Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı

Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı

Fatih’te Millet Kütüphanesi’nin bitişiğindeki Ahmet Emin Efendi Sokağından Kıztaşı’ na doğru inerek ve Sa-rıgüzel’e doğru ilerleyerek Sari Nasuh sokağına vardınız mı, Fatih yangınında kül olan ve bu gün meçhul bir şahıs tarafından ekildiği göze çarpan bir arsa ile karşılaşırsınız . Mehmed Akif’in doğduğu ev, burada idi. Bu ev Akif’in annesi Emine Şerife Hanım’a aitti, Hala da Akif’in veresesi ile hemşiresi Nuriye Hanımın’ın uh desindedir.

Mehmed Akifin Validesi

Akif’in doğduğu sırada bu ev yedi sekiz odalı, beşyüz arşın bahçeli bir konakcıktı ve bu konakcık, Akif’in annesine, ilk kocası Şirvan’li Derviş Efendi’den kalmıştı.

Akif’in annesi Emine Şerife Hanım aslen Buhara’lıdır. Bizzat Akif’in ona dair verdiği malumata göre bundan bir buçuk asir kadar evvel Hekim Haci Baba isminde bin, Buhara’dan Anadolu’ya gelerek, Boyabat’ta evlenmis, sonra karısını alıpTokat’a gitmis ve orada yerlesmisti. Akif’in anneannesi, bu ana babadan Tokat’ta dünyaya gelmişti. Akif’in anneannesi, evlenme çağına gelince Buhara’dan gelen tacir Mehmed Efendi’ ye varmış ve annesi bu izdivacın mahsülü olmuştu.Akif’in annesi, hem baba tarafından, hem ana tarafından Buharalı’dır Fakat kendisi Anadolu’da doğmuş ve büyümüş- tür. Akif’in annesi, Tokat’ta yetiştikten sonra Şirvan’lılardan Derviş Efendi ile evlenmiş, sonra ko- casıyla birlikte Amasya’ya, daha sonra İstanbul’a gelerek Sarıgüzel’deki evine yerleşmişti.

Şerife Hanım’ın Derviş Efendi’den iki erkek, bir kız çocuğu doğduysa da, erkeklerin vefatından sonra babaları da rahmet-i Hakk’a kavuşmuş ve Şerife Hanım genç yaşta dul kalmıştı.Akif’in baba sı, Mehmed Tahir Efendi, bu sıralarda ona talip olmuş ve onunla evlenmişti.EmineŞerife Hanım tam manasıyle, Islam Türk kadını idi. Sağlam bünyeli, sağlam seciyeli, anlayışlı, tecrübeli ve derin görüş lü bir kadındı. İtikadı bütün bir Müslümandı. Beş vakit namazını ihmal etmez, ibadetlerin den haz duyar, itikatlarini yaşar, feragat ruhunu canlandırır, iyilik etmekten, iyilik etmek için koşmaktan bahti yarlık duyar, ince hisli, yüksek ruhlu bir insandı.

Emine Şerife Hanım İpek’li Tahir Efendi ile evlendikten sonra, ilk kocasının son yadigarı olan kızını da kaybetmiş, fakat Şerife Hanım bu acıya da tahammül ettikten sonra, Akif’i doğurmuş, bu oğlu nun doğması ona en büyük teselliyi vermiş ve geçen matemlerini unutturmuştu

