâat Ya Resûlallah !
Ne ettim ise ben ettim.
Yanıldım nefse zulm ettim,
Henüz suçum bilip geldim.
Şefâat Ya Resûlallah !
Ne ilmim var ne amelim,
Perişan cümle ahvâlim,
Vesveseyle dolu bâlim,
Şefâat Ya Resûlallah !
Bu Şemsî abd-i âbıktır,
Ne etsen ona lâyıkdir,
Veli yoldunda sadıktır,
Şefâat Ya Resûlallah !
Kaynak:
- Evliyâlar ansiklopedisi
- Hazırlayan: Muhammed Faruk
Bir yanıt yazın