3. Murat Dönemi Osmanlı-Türkistan Dayanışması

Kategori: Tarihi Konular | 0

3. Murat Dönemi Osmanlı-Türkistan Dayanışması

Osmanlı Padişahı 3. Murat ve Özbek Hükümdarı II.Abdullah Han Dönemi Osmanlı-Türkistan Dayanışması

Türkler, tarih boyunca en geniş sahalarda devlet kurmuş milletlerden biridir. XVI. Yüzyıl, Türk Alemi açısından çok büyük mücadelelere sahne olmuştur. Bu dönemde, Özbekler ve diğer Türk Hanları, Türkistan denilen; Batı da Hazar Denizi ile Horasan Dağları, Güney de Hindikuş ve Kûh-ı Sefid Dağları, Kuzey de Kazakistan bozkırlarının kuzey sınırlarına ulaşan, Doğu da Çin topraklarına kadar uzanan, takriben 5.340.066 km karelik bir sahayı kapsayan bölge de hüküm sürüyorlardı.[1]

XVI. Yüzyıl süresince, Türkistan’ın büyük bir kısmını Özbek Hanları temsil ve idare etmişlerdi.[2] Ancak, bu dönem, Türkistan’ın ekonomik ve kültürel yönden zayıf olduğu bir dönemdir. Bunun sebebi ise; XVI. Yüzyıl’ın başlarından itibaren “Yedi İklim” de hakim olan ve Doğu’dan Batı’ya Türkistan üzerinden geçen, “Kara Ticaret Yolları”nın kendi mevkiilerini, Hindistan ve Çin hududundan açılan  Güney Asya-Afrika; Avrupa Deniz Yolu’na ve Sibirya Arhagelsk tarafından, Kuzey Akdeniz Ticaret Yolu’na, Amerika Kıtası’nın Avrupalılar tarafından keşfinden sonra gelişen, Okyanus Deniz Ticaret Yolları’na terk etmeleri gibi umumî gelişmelerdir. Bu ise; Çin ve Hint mallarının Karadeniz ve Akdeniz Limanları’na ulaştırılmasından büyük ticârî kazançlar temin etmiş olan Türkistan Halkı’nın gittikçe fakirleşmesine ve netice de kültür ve medeniyet sahasında geri kalmalarına sebep olmuştur.[3]

Batı Türklüğü’nü ise; Anadolu başta olmak üzere, Avrupa ve Afrika Kıtaları üzerinde hakimiyet te’sis etmiş olan, Osmanlı Devleti Padişahları temsil ediyordu. Özbek Hanları XVI. Yüzyıl boyunca, özellikle İran’da hüküm süren Şiî-Safevîler’e karşı, Osmanlı Padişahları ile birlikte hareket etmişlerdi. Bu karşılıklı dayanışma; Yavuz Sultan Selim(1512-1520), Kanunî Sultan Süleyman(1520-1566), II.Selim(1566-1574), III. Murat(1574-1595) dönemleri boyunca da sürüp gitmişti. Bilhassa Osmanlı Padişahı III.Murat ve Özbek Hanı  II.Abdullah devirleri, XVI. Yüzyıl’ın son çeyreği, bu iki Türk Devleti’nin arasında kalan Şiî-Safevî Hanedânlığı’na karşı istikrarlı bir dayanışma içerisinde geçmişti.

Ancak, Özbek-Şeybânî Hanları, Türk Devlet Geleneği’nden kaynaklanan, “Türk Hakimiyet Telakkisi”[4]sebebiyle birbirileriyle uğraşırlardı. Bu yüzden Özbek-Şeybânî Hanları arasında sık sık saltanat kavgaları ortaya çıkardı.

[1] Mehmet Saray, Rus İşgali Devrinde OsmanlI Devleti ile Türkistan Hanlıkları Arasındaki Siyâsi  Münasebetler(1775-1875),İstanbul,1990,s.1.

[2] N.Ahmet Asrar, Kanunî Sultan Süleyman ve İslam Alemi,2.Baskı, Hilal Yay.,İstanbul,?,s.55.

[3] Zeki Velîdi Togan,Bugünkü Türk İli ve Türkistan’ın Yakın Tarihi, İstanbul, 1981, s.2.

[4] Bkz., Halil İnalcık,”Osmanlılar’da Saltanat Verâseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi”,S.B.F.D.,XIV/I,Ankara,1959.,ss.69-94.

Bu durum onların parçalanmasına, bazan da, dış düşman karşısında güçlü bir varlık gösterememelerine sebep olurdu. Özbekler’in Semerkant’taki Hanı Abdullatif (1540-1551) ile Buhara Hükümdarı Abdulaziz (1540-1549) birbirileri ile anlaşamıyorlar; her biri kendi başına buyruk olarak hareket ediyorlardı. Bu nedenle Türkistan’da; 1551-1588 yılları arasında Hanlıklar sık sık el değiştirdi. İçte birbirileri ile mücadele eden Özbekler, dışarıda da Kazaklar’la kavga ediyorlardı. Bu vaziyet, II. Abdullah’a kadar devam etti.[1]

Özbekler’in büyük Hanları’ndan Muhammed Şeybanî’den(1491-1510) sonra, en güçlü Han olan II.Abdullah(1560-1598), akrabaları arasında bölüşülmüş olan Şeybanîlere ait Hanlıkları bir araya toplamayı başarmıştır. 1557’de Buhara’yı alarak Özbek-Şeybânî Hanlığı’nın başkenti yapmıştı. 1578’de Semerkant’ı, 1582’de ise, Taşkent’i ele geçirdi. Önce babası İskender Han adına saltanat (1560-1583) sürdükten sonra, bizzat kendi adına da (1583-1598) Han olarak,  hüküm sürmüştür.[2]

II.Abdullah zamanında Hazeresb’te, Timur Sultan’ın üç oğlu; Mehmed Sultan, Kâdir Verdi Sultan, Ebu’l Hayır Sultan, bulunuyordu. Hive’de ise; dört oğlu ile Polat Sultan, Urgenç’te, Hacı Mehmed (Hacım Sultan) Han’ın oğlu İbrahim Sultan hüküm sürmekteydi. Hacı Mehmed’in oğlu Arab Mehmed de Derûna hakimiydi. Zir’de ise; Mehmed Sultan dört oğlu ile hüküm sürüyordu.[3] Bu Hanlar sürekli birbirleri ile mücadele ediyorlardı.  Özellikle Urgenç’teki Hanlar kendi Özbek kardeşlerinin yolunu kesip mallarını ellerinden alıyorlardı. O zaman Şirvan tamamen, Osmanlıların elinde idi. Maveraunnehir Hacıları, Şiî-Kızılbaş yüzü görmemek için Urgenç’ten geçerek Mankışlak’a geliyor ve oradan gemiye binip Şirvan’a varıyorlardı.

Bir defasında Osmanlı Sultanı, II.Abdullah’a İran Şahı Abbas’ı ezmek için Sâle Şah isminde bir elçi göndermiş, dönüşte ise, yukardaki yolu takip etmek isteyen Sâle Şah’ı Urgenç’te Hacı Mehmed’in oğlu İbrahim Sultan soymuştu. Yine Hacı Kutâs başkanlığındaki bir hac kâfilesini, Hive’de Polat Sultan’ın büyük oğlu Baba Sultan soymuştur. Ayrıca Merv ve Abyurd’a hakim olan Avanes Han’ın oğlu Nur Mehmed, Hacı Mehmed’in oğullarının her yıl Merv’i yağlamasından bıktığı için, II.Abdullah ‘dan yardım istiyordu. Bu ve buna benzer pek çok şey II.Abdullah ‘ı Urgenç’i almaya ve Türkistan’ın birliğini sağlamaya teşvik etti. Çünkü Türkistan’da pekçok Han ve Bey çıkmış, mahalli devletçikler halinde ele geçirdikleri yerleri, Hanlıklar’ına katarak, hakimiyetlerini genişletmek çabası içerisindeydiler.

Merv Hakimi Nur Mehmed’in düşüncesi, Merv’i II.Abdullah’a teslim etmekti. Çünkü II.Abdullah her geçen gün yönetimini güçlendiriyordu. Daha sonra Nur Mehmed, Merv’de II.Abdullah adına hutbe okuttu. Fakat II.Abdullah Han Merv’i Nur Mehmed’e vermemişti. O’da kaçıp Urgenç Hanı Hacı Mehmed’e gelmişti. Bu arada II.Abdullah Han Merv’le yetinmeyerek; Abyurd, Nisay, Bağ ve Abad’ı da ele geçirmiştir.[4] Bu durum karşısında, bütün Hanlar Vezir’de birleşip, II.Abdullah ‘a karşı birlikte savaşma kararı almışlardır. Fakat çok tecrübeli olan II.Abdullah Han, kısa sürede Hive’yi ve Urgenç’i de hakimiyetine  almıştı.[5]

II.Abdullah Han Urgenç’i aldıktan sonra, Hacı Mehmed Sultan, Şiî-Safevîlerin başkent’i olan Kazvin’e, I. Şah Abbas’ın yanına sığındı. Şah Abbas onları çok iyi karşıladı. II.Abdullah’a karşı, Hacı Mehmed Sultan’la birlikte hareket eden Polat Sultan ise; “Ben kafirin içine gitmem” diyerek, Şah Abbas yerine, II.Abdullah’ın

[1] Baymirzâ Hayıt, Türkistan Rusya İle Çin Arasında,Terc.Abdulkadir Sadak,İstanbul,1975,s.27.

[2] Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu,Terc. M. Reşat Uzmen,İstanbul,1980,s.448.

[3] Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türk,Terc. Rıza Nur,İstanbul,1345 h.,s.272-273.

[4] Bahadır Han, a.g.e.,s.270-272.

[5] Selânikî Mustafa Efendi, Selânikî Tarihi,İstanbul,1281 h.,s.314.

yanına gitti. Hacı Mehmed ve adamları İran başkenti Kazvin’de üç yıl kadar kaldılar. Hacı Mehmed’in büyük oğlu Seyügenç Mehmed ve iki oğlu “Kafir içinde durmayız” diyerek, Osmanlı Ülkesi’ne geldiler. Bu arada II.Abdullah ‘ın oğlu Abdulmü’min bütün Horasan Vilayetlerini tamamen Özbek-Şeybânî Hanlığı’na katmıştı.[1]

II.Abdullah ülke içinde birliği sağlamaya çalışırken, diğer taraftan da, dışarda, Maverâünnehir’i Kırgız ve Kazaklar’ın saldırılarından korumak gayesi ile 1582 baharında Küçük Boy’un, Sarı-su ve Turgay Nehirleri arasında Uluğ-Dağlara kadar uzanan bölgeye bir sefer düzenlemiştir. Doğu Türkistan’a da bir sefer düzenlemiş Kaşkar ve Yarkent topraklarını yağmalatmıştır.[2] Burada II.Abdullah’ın bütün Türkistan’da bir tek hakimiyet kurmaya çalıştığını, büyük bir Türk-Özbek Devleti oluşturmak istediğini söyleyebiliriz.

II.Abdullah Han, komşusu Sibir Han’ı Küçüm Han’a yaptığı yardımlarla, müslümanlığın Uzakdoğu’da yayılmasında da önemli rol oynamıştır.[3] II. Abdullah Han,  Hindistan Hükümdarı Ekber Şah Tahmasb ile diplomatik münasebetler kurmak suretiyle, O’nun dikkatini Hindistan-Türkistan ticarî münasebetlerinin gelişmesine çekmeyi başarmıştır.

Bundan sonra, II.Abdullah Han, Timurlular ile Şeybânîler arasındaki anlaşmazlığa son vermeye muvaffak oldu. Bu amaçla Ekber Şah’a 1572, 1577 ve 1586 yıllarında elçiler göndermiş ve O’a iltifatlar etmişti. Özellikle Horasan Bölgesi’nin Şiî-Kızılbaş elinden kurtarılması için ittifak sağlamaya çalışmıştı. Öte yandan Türkista’ı (atalarının yurdunu) yeniden almak düşüncesinde olan Ekber Şah’la askerî bir ittifâk kurmayı sağlayamasa da, O’nu bu hususta pasifize etmeyi başarmıştı.[4]

Özbek Hükümdarı II.Abdullah Han, Osmanlı Devleti’nin en tabî dostu ve müttefiki idi. Bu dostluk ve dayanışma, özellikle Şiî-İran ve Rusya’ya karşı olmuştu. II.Abdullah Han, Türkistan Coğrafyası’nda dedesi Muhammed Şeybânî Han’ın hedeflediği gayeyi gerçekleştirmişti. Şimdi sıra da Şiî-İran’ı ortadan kaldırmak ve Osmanlı Devleti ile doğrudan dostluğu ve ticareti geliştirmek düşüncesi vardı.

Bu amaçla II.Abdullah Han, 1596’da kışı oğlu Abdu’l-mü’min ile Horasan’da geçirip Irak üzerine yürümeyi istiyordu. Ancak işler istediği gibi gitmedi. Hanların isyanı ve Hocam Kulu’nun(II.Abdullah’ın başkomutanı) üst üste yenilmesi ile aldığı pek çok yerler elinden çıktı. Bu arada Hacı Mehmed’de Urgenç’i tekrar aldı(1598).

Şah Abbas, 1597’de Özbekleri, büyük bir ordu ile, Herat yakınlarında ezici bir şekilde mağlup etti. Horasan’ı tekrar Özbekler’den  aldı.  II. Abdullah’ın oğlu Abdu’l-mü’min babasına isyan etti. Kırgızlar bu kargaşalıktan yararlanarak Taşkent Bölgesini  geri aldılar. II.Abdullah Han, 1598’de eserinin mahvolmasını gördükten sonra hayata veda etti. O’nun yerine Özbek-Şeybânî tahtına geçen oğlu Abdu’l-mü’min altı ay sonra katledildi. Bu olay ise; Şeybânî Hânedânı’nın sonu olmuştur.[5] Daha sonra ise; Bâkî Mehmed’in (1599- 1605) tahta çıkması ile Hive Hanlığı yeniden istiklâlini ilan etti. Ancak, gerçekten çok başarılı bir Hükümdar olan,  Şah Abbas 1599’da Horasan’ı tamamıyla nüfuzu  ve hakimiyeti altına almayı  sağlamıştır.[6]

Özbek-Şeybânî Hanlığı’nın, Osmanlı Devleti ile Şiî-Safevîler’e karşı ittifaklarının Yavuz Sultan Selim’den itibaren başladığını söyleyebiliriz. Kanuni Sultan Süleyman’ın İran üzerine yaptığı, üç büyük sefer de bile, Özbekler hep Osmanlı Ordusu’nun Safevîler’e galip gelebilmesi için, hem destek sağlamışlar, hem de İran’la ilgili durumları mektuplar göndererek bildirmişlerdir.

[1] Bahadır Han, a.g.e.,s.278-279.

[2] Grousset,a.g.e.,s.448.

[3] Mehmet Saray,”Abdullah Han”,İ.A.,T.D.V.Yay.,İstanbul,1988,C.I.,s.104.

[4] Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi,T.T.K.B.,Ankara,1946,C.II.,s.98.

[5] Grousset,a.g.e.,s.448; Baymirzâ,a.g.e.,s.10.

[6] Saray,Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti İle Türkistan Hanlıkları Arasındaki Siyâsi Münasebetler,s.8.

Kanuni Sultan Süleyman Safevîler’in ortadan kaldırılamayacağını Nahçıvan Seferi(1553-1554) ile artık kabullenmişti. Böylece Osmanlı Devleti, varlığını resmen elli beş yıldır tanımadığı, Şiî-Safevî Devleti ile 1555 yılında Amasya Andlaşması’nı imzalamıştır.[1]

İran Şahı Tahmasb’ı Kanuni Sultan Süleyman ile barışa getirme de Türkistan Hanları’nın büyük payı olmuştu. Çünkü Şah Tahmasb(1524-1576), Osmanlı’dan kurtulup Türkistan Hanları, Türkistan Hanları’ndan kurtulup, Osmanlı ile savaşmak zorunda kalıyordu. Amasya Andlaşması en çok Şah Tahmasb’ın işine yaramıştır.

Nitekim, Kanuni Sultan Süleyman, Amasya’da iken Özbek Hükümdarı Nevruz Ahmed Burak Han’a gönderdiği bir mektupla, “istenilen yardımı gönderemeyeceğini, çünkü Şah Tahmasb’la barış yaptıklarını, ancak Şah Tahmasb’ında Özbek Ülkesine saldırmasına aslâ râzı olamayacaklarını” belirtmiştir.[2]

1555 Amasya Andlaşması’ndan sonra, III. Murat Devri öncesine kadar, özellikle Osmanlı Devleti, barışı sonuna kadar korumaya çalışmıştır. Şehzâde Bâyezid Hadisesi, zaman zaman Şah Tahmasb’ın Askerleri’nin taşkınlıkları veya İran’ın Anadolu’ya yaptığı Şiî Propagandası olsun, hiç biri, Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasındaki barışı kaldıramadı. Osmanlı Padişahı II.Selim döneminde de barışı bozabilecek hiç bir olay olmadı, diyebiliriz.

Hatta, III. Murad’ın cülûsundan on altı ay sonra Tokmak Han İran Elçisi olarak büyük bir tantana ile Osmanlı Ülkesi’ne geldi. Tokmak Han henüz İstanbul’da iken, Şah Tahmasb’ın vefât haberi gelmişti.[3] Safevî tahtına Şah Tahmasb’ın yerine geçen II. Şah İsmail’in(1576-1577) bir yıl üç ay süren saltanatı, taht kavgaları ve Şah Tahmasb’ın son zamanlarından beri ülkeye hakim olan birbirine muhâlif beylerin mücadeleleri ile geçti. Bu dönem İran için çok kanlı olduğu kadar Osmanlı-İran barışını bozucu davranışlarında sergilendiği bir dönem olmuştur.

II. Şah İsmail bir Osmanlı Kervanı’nı Zengan’da (Zencan) basarak tacirleri öldürmüş, mallarını yağma ettirip, Erzurum’dan gelen iki çavuşu hapse attırmış, bu çavuşları sormaya gelen Van Paşası’nın adamlarını da tevkif ettirmişti. Ayrıca, Anadolu’da Şiî-Kızılbaş Propagandası yaptırıyordu. Bundan başka II. Şah İsmail’in Osmanlılara saldırmak üzere asker  topladığı haberleri gelmişti.[4]

II.Şah İsmail bazı Kürt Beyleri’ni kendisine bağlamış, bu arada, İran’ın Lûristân Valisi de Osmanlılara ilticâ etmişti.[5] Osmanlı Hükûmeti’nin İran’la mevcut barışı koruma gayretlerine rağmen, İran’dan geçen ticaret kervanlarının yağmalanması, hudut güvenliğini bozan hâdiseler ve bu ülkenin Anadolu Halkı üzerindeki tahrikleri gibi, nedenlerden dolayı Osmanlı-İran ilişkileri gerginleşti.[6]Bu arada II. Şah İsmail müptelâ olduğu esrardan  dolayı 1578’de ölmüş ve ülkede taht kavgası başlamıştı. İran tahtında çıkan kargaşanın sonunda Kör Hûdâbend Şah olmuştu.

[1] Remzi Kılıç, Kanuni Sultan Süleyman Devri Osmanlı-İran Münasebetleri(1520-1566), Basılmamış Doktora Tezi, Kayseri, 1994,s.296-302.

[2] Ahmed Feridun Bey, Münşeatü’s-Selâtin,İstanbul,1274-1275 h.,C.II.,s.84-85; Kılıç,a.g.e.,s.303-304.

[3] Joseph Pustgall Hammer, Devlet-i Osmaniyye Tarihi,Terc.Mehmed Atâ,Selânik Matbaası, İstanbul,1330 h., C.VII,s.59.

[4] M.Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi(1451-1590),T.T.K.B.,Ankara,1993,s.259-260.

[5] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, T.T.K. B.,Ankara,1988,C.III/2.,s.56.

[6] Mücteba İlgürel,”III.Murat”,Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,Çağ Yay., İstanbul,1989,C.X,s.393.

Van Beylerbeyi İran’daki karışıklıkları göstererek bundan yararlanılmasını istiyordu.[1] Ancak, Osmanlılar, Avusturya ile savaş halindeydi. İran’a karşı da, yıllardır yapmış oldukları barış ihlallerinin hesabını sormak zamanı gelmişti.  Osmanlı Devleti 1577’de Avusturya ile sekiz yıllık bir barış imzaladıktan,  sonra İran’a  karşı savaş açıldı.[2]

Sultan III.Murad(1574-1595), İran üzerine sefer açmak istediğinde, Vezir-i A’zam Sokