Bazı Fıkıh Terimleri olarak daha önceden açılmış olan konumuz yeniden güncelleme yapılarak ,tekrarlamalar kaldırılmış ve harf sırasına göre dizilmiştir.
KerimYarınıneli
- Afakî: mekke dışında başka yerlerde oturanlara verilen isim.
- Akika: çocuk için kesilen kurban.
- Arafat: mekke’nin güney doğusunda altı saatlik mesafede bir dağın adıdır (mekke’ye 25 km).
- Ariyet: ödünç/iğreti verme.
- Asabe: baba tarafından akrabalar, erkek tarafı hısımlar, uzak akraba.
- Ashab-ı feraiz: mirastan hisseleri nassan muayyen olan varislerdir.
- Baîn talak: nikâh tazelenmeden dönülmeyen boşama.
- Bayi: bir malı başkasına satan kimsedir.
- Berâet-î asliyye: bir şeyde asıl olan, o şeyin herhangi bir hükümden vareste olması prensibi. yani kişi, bir delil bulunmadıkça hiçbir şeyle yükümlü tutulamaz. buna göre bir şeyin haram kılınışı, belli bir nassa dayanmak zorundadır. hakkında bir hüküm bulunmayan şeyler mubah (serbest) demektir,
- Bey’i fasid: şartlarında eksiklik olan satışa denir.
- Bey’i mevkuf: başkanın iznine bağlı olan satıştır.
- Bey’i mün’akid: tamamlanmış olan bey’e denir.
- Bey’ul-vefâ: fıkıh terimi olarak bir malı, satış bedeli geri ödendiğinde iade etmek üzere, bir kimseye şu kadar paraya satmaktır ki satıcı, satış bedeli olarak aldığı parayı müşteriye geri ve¬rince, müşteri de satın almış olduğu malı iade eder. çünkü satış akdi bu şart üzere tahakkuk etmiştir. bu tür sözleşmeye mâlikîler bey’us-senaya, şâfiîler bey’ul-uhde ve han-belîler de bey’ul-emânet derler. ayrıca bey’ut-tâa, bey’ul-câ-iz ve bey’ul-muâmele gibi isimler de verilir.
- Beyi: bir malı, diğer bir mal ile değiştirmektir.
- Bid’î talâk: sünnete aykırı boşama.
- Büyük tahallül: tıraş olup ihramdan çıkma.
- Ca’ferîler: hz. ali’nin oğlu hüseyin soyundan gelen imam cafer es-sadık’ı mezheb imamı olarak tanıyan şiiler. bunlara “ısnâ aşeriyye” ve “ima-miyye” de denir.
- Cem’u’s-salât: dört rekâtlı namazlar; aynı vakitte kılmak. namazları birleştirmek.
- Cizye: vergi, gayri müslim vatandaşlardan alınan baş vergisi.
- Cumhûr-u fukaha (cumhûr-u ulema): fakihlerin büyük çoğunluğu.
- Cumhur: (hanefi, şafiî, maliki, hanbeli’nin de aralarında bulunduğu) fukahanın çoğunluğu.
- Edâ: yapma, zamanında yapma.
- Emanet: fıkıh literatüründe emanet, tarafların birbirine uygun karşılıklı irade beyanıyla kurulan ve bağlayıcı olmayan bir akittir.
- Ensâr: hz. peygamber’in yardımcıları; islâm’ın güçlenerek yayılmasında büyük hizmetleri bulunan medineli ilk müslümanlar.
- Eyyâm-ı ma’dûdât: namazlardan sonra tekbirler alınan günlerdir ki zilhice’nin dokuzuncu gününden itibaren onüçüncü gününe kadar olan beş gündür.
- Eyyâm-ı teşrik: zilhicce’nin onbir, oniki ve onüçüncü günleridir (ayrıca farz namazlardan sonra teşrik tekbiri getirilen günlere de bu isim verilir).
- Eyyâm-i ma’lûmât: zilhicce’nin ilk on günüdür ki yevm-i terviye, yevm-i arafe ve yevm-i nahr bu gruptandır.
- Fakîh: bilgin, islâm hukukçusu (çoğulu: fukaha). farz-ı ayn: herkesin yapması gereken farz.
- Farz-ı kifâye: bazılarınca yapılması yeterli olan farz.
- Fecr-i kâzib: yalancı tan.
- Fecr-i sâdık: gerçek tan.
- Ferâiz: miras hukuku, miras paylan.
- Fey: ganîmet, cizye ve haraç anlamlarında kullanılır.
- Ganimet: harbde düşmandan alman mal ve benzeri şeyler.
- Gasb: bir kimsenin mütekavvim ve muhterem bir malını sarahaten ve delaleten veya adete nazaran izni olmaksızın haksız yere elinden veya daire-i tasarrufundan ahz etmektir.
- Gasıb: başkasının malını elinden veya daire-i tasarrufundan tekallüb tarikıyle haksız yere alenen ahz eden kimsedir.
- Gayr-i mün’akid: tamam olmamış olan beyi akdine denir.
- Haber-i âhâd: meşhur hadislerin şartlarını haiz olmayan hadis veya haber. bazılarına göre; tevatür derecesine ulaşmamış olan haber veya hadis.
- Hâciyyât: zaruri ve hayatî şeyler.
- Hacr: delilik, çocukluk ve benzeri sebeblerden ötürü kişinin akid ve sözleşme gibi kavli tasarruflarından mahrum edilmesi.
- Hades: manevi pislik.
- Hadis-i munkatı’: senedi kesik hadis.
- Hafi: gizli, kapalı.
- Halef: sonraki.ı erımıer
- Halife: ebû bekir, ömer, osman ve hz. ali (r.a.).
- Halife: vekil, hz. peygamber (s.a.s)’in vekili sıfatıyla ümmetin din ve dünya işlerinin yönetimini üzerine alan kimse.
- Haraç: gelir, vergi. gayri müslimlerden alınan bir çeşit arazi vergisi.
- Harem: me!:Ke ve civarında bitkileri kesilmemek ve hayvanları öldürülmemek üzere sınırlan gösterilmiş olan bölgenin adıdır.
- Hâs: özel, hususi, özel bir hüküm ifade eden nass; tek veya belirli şeye delalet eden söz.
- Hasen: iyi, güzel, hadis terimi olarak: “diğer bakımlardan aynı şartları taşıdığı halde, zabt yönünden sahih hadis ravilerinin derecesine ulaşmayan kimselerin rivayet ettikleri hadis”e denir.
- Havale: bir deyni bir zimmetten diğer bir zimmete yani bir zattan diğer bir zata nakletmektir.
- Havâle: sözlükte “bir şeyi bir yerden başka bir yere nakletme, gönderme, yönünü değiştirme, intikal” anlamlarına gelen havale, bir fıkıh terimi olarak, borcun bir kimsenin zimmetinden başka bir kimsenin zimmetine nakledilmesi demektir.
- Havelân-ı havi: zekât konusu malın/gelirin üzerinden bir yıl geçmesi.
- Hediye: bir kimseye ikram için hibe olarak verilen veya gönderilen maldır.
- Hedy: hicaz’da hac mevsiminde allah için kesilen kurban.
- Hervele: safa ile merve arasında yapılan sa’y’de «meyleyn ahdarayn» denilen iki yeşil direk arasını sür’atle geçmek.
- Hıdâne: sözlükte “göğüs, kanat; çocuğu kucağına almak, beslemek; bir şeyi yanına almak” anlamlarına gelen hıdâne, bir fıkıh terimi olarak, küçük çocukları yanında bulundurma, bakım, gözetim ve terbiye etme hak ve vazifesi demektir.
- Hıl: harem dışında kalan bölge,
- Hibe: bir malı bir kimseye ıvazsız olarak vermektir.
- Hibe: sözlükte “bağışlamak, lütfetmek, karşılıksız vermek” anlamına gelen hibe, fıkıh ıstılahında, bir malın bedelsiz olarak bir başkasına mülk olarak verilmesini ifade etmektedir.
- Hidane: sözlükte “göğüs, kanat; çocuğu kucağına almak, beslemek; bir şeyi yanına almak” anlamlarına gelen hıdâne, bir fıkıh terimi olarak, küçük çocukları yanında bulundurma, bakım, gözetim ve terbiye etme hak ve vazifesi demektir.
- Hulefâ-i râşidîn: hz. peygamber’den sonra halifelik makamına gelen dört
- Hülle nikahı: üç boşamadan sonraki nikah.
- Îlâ: sözlükte “yemin etmek, ağlarken elinde mendil tutmak” gibi anlamlara gelen îlâ, bir fıkıh kavramı olarak, erkeğin hanımına dört ay veya daha fazla yaklaşmayacağına dair yemin etmesi ya da bunu, eşime yaklaşırsam haccedeyim, kölem azad olsun gibi bir ibadet veya yükümlülüğe bağlamasıdır.
- Iztıbâ: tavafa başlamadan önce rida’nın bir ucunu sağ koltuğu altından alarak sol omuzu üzerine atma. erkeklere sünnettir.
- İâne: yardım etmek, desteklemek, korumak, mâlî-parasal katkı sağlamak vb. anlamlara gelen iâne, terim olarak; hayrat, tasadduk ve himâye gibi koruma faaliyetlerini kapsayan ve “genel yardım” hizmetlerini ifade eden bir kavramdır. îâne ve iâşe terimleri çoğu zaman birlikte kullanılır.
- İbniyye: bir kimsenin oğlunun öz kız evladıdır.
- İcar: kiraya vermektir.
- İcare: cins ve miktarı belli olan bir menfaati malum bir bedel mukabilinde satmaktır.
- İddet: sözlükte “saymak, miktar, adet” anlamlarına gelen iddet, bir fıkıh kavramı olarak, herhangi bir sebeple evliliğin sona ermesi halinde, kadının yeni bir evlilik yapabilmek için beklemek zorunda olduğu süreyi ifade eder.
- İhsar hedyi: îhsar yüzünden kesilen kurban.
- İhticac: delil getirme, delillendirme.
- İkrah: zorlama, zorla bir şey yaptırma, cebir.
- İkrar:bir kimsenin kendisiyle alakalı olup, başkasına ait olan hakkı haber vermesidir.
- İlâ: eşine yaklaşmama yemini.
- İlm-i feraiz: ölünün terikesine taalluk eden haklardan ve terikenin muayyen sehimler üzerine taksiminden bahseden ilimdir.
- İsti’car: kira ile tutmaktır.
- Îstiaze: eûzü-besmele çekme. istibra: temiz olma, temizleme.
- İstilâm: tavafa başlarken ve tavaf esnasında haceru’l-esved’in önünde namaza durur gibi elleri kaldırıp onun üzerine koymak ve öpmek. bu mümkün olmadığı takdirde uzaktan böyle yapar gibi işaret etmek. bu esnada tekbir ve tehlil getirilir.
- İstinca: tuvalet temizliği.
- İstinkah: nikahlanmak demektir.
- İstiska: yağmur duası namazı.
- İstislâh: barışmak, sulh olmak. terim olarak: “masâlih-i mürsele delilini benimseyip kullanmaktır.
- İstisna akdi: istisna arapça istisnâ kelimesi; bir kimseden bir şeyi yapmasını istemek demektir. bir fıkıh terimi olarak istisna akdi; sanatkârla zimmet borcu olarak belirli bir işi yapması üzerinde anlaşmaktır. burada iş ve üretilen mal sanatkârdan olur. eğer malzeme, siparişi verene ait olursa akit “iş sözleşmesi”ne dönüşür.
- Kasâme: toplu yemin, faili bulunmayan bir cinayet konusunda suçun işlendiği yer ahalisinden elli kişinin mahkemede yemin ettirilmesi.
- Kasr: namazı kısaltma.
- Kasru’s-salât: dört rek’âth namazı iki rek’ât lcılma.
- Kazf: iffete iftira atma.
- Kazif: başkasına zina isnat eden şahsa denir.
- Kebîre: büyük günah (çoğulu: kebâir), kefâet: denklik, bkz. küfüv.
- Kefalet: birisinin bir şeyi yapmadığı takdirde, kendisinin o işi yerine getireceğini kabullenmesidir.
- Keffâret: bir günahı allah’a affettirmek için verilen sadaka veya tutulan oruç vb.
- Kelâle: mirasçı bırakmadan ölen.
- Kırat: ortalama 4 buğday veya 5 arpa tanesi ağırlığında bir ölçü (şer*î ölçüsü: 0. 2 gram, örfî ölçüsü: .0. 20208 gramdır).
- Kusûf: güneş tutulması.
- Küçük tahallûl: ziyaret tavafından sonra ihram yasaklarının tamamen kalkması.
- Lahik: imamla birlikte namaza başlamasına rağmen namazın bütün rekatlarını, yahut bir kısmını imamla birlikte kılamayan kimsedir.
- Lian: lânetleşerek boşanma.
- Lukata: yitik mal.
- Mağsub: başkasından haksız yere tekallüben ve alenen ahz edilen şeydir.
- Mağsubün minh: elindeki veya daire-i tasarrufundaki bir malı başkası tarafından tekallüben ve alenen ahz olunan kimsedir.
- Makzüf: kendisine zina isnad edilen kimseye denir.
- Makzüfün bih: zina isnadında kullanılan kelimelere denir.
- Makzüfün fih: kazfin vukubulduğu yere denir.
- Me’cur: kiraya verilen şey demektir.
- Mebi: satılan şeye denir.
- Mebtüte: zevcinden üç talak ile ayrılmış olan kadındır.
- Mehir: zevcenin akd-i nikah ile müstehik olduğu maldır ki, onu zevcinden alır.
- Mehr (mehir): islâm hukukuna göre evlenme sırasında koca tarafından kadına verilmesi gereken akçe: nikâh bedeli.
- Mehr-i misil: emsal mehir.
- Mekfülün anh: borcunun edası veya şahsının teslimi hususunda kefalet yapılmış olan kimsedir.
- Mekfülün bih: kefilin edasını veya teslimini iltizam ettiği şeydir.
- Mekfülün leh: bir malın edasını veya bir şahsın teslimini kefilinden talep ve davaya hakkı olan kimsedir.
- Mekkî: mekke ve civarında oturanlara verilen isim.
- Merfû’ hadis: rivayeti sahabede kesilen hadis.
- Mesbûk: namaza sonradan yetişen.
- Mesbuk: namazın tamamında yahut bir kısmı itibarıyla imama sonradan uyan kimsedir.
- Mesruk: çalınmış olan şeye denir.
- Mesrukun fih: sirkat hadisesinin vukubulduğu yere denir.
- Mesrukun minh: malı çalınan kimseye denir.
- Meşfu: satılmakla veya ıvaz şartıyla hibe edilmekle kendisine şuf’a hakkının taalluk ettiği akardır.
- Meşfuunbih: şefiin hakkı şuf’aya nailiyyetine sebep olan mülktür.
- Mevhüb: bir kimseye bağışlanan maldır.
- Mevhübün leh: kendisine bir mal hibe edilmiş olan kimsedir.
- Mevkuf: rivayet zinciri hz. peygamber’e ulaşmayan hadis.
- Mîkat: ihrama girilecek yer (çoğulu, «mevâkit»).
- Minâ: mekke-arafat yolu üzerinde mekke’ye yürüyerek iki saatlik mesafede bir yerin adıdır.
- Miras: bir müteveffanın terikesinden yakınlarına intikal eden maldır.
- Mudarebe: sözlükte “vuruşmak, dövüşmek, birinden ticaret için mal alıp kazandıktan sonra kâra ortak olmak” gibi anlamlara gelen mudârabe, bir fıkıh kavramı olarak, bir taraftan sermaye, diğer taraftan emek ve çalışma olmak üzere kurulan şirkettir. taraflar bir veya daha fazla kişi olabilir. mudârabe şirketi, mutlak ve mukayyet olmak üzere ikiye ayrılır. mutlak mudârabe, herhangi bir kayıtla sınırlanmayan; mukayyet ise, zaman, mekan veya bir çeşit ticaretle sınırlandırılan mudârabe şeklidir.
- Muhaddis: hadîsçi, hadîs bilgini, hadîs râvîsi.
- Muhâkale: ortakçılık yapma, ekini başağında iken satma. bir terim olarak muhâkale genel anlamda “müzâraa (ziraat ortakçılığı)” ile eş anlamlıdır.
- Muhalün bih: havale olunan maldır.
- Muhalünaleyh: kendi üzerine havaleyi kabul eden, muhilin borcunu ödemeyi iltizam eden kimsedir.
- Muhalünleh: muhılde alacağı olup ondan havaleyi alan kimsedir.
- Muhıl: borcunu başkasının zimmetine nakleden kimsedir.
- Mukarrunbih: bir kimsenin alakadar olup, başkasına ait bulunduğunu haber verdiği haktır.
- Mukarrunleh: kendisine ait olan bir hak, başkası tarafından itiraf olunan hakiki veya manevi şahıstır.
- Mukır: başkasına ait olup kendisi ile alakalı olan hakkı haber veren kimsedir.
- Muktedî: imama uyan.
- Mûsa bih: ölümden sonraya izafetle temlik edilen mal veya menfaattir.
- Mûsa leh: kendisine vasiyyet yapılan şahıstır.
- Musalehunaleyh: bedel-i sulh demektir.
- Musalih: sulh yapan kimsedir.
- Musalla: namazgah.
- Mûsî: mal veya menfaati vasiyet eden kimsedir.
- Mut’a nikahı: geçici evlenme.
- Mut’a: mehir hakkına sahip olmayan, yani zifaftan önce boşanmış bir kadına verilmesi gereken şey. geçici nikâh.
- Mutallaka: zevcinden boşanmış olan kadındır.
- Mutallik: zevcesini boşayan erkektir.
- Muvâlât: aralıksız yapma.
- Mücmel: mânâsı anlaşılmayacak derecede özet halde ve izaha muhtaç söz, kısa ifade.
- Müddea aleyh: kendisinden hakimin huzurunda bir hak talep olunan şahıstır.
- Müddea: müddeînin dava ettiği şeydir
- Müddeî: bir hakkın kendisine ait olduğunu hakim huzurunda iddia eden kimsedir.
- Müdrik: namazı bütünü ile imamla birlikte kılan kimsedir.
- Mürsel hadîs: tabiînin sahâbîyi atlayarak peygamber (s.a.s.)’den rivayet ettiği hadîs.
- Mürted: islâm’dan dönen, dînini değiştiren.
- Mürtehin: rehin alan kimsedir.
- Müsâkât: ağaç birinden, emek ve bakım diğerinden olmak ve meyve aralarında taksim edilmek üzere yapılan ortakçılık.
- Müsalehun anh: dava edilen şeydir.
- Müste’cir: kira ile tutan kimseye denir.
- Müsteftî: fetva soran kimse.
- Müteahhirîn: sonrakiler,
- Mütebayian: bir malı alan ile satana denir.
- Müteşâbih: birbirine benzeyen. usûl-i fıkha göre, kur’an-ı kerîm ve hâdîs-i şerifte geçen ve ne kasdediîdiği kesin olarak bilinemeyen söz (çoğulu
- Mütevâtir: yalan üzerinde toptan birleşmeleri akılca imkânsız olan bir topluluğun, aynı şekilde başka bir topluluktan rivayet etmiş olduğu haber veya hadis.
- Müzâbene: müzâbene, ağaçtaki taze hurmanın, yerdeki kuru hurmaya karşılık tahmini bir ölçüyle satışına denir. hanefîlere göre, bu şekildeki bir alışveriş caiz değildir, akit fasit olur. zira hz. peygamber, müzâbene yoluyla alışverişi yasaklamıştır (buhârî, şürb, 17; müslim, buyû’, 53; tirmizî, buyû’ 55). diğer taraftan bu alışveriş hakkında riba cereyan eden aynı cins şeylerin, götürü usulle satışı olduğundan caiz değildir
- Müzâraa: emek birinden, tarla diğerinden olmak üzere yapılan ortaklaşa tarım.
- Müzayede satışı: daha yüksek bedel verene satmak üzere artırmaya çıkarma, mezat.
- Müzdelife: mekke-arafat yolu üzerinde mekke’ye yürüyerek dört saatlik bir yerin adıdır.
- Necaset (necis): pislik; dince pis olan şey.
- Necş: müşteri kızıştırma.
- Nefs-i ıevvâme: kötülük işledikten sonra bunun fenalığını göstermek ve kınamak suretiyle vicdan azabı veren nefs.
- Öşür: ziraî ürünler zekâtı
- Rahin: rehin veren kimsedir.
- Râvî: rivayet eden, haber getiren, hadîs nakleden.
- Re’y: görüş, fikir beyan etme, ictihad, rey.
- Rehin: sözlükte “hapsetmek, alıkoymak, devamlı olmak, sabit olmak” gibi anlamlara gelen rehin, bir fıkıh kavramı olarak, bir hak karşılığında teminat olarak bir malı tutmak, bir alacağı güvence altına almak için teslim alınan mal demektir. rehin verene râhin, rehin alana mürtehin, teslim alınan mala da merhûn veya rehin denir. kur’ân-ı kerim’de, “yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir.” buyurulmaktadır (bakara, 2/283).
- Remel: tavafın ilk üç savunda ıztıba halinde olan erkeklerin adımlarını kısaltıp omuzlarını silkerek çalımlı yürümeleri.
- Ric’i talâk: nikâh tazelemeden dönülebilen boşama.
- Ridâ: îhramlı iken belden yukarı dolanan dikişsiz peştemal.
- Rükün: bir işin’ yapılması/bulunması zorunlu unsuru.
- Sa: bir çeşit ölçü, kile. bir sa’ = 1040 dirhemi şer’i= 3333 gram.
- Sa’y: safa ile merve tepeleri arasında safâ’dan başlamak üzere merve’ye dört gidiş ve üç dönüştür. her gidiş ve her dönüşe «şavt» denir. sa’y yedi şavttır. tavaf-ı kudûm’dan sonra umre’nin sa’y’ı, tavaf-ı ıfâ-da’dan sonra haccin sa’y’ı yapılır.
- Safiy: ganimetten seçilen kısım.
- Sahâbî: hz. peygamber (s.a.s.) efendimiz’i, müslüman olarak görme ve kendileriyle sohbet etme şerefine eren ve islâm üzere ölen kimse (çoğulu: sahabe ve ashâb).
- Sâhibü’s-salât: namaz denetçisi.
- Sâime: yılın çoğunu umumî otlaklarda yayılarak beslenen deve vb. hayvan.
- Sarik: sirkat işini yapan kimseye denir.
- Seddü’z-zerâyi: kötülüğe sebep olan yollan kapatma, kötülüğe vâsıta olan şeyleri yasaklama.
- Sehm: hisse, varislerden her birinin terikeden müstehik olduğu miktardır.
- Selef-i sâlih: dînin emir ve nehiylerine tam olarak uyan geçmiş kimse veya kimseler.
- Selef: eski, geçmiş, önceki (çoğulu: eslâf).
- Selefiyye: selef mezhebinde olan kimseler; allah’ın isim ve sıfatlarım nass’larda vârid olduğu gibi kabul eden ve bunları te’vil cihetine gitmeyen müslümanlar.
- Selem: peşin para ile veresiye mal almak demektir.
- Sirkat: mal-ı mütekavvimi, mekanı muhrezden sahibinin izni olmaksızın almak demektir.
- Sulbiyye: bir kimsenin öz kızı demektir.
- Sulh: iki tarafın, yani müddeî ile müddeaaleyhin aralarında rızalarıyla nizaı refi’ ve izale eden akittir.
- Sükütî icmâ’: herhangi bir asırda belli bir mesele hakkında ortaya atılan dinî bir görüşü incelemeye yetecek bir müdet içerisinde müctehidlerin sükût etmeleriyle hâsıl olan icmâ’.
- Sünnet: peygamber (s.a.s.)’in söz, fiil ve takrirleri. gelenek.
- Sünnî talâk: sünnete uygun boşama.
- Şavt: tavaf ve sa’yde bir tur.
- Şefi: satılacak bir mal için almakta üstünlük hakkı olan kimseye denir.
- Şehr-i haram: zilkade ayı. bu ayda savaş haram kılınmıştır. zilhicce, mu-harren ve recep aylan da savaş haram olan aylardır. bu ayların dördüne birden «eşhür-i hurum» denir.
- Şekk günü: ramazan’ın girip girmediği belli olmayan gün.
- Şuf’a: bir mülk kaça satın alınmışsa, o mülke o para ile sahip olma hakkıdır.
- Şûra: müzakere yeri, meclis, meşveret, istişare, danışma.
- Tahallül: ihramdan çıkma.
- Talak: akd-i nikahı hususi lafızlarla filhal veya filmeal raf ve izale etmektir.
- Tashih-i mes’ele: varislerin sehimlerini hiçbiri hakkında kesr vaki olmayacak surette ve mümkün mertebe en az bir miktardan göstererek terikeyi kabil-i taksim bir hale koymaktır.
- Tatlik: zevceyi boşamak demektir.
- Tavaf: kâ’be’nin etrafını usulüne uygun olarak dolaşmak.
- Tavafü’ı-ifade: farz tavaf
- Tavafü’ı-kudûm: mekke’ye gidişte yapılan tavaf.
- Tavâfü’ı-veda’: veda tavafı.
- Tebayün: iki adet arasında birden başka kasım-ı müşterek bulunmamasıdır.
- Tedahül: iki adetten birinin diğeriyle tamamen taksimi kabil olmasıdır.
- Tehallül: ihramdan çıkmak.
- Tehlîı:lâ ilahe illallah.
- Tekbir: allahu ekber demek.
- Telbiye: «l: benzetme, kıyas etme. ilm-i kelâm’da: allah’ı, maddî ve canlı varlıklara benzetme veya allah’ı ebbeyk..» diye bağırmak.
- Telcie: arap dilinde telcie; insanın kendi ihtiyarı olmaksızın bir şey yapmak zorunda bırakılması mânasındadır. telcie akdi de zaruret anında yapıldığı ve zorlama mânasını içerdiği için, telcie adını almıştır.
- Telfîk: sözlükte “bir işi talep edip ulaşamamak, kumaşın iki yanını yan yana getirip dikmek, sözü batılla karıştırıp süsleyip püslemek” gibi anlamlara gelen telfîk, bir fıkıh kavramı olarak, bir mesele veya amelde birkaç müçtehidin görüşlerini birleştirerek taklid etmek demektir.
- Temasül: iki adedin birbirine müsavi olmasıdır.
- Terike: bir müteveffanın kendisine ait olmak üzere terk etmiş olduğu maldır.
- Teşehhüd: tahiyyat okuma.
- Teşyi’: cenazeyi kabre götürme.
- Tevafuk: iki adetten birinin diğeriyle taksimi kabil olmayıp üçüncü bir adet ile taksimi kabil olmasıdır.
- Tevliye: ticarî bir terim olarak: malı alış fiatma satma demektir.
- Tevliyet: vakıf terimi olarak: birini, vakıf işlerini idare etmek üzere görevlendirme.
- Teyemmüm: toprak vb. maddelerle temizlenme.
- Tilavet secdesi: secde âyetlerine yapılan secde.
- Tilâvet: okuma.
- Udhiye: kurban bayramında allah nzası için kesilen vacib kurban.
- Ümmü’l-kur’an: fatiha sûresi.
- Vadîa: bir malı alış fiatından aşağısına satma.
- Vahdâniyyet: birlik, allah’ın birlik sıfatı.
- Vahib: bir şahsa bir malı bağışlamak suretiyle temlik eden kimsedir.
- Vasî: bir kimsenin malında veya çocuklarının işlerinde tasarruf etmek üzere nasbedilen kimsedir.
- Vasiyyet: bir malı veya menfaati ölümden sonraya izafetle, bir şahsa veya hayır cihetine meccanen temlik etmektir.
- Vedia: bir fıkıh terimi olarak emânet, bir kimseye koruması için bir malın geçici olarak tevdi edilmesi akdini ve bu şekilde bırakılan malı ifade etmektedir. bu manada emanet terimi ile eşanlamlı olarak vedîa kavramı da kullanılmaktadır. fıkıh literatüründe emanet, tarafların birbirine uygun karşılıklı irade beyanıyla kurulan ve bağlayıcı olmayan bir akittir. emanet akdin kurulabilmesi için tarafların edâ ehliyetine sahip olmaları ve emanet bırakılan malın akit konusu olmaya elverişli bulunması gerekir. bunun dışında, sahibinin açıkça veya imâ yoluyla iznine bağlı olarak elde bulundurulan şeyler de emanet hükmündedir.
- Vesâyâ: vasiyet etme. vukuf: arafe günü arafat’ta bulunmak
- Yemin-i ğamus: yalan yere yemin.
- Yevm-i arafe: zilhicce’nin dokuzuncu günüdür ki hacıların arafat’ta bulundukları gündür.
- Yevm-i terviye: zilhicce’nin sekizinci günüdür ki hacılar o gün mekke’den mina’ya çıkarlar.
- Zamm-ı sûre: fatiha’dan sonra okunan sûre veya âyetler.
- Zevc: bir kadının nikahına sahip olan erkek demektir.
- Zevce: bir erkeğin nikahı altında bulunan kadın demektir.
- Zıhar keffâreti: zihar için ödenen keffaret.
- Zıhâr: sözlükte “iki elbise birbirine uyup, birini diğeri üzerine giymek, yardım etmek” anlamlarına gelen zıhâr, ıstılahta erkeğin eşine, onu kendisine haram kılmak maksadıyla “sen bana anamın sırtı gibisin” demesidir.
- Zihar: karısının bir yerini anasına benzetme.
- Zimmî: islâm ülkesinde oturan gayri muslini vatandaş.
Bir yanıt yazın