Mehmed Akifin Babası

Akif’in babası Mehmed Tahir Efendi, Fatih dersiasamlarındandı. Kendisi Ipek’in Şusişe köyündendi ve Nureddin Ağa’nın oğlu idi. Tahir Efendi, Ipek’te biraz okumuş, sonra İstanbul’a gelmiş, Yozgat’lı Mahmut Efendi’den ders görmüş ve icazet almıştı. Onun Şerif Efendi’den mücaz olduğunu da, eski Diyanet İşleri Reisi Profesör Şerafeddin Yaltkaya söylemişti.Yani İpek’in köylüsü,ve Akif’in (ASIM) adlı eserinde, Köse İmam’ın Mübalağalı diliyle anlattığı vechile, (ümmi, yarıvahsi adamın oğlu, kendi sa’yü gayretiyle, kendi sebat ve ikdamıyle büyük bir gayeyi gerçekleştirmişti: Çünkü 0 zamanın telakkisine göre ilim Fatih’te idi ve Fatih müderrislerinden olmak,gıptaya değer bir gaye idi.İlim, Fatih’ ten öteye, mesela şehzadebaşı’na veya Beyazıd’a inmeye tenezzül etmezdi. Buralara ancak ilmin serpintileri varolabilirdi. İlmin asılkaynağı ise Fatih’te idi. Bu telakkiyi göz önünde tutacak olursak, Ipek’in köylüsü ünmi, yarı vahşi bir adamın oğlu olarak İstanbul’a gelen, hiçbir hamisi bulunmayan ve yalnız kendi emeğine, kendi gücünene ve kendi seciyesine güvenen Tahir Efendi’nin Fatih Mü derrisliğine yükseldiği günü, hayatının en bahtiyar günü saymak icap eder Çünkü Ipek’in köylüsü, verese-i enbiya (nebilerin varisi) makamına ermiş ve köyünden çıktığı gün tasarladığı gayeye var mıştı. Kuvvetli bir adam olduğu muhakkaktı.

Tahir Efendi’nin arkadasları arasında şöhreti, onun seciyesi hakkında bize mühim bir ipucu veriyor cünkü aynı adı taşıyan Tahir’lerden ayırt edilmek için Temiz Tahir Efendi)) diye anılıyordu. Demek ki tahsil için medresede geçirdiği seneler sırasında temizlik ile temayüz etmişti. Medrese hayatında temizlik ile temayüz etmek ise kolay bir iş değildi. Çünkü bu temizliği, bizzat temin etmek ve onun icap ettirdiği bütün zahmetlere doğrudan doğruya katlanmak zarureti vardı. Üstünü başını yıkamak, velhasıl temizliği bütün zahmetlerine katlanmak lazımdı. Tahir Efendi, bunların hepsini yaptı işin arkadaşları arasında temizliğiyle temayüz etmis ve sonuna kadar Temiz Tahir Efendi diye tanınmıştır. Ihtimal ki, onun Emine Serife Hanımla evlenmesini kolaylaştıran en bellibaşlı sebeb bu adın dan kazandığı söhrettir.Çünkü Emine Serife Hanım da her inanışıyla temiz bir kadındı ve karı koca her bakımdan birbirlerine denktiler.

AKİF’İN DOĞUMU:

Tahir Efendi ile Şerife Hanımın evlenmelerinin ilk semeresi, Mehmed Akif’ti. Akif Hicretin 1290 (1873) yılında, şevval ayında demin tarif ettiğimiz evde doğdu. Babası, ebced hesabıyle Ragiyf ismini vermistir.Ev ve mahalle halkı bu ismi anlayamamış ve onu Akif’e çevirmiştir. Yalnız Akif’in babası onu ((Rağıyf)) diye çağırmaya devam etmiştir.

AKİF’İN TAHSİLİ:

Merhum Akif, tahsil hayatı hakkında şu malumatı veriyor:

Ilk tahsile Emir Burhan mahalle mektebinde ve dört yaşmda başladım. Hocamı şahsen hatırlarım; fakat ismini hatırlyamıyorum. Burada iki sene kadar bulundum.Fatih’te muvakkithanenin yanıbaşındaki iptidai mektepte ilk tahsile devam ettim. Bu mektep, Maarif Nezaretine bağlı bir mektepti. Birçok hocaları vardı. Hem bu mektebe gidiyordum, hem de pederim bana yavas, yavaş Arapça okutuyordu. Bu mektebe sene devam ettim.(Rüşdiye mektebim, Fatih’te Otlaklı Yokuşunda bulunan Fatih Merkez Rüşdiyesi’dir) Buradaki muallimlerinden hatırladıklarım, başmuallim Hoca Süleyman Efendi, ikinci muallim Mustafa Efendi, üçüncü’ muallim Hafız Osman Efendi. Diğer hocalar seyyar idiler. Bu seyyar hocalarin en mühimi, son sınıfta kendisinden Türkçe okuduğum Hoca Kadri Efendi’dir. Hoca Kadri Efendi, Abdühamit devrinin hürriyetperver şahsiyetlerindendir. 0 devirde evvela” Mısır’a kaçtı. Orada Kananu Esasi gazetesini cıkardı. Sonra Paris’e gitti. Paris’te Harbi Umumi ortalarına kadar yaşadı. İlmen ve ahlakan cok yüksek bir zattı. Aslen Hersek’lidir. İngiliz Kerim Efendi’den, Hoca Tahir Efendi’den okumuş; Arapçası, Farsçası çok kuvvetliydi. Fransızca da öğrenmis, Paris’te ilerletmisti. Bu zat lisan itibariyle üzerimde çok müessir oldu. 0 kadar yüksek bir adamın alelade bir nasihati bile tesir yapar.

Rüşdiye tahsiline devam ederken babamndan yine Arapça okuyordum ve iyice ilerlemiştim. Seviyem, mektep programından cok yüksekti. Babam, o zamanın usulünü ve kitaplarını takip ediyordu. Mektepte okunan Farisi ile iktifa edemezdim. Fatih Caminde ikindiden sonra Hafız Divanı gibi, Mesnevi gibi muhalledatı okutan Esad Dede’ye devam ederdim. Rüşdiye tahsilinde zaten en çok lisan derslerine temayülum vardı. Dört lisanda (Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca) birinci idim ve şiiri cok severdim. okuduğum şiir kitabi Fuzuli’nin Leyla” ve Mecnun’ u dur Babam, bu temayülüme ses çıkarmazdı.

Rüştiyeyi bitirince, pederim, meslek ve mektep tercihini bana bıraktı. Ben de 0 zaman parlak bir mektep olan Mülkiye’yi tercih ettim. 0 vakit Rüşdiye’den Maliye ‘ye talebe alınırdı, fakat benim Rüş diye’den çıktığım sene Mülkiye teşkilatı ta dahil olundu. Beş senelik tahsil ikiye ayrıldı.Üç senelik idadi, Iki ahi senelik kısım. Rüşdiye’den çıkınca bu teşkila’ta gö’re Mülkiye’nin idadi kısmına girdim. Üç sene sonra şeha”detname aldım. Ahi kısmına geçtim. Ahi kısmın birinci sınıfına devam ederken pederimin vefati, sonra yegane varlığımız olan evimizin yangını üzerine zaruret içinde kalmıştım. Iki sene sebat edip Mülkiye’yi’ bitirmek kabildi. Lakin 0 aralık mezunlara ya bir vazife verilemiyor, yahut onları gayet cüz’i bir maaşla istihdam ediyorlardı.Bu sırada, ilk defa olarak Mulkiye Baytar (Veteriner) Mek-tebi ihdas olundu. Birkaç arkadaş Bu mektep yenidir, çıkanlara memuriyet verecekler diye Mülkiye’yi terk ettik, yeni mektebe girdik. 0 zaman Baytar Mektebi iki sene gündüz, iki sene gece ci olmak üzere dört senelikti. Biz gündüz kısmını bitirince Halkalı’ dan leyli kısmına geçtik Baytar Mektebi’nde yine en cok lisan derslerinde iyi idim şiirle iştigalim Baytar Mektebi’nin son iki senesinde hızlandı. çok manzum parçalar yazdım.Sonra bunlann hepsini imha ettim. Alakamı artırmak için orta ve yüksek tahlisilde yeni bir müessir çıkmnamış; eski temayülüm inkişaf etmiştir. Baytar Mektebi’nde hocalarımızın coğu doktordu. Bunlar hem mesleklerinde yüksek, hem dini satabet erbabı idiler. Bunların telkinleride dini terbiyem üzerinde müessir olmuştur. Iclerinde bakteriyoloji muallimi Rıfat Hüsameddin Paşa gibi kıymetli hocalarımız vardı. Baytar Mektebi’ni birincilikle bitirdim.

MEMURİYET HAYATI

Akif, memuriyet hayatina girişini şu şekilde anlatıyor.

Mektepten çıkıncaca, beni ve benden sonra gelen ikinciyi – ki Simon Efendi isminde bir Ermeni genciydi Ziraat Nezareti Umur-u Baytariye Şubesinde alıkoydular, yedi yüz elli kuruşluk bir memuriyete tayin ettiler. Vazife merkezi Nezaret olmakla beraber, dört sene kadar Rumeli’de, Anadolu’da, Arabistan’da sari hayvan hastalıkları işi üzerinde hayli dolaştım. Köylü ile de bu müddet zarfında gayet sıkı temas ettim.Akif, memuriyet dolayısıyle, Rumeli’de dolaştığı sırada Ipekteki akrabasıyle temas etmek üzere bu taraflara uğradı ve amcalarından birkaçını buldu. Bunlar onu izaz etmişler ve amca oğullarından Fazil Efendi namında biri istanbul’a gelerek medreseye yerleŞmek istediğinden, Akif, Istanbul’a döndükten sonra onu getirtmiş ve medreseye yerlestirmişti.Akif’in memuriyet hayati 1893 ten başlar ve 1913 tarihine kadar devam eder. 1913 te memuriyetinden istifa ettiği zaman, Umur-u Baytariye Müdür Muavini)> idi. Bir taraftan da Halkalı Ziraat Mektebü’nde kitabet ve Darulfünun (üniversite) de edebiyat dersleri veriyordu Balkan Harbinden sonra Ziraat Nezaretindeki memuriyetinden ve Darülfünun’dan istifa etmiş, yalnız Halkalı’daki vazifesine devam etmişti.

EVLENMESİ

Akif, 1314 senesinde Ismet Hanım’la evlendi. Ismet Hanım Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Beyin ve Hamdi Efendi kizi Hasibe Hanımın kızıdır. Mehmed Emin Bey, hali vakti yerinde. kibar ve değerli bir adamdı. Hırka-i şerif’teki konağı Veznedar Konağı diye maruftu. Akif’le Ismet Hanımın düğünleri bu konakta yapılmış, karı koca bu konakta bir ay kadar yaşamışlar, daha sonra kendi evlerine, yani Emine Serife Hanım’ın, yangından sonra muceddeden inşa olunan evine geçmisler ve izdivaclarının ilk yılında birinci çocukları olan Cemile doğmuştu.İsmet Hanım, tam manasıyla kibar bir istanbul kızıydı. Alımlı, derin duygulu, ince ruhlu, zeki ve görgülü bir kadındı Akif’le evlendikten ve cocukları doğduktan sonra, Şerife Hanımın küçük evi aileye dar geldiğinden, karı koca bu evden ayrılmak zorunda kalmışlar ve İstanbul’un muhtelif semtlerinde ikamet etmişlerdir. Merhum Akif, İstanbul’da ikamet etmediğim bir semnt kalmadı diyerek sık sık ev değiştirdiklerini anlatırdı.

İsmet Hanım, ilk çocuğu olan Cemile’yi doğurduktan sonra; Feride’yi, sonra Suad’ı doğurmuş, daha sonra sıra erkeklere gelmiş, evvela Ibrahim Naim’i doğumuşsa da bu çocuk bir bucuk yaşında ölmüş daha sonra Emin ile Tahir’i doğurmuştur; Akif’in bütü’n hayatında ona eş ve can yoldaşı olmuş ve evlilik hayatları kırk sene kadar devam etmiştir.

İsmet Hanım Akif’in 1936 da vefatından sonra 1944 senesinin 19 nisan günü akşam üzeri vefat etmiştir.

ÇALIŞMALARI

Akif tahsil hayatı sırasında mektepte öğrendikleriyle kanmıyarak, mektep dışında ve evinde de çalısarak tahsilini tamamlamaya bilgisini genişletmeye uğraştığı gibi, memuriyet hayatına geçtikten sonra da resmi vazifelerini ifa ile iktifa etmedi. Resmi vazifelerini yaptiktan başka, muallimlik ederek ve şiir yazarak, edebi vazifeler ifasına da gayret etti. Fakat onun neşriyat a1emine girişi daha fazla Meşrutiyetin 1908 de ilaniyle başlar.

Akif, 1908 senesine kadar yığın yığın yazdı. Fakat yazdıklarının birçoğunu ya kendine, yahut mahdut tanıdıklarına neşretti. Meşrutiyet, Mehmed Akif’i gazete sütunlarına, mecmua sahifelerine kavuşturdu ve Türk halkının karsına çıkardı. Gerçi Mehmed Akif, Resimli Gazete’de bazı şiirlerini neşretmişti, fakat daha sonra tam on sene matbuat aleminden çekildiğini ve 1324 Meşrutiyetine kadar bir şey neşretmediğini görüyoruz. Meşrutiyet, onun hayatında bir yeni doğuştur. Onun en kıymetli eserleri bu devirden itibaren intişara baş1adı.

Mesrutiyetin ilanı üzerine şiirlerini Sirat-ı Mustakim’de neşre baş1amakla beraber, memuriyetine devam ediyor, ders veriyor, Arapça’dan kitaplar tercüme ediyor ve onun bu faaliyeti fasıla ve tatil tanımıyordu. 1913 te memuriyetinden aynlması dahi onun resmi vazifelerine nihayet vermemişti.Çünkü mekteplerde ve medreselerde muallimlik ediyordu. Hatta Mısır’da geçirdiği son on sene zarfında dahi buna muvaffak olamadı. Çünkü orada da Mısır Üniversitesi Edebiyat Fakütesi Türkçe Müderrisliği (Profesörlüğü) ne tayin olundu ve bu işle meşgul oldugu senelerde vaktinin en büyük kısmını Kur’an tercümesine ayırdı.

SAFAHAT ŞAİRİ

Mesrutiyetin ilani, Osmanlı imparatorluğunu dertlerinden kurtaramadı. Memleket, bu yüzden güçlük- lerle, buhranlarla karşılaşıyordu ve kurtuluşu ve çaresini arayıp bulmak, bu çareye dört elle sarılmak en büyük meselesini teşkil ediyordu. Bu mesele, Mehmed Akif’i SAFAHAT şairi olmaktan ayırdı. ve vatan şairi yaptı. Onun için birinci SAFAHAT’tan sonraki bütün eserleri, vatan eserleri dir. Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım; hep vatan eserleridir ve bu sanat eserlerinin hedefi memleketin kurtulus çaresini belirtmek, bu çarelere basvurulmasını, bu çarelerin gerçekileştirilmesini temin etmektir.

Akif, bütün eserlerini, memuriyet, muallimlik, muharrirlik vazifeleri arasında yazıyor, bir milletin bütün ızdıraplarını yürekten haykırıyor, yol gösteriyor, gecenin karanlığından sabahın aydınlığına kavuşmak için çırpınıyordu.

SEYAHATLERİ

Akif merhum, tahsilini bitirdikten sonra, memuriyetleri dolayisiyle, iki sene kadar Rumeli’de, iki sene kadar Arnavutluk’ta, Arabistan’da dolaşmıştır. Daha sonra geçen Harbi umumi-den kisa bir zaman önce Mısır’a gitti (23 birincikanun 1328).

Kendisiyle bu Mısır seyahati esnasında Kahire’de tanıştım. Memuriyetleri mani olmasaydı Mısır’da daha fazla kalacak, Medine’den sonra Mekke’ye gidecek ve doya doya gezdikten sonra geri dönecekti. Fakat koparabildiği izin, galiba bir aydan ibaretti..

Akif bu sevahatlerinden geri döndükten birkaç ay sonra Umumi Harp koptu ve kendisi buharp sırasında sırasında ikinci seyahatini yaptı. Birinci Seyahatinde berlin’i görmüştü ikincisinde Necid’e gitti ve Necid’den Medine’ye uğradı. Bu iki seyahat de Türk ve islam menfaatlerine hizmet için yapılmıstı. Çanakkale Harbi, onun Berlin’de bulunduğu sıraya tesadüf etmiş ve sair o günlerin istirap ve heyecanını orada yaşamıştı.Şair, bu iki seyahati iki ölmez eserle yasatmistir. Berlin Hatıra1arı ,Necid çöllerinden Medine’yedir.

Umumi Harbin son senesinde, muhterem dostu Profesör Ismail Hakki Izmirli ile birlikte Lübnan’a gitti ve orada Mekke Emiri Ali Haydar Paşa’nın misafiri oldu.

MÜ’TAREKE VE MİLLİ MÜCADELE

1914 Harbi, 1918 de imzalanan Mütareke ile nihayet bulduktan sonra, galip devletler, Osmanlı Devletini tasfiye ile kalmıyarak, yurdu parçalamak niyetiyle hareket ettiklerini göstermişler ve Türk yurdunun her tarafına saldırmağa başlamışlardı. Umumi Harpten son derece bitkin bir halde çıkan Türk milleti, bu muameleyi mukavemetle karşılamak zorunda kalmış ve bu yüzden memleketin her tarafında ayaklanmalar olmuştu.

Akif, bu ayaklanmaların değerini anlatmakta dakika kaçırmıyarak evvela Balikesir’e koşmuş ye oradaki mücahitlerle görüşmüş, orada hitabeler iradet etmiş; halkı ayaklanmaya ve istiklalini kurtarmak savaşmaya çağırmıştı. Istanbul Hükümeti onun bu hareketinden kuskulanmış, onu Darül-Hikmet’den azil ile mukabelede bulunmuştu. Fakat Akif, derslerine ve yazılarına devam ediyordu.

Anadolu kıyamının ve Milli Mücadele ruhuunun bütun memleketi kaplaması üzerine, Anadolu’ya iltihaka karar verdiği gibi erkenden yola çıktı. Üsküdar Parkında yol arkadaşlarıyla buluştu ve Memda yolunu tuttuktan sonra deniz kıyısına vardı, oradan bulduğu vasıta ile inebolu’ya çıktı ve Inebolu’dan Ankara’ ya hareket etti. Bir Müddet sonra Ankara’da çıkan yeni Günde onun muvasalat haberini okumuş ve menzil-i maksuda selametle vardığını anlamıştık.

Üstad, Ankara’ya yerleştikten bir müddet sonra ailesinin de Ankara’ya gönderilmesini istedi. Refikasi validesi ve çocukları da yola çıktılar ve ona iltihak ettiler.

Üstad’ın Ankara’ya varmasından sonra Konya isyani kopmuş o da bu dalaletle mücadele etmek üzere Konya’ya koşmuş; isyanın bertaraf edilmesine yardim etmiş, sonra Ankara’ya gelmiş, Ankara’dan Kastamonu’ya gitmis, burada Nasrullah Caminde, apayrı büyük bir eser olan, bir mevize irad etmiş ve galiplerin Türkiye’ye yüklemek istedikleri Sevr Muahedesinin getirdiği agır yükü kimsenin kalbinde zerre kadar şüphe bırakmıyacak kesinlikle anlatmış, bunu kabul etmenin esaret, zillet ve izmihlali kabul etmekten başka bir şey olmadığını bütün açıklığıyla göstermiş ; bütün Kastamonu muhiti bu sayede layikiyle aydınlanmış, daha sonra bu çalışmaları basılmış memleketin hertarafına dağıtılmıştır

İSTİKLAL MARŞI

Akif, Kastamonu’dan Ankara’ya döndü (1336)Kendisi, Burdur Mebbusu sıfatıyla Birinci Büyük Millet Meclisine seçilmiş ve bu Meclisin bütün mesaisine iştirak etmiştir.1337 senesinin 17 subat günü Istiklal Marşını yazdı ve kahraman ordumuza ithaf etti. Büyük Millet Meclisi 12 Mart 1337 gunü bu marşı kabul etti ve Akif, marş için açıln müsabakayı kazanacak olana tahsis edilen 500 lirayı da orduya hediye etti.Sakarya Harbi’nin en buhranlı sıralannda, her ihtimalee karşı Ankara’dan hicret başladığı zaman, Sakarya’nın düşmana mezar olacağı hakkındaki kanaati sarsılmamış ve Ankara’dan ayrılamamişti.

Birinci Meclis’in vazifesinin, zaferi kazanmakla son bulması üzerine, istanbul’a geldi ve Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine, 1339 da Mısır’a gitti. 0 kışı Mısır’da geçirdikten sonra, baharda döndü, Artık her yıl kışı Mısır’da, yazı İstanbul’da geçiriyordu.. Prens Abbas Halim Paşa, onu maişet derdinden kurtarmayı taahhüt etmiş, onun huzur içinde calışmasını ve istediği eserleri yazmasını temin etmek istemişti. Paşa, bu suretle Türk irfanina ve edebiyatina büyük bir hizmet ediyordu, Akif, Mısır’a ilk gittiği’ seneyi, gezip dolaşmakla geçirdi ve ilkbaharda Istanbul’a dönünce, kendi evine çekilip çalışmayı umdu. Fakat burada da esleri dostları imkan vermediler. Aynı yılın kışı yine Mısır’da geçirdi ve çalısmaya başladı. Firavula Yüzyüze eseri, onun hakikaten çalışamaya başladığını ispat ediyordu. Fakat ertesi yaz İstanbula geldiği zaman, yeni bir resmi vazife ile karşılaştı Diyanet işleri Riyaseti, Kur’an Kerim’in tercümesini ona, tefsirlerini merhum Elmalili Hamdi Efendiye vermek teşebbüsünde idi. Akif’in niyeti, kendi eserlerini, bilassa İkinci Asımı yazmak ve Milli Mücadelemizin destanını yaratmaktı.Birinci Asım’ın intişarı üzerine bizzat kendisi bu tasavvurunu bana söyiemiş, Birinci Asım’ın intişarını Tevhid-i Efkar’a yazarken, İkinci Asim’a işaret etmemi istemiş, ben de onun dediğini yapmiştım. Kendi eserini yazmayı, Kur’an-ı Kerim’i tercümeye tercih etmesi bahis mevzuu değildi. Fakat bu işi deruhte ederse, bütün vaktini bu işe verirse, muvaffak olamıyacak, muvaffak olamamak yüzünden, sarfettiği vakit ve emek boşa gidecekti. Ondan sonra asıl yazmak istediği eserlere vakit kalıp kalmıyacağını Allah bilirdi. Akif, bunu anlatmak için ne kadar uğraştıysada muvaffak olamadı. Çünkü herkes onun muvaffak olacağına kaniydi ve onun bu işi üzerine alması için israr ediyordu. Neticede Akif bu işi üzerine aldı ve bu işi üzerine aldıktan sonra altı, yedi sene çalıştı. Hilvan’da adeta inziva hayatı geçirerek uğrasti ve sonunda memnun olmadı, isi başardığına inanmadığından kendini bu mesuliyetten ibra ettirmek için çalıştı. Diyanet işleri Reisliği de tercüme ile birlikte tefsir işini merhum Elmalili Hamdi Efendi’ye devretti ve Akifi ibra etti Bircoklari onun bu sirada mahsus şapka giymemek için Mısır’a kaçtığını yazarlar Hakikatte Akif, altından kalkamayacak derecede büyük ve ağır bir işe, bütün varlığını vermiş ve alti yedi senesi, bu işin azameti karşısında eriyip gitmişti. Sonunda iyi yapamamis olduğuna inanmış ve bu altı yedi sene içinde yapabileceği iş de ikinci bir Akif’in yetişmesine kalmıştı.Onu Mısır’da yakalayan ikinci bir resmi iş, Mısır Üniversitesinin Edebiyat Fakültesinde Türkçe Profesörlüğü idi.

1926 dan başlayarak, Mısır Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türk Edebiyatı okuttu. Haftada iki saatten ibaret olan derslerinden geri döndükçe Kur’ an tercümesiyle meşgul oluyordu. Kur’ an tercümesinin müsveddelerini tamamladıktan sonra eserin üzerinde yeniden çalıştı. Fakat bu sırada, siroz’ a tutulmuştu. Hastalığın ehemmiyetini birdenbire anlayamamış ve bunun bir hava tebdili ile geçeceğini sanarak Lübnan’a gitmiş, buradan ağustos 1936 da Antakya’ya gelmiş, fakat Mısır’a hasta olarak dönmüştü.Artık Mısır’dan da sıkılmıştı ve memlekete dönmeyi özlüyordu. Siroz, onu harap etmiş, bir deri bir kemik haline getirmişti İstanbul ‘a geldiğinde en yakın dostları bile onu tanımakta

güçlük çekmişlerdi. Bizzat kendisi Canlı bir cenazeden farksızım diyordu.

İstanbul’ da gayet ciddi bir tedavi gördü. Hastanede yattı, Mısır apartmanında kaldı, Said Halim Paşa’ nın köşkünde ikamet etti. Fakat hastalığının önüne geçilemedi.Nihayet, Üstad, 27 Aralık 1936 akşamı saat yirmiye doğru fani dünyaya gözlerini yumdu ve ertesi gün Türk Edirnekapı’daki şehitliğe defnedildi.

Kaynak (Safahat)Ömer Rıza DOĞRUL

Takip Et Kerim Usta:

Herkesin bir yaşama nedeni var. Benimkiyse, bir "Sevda"...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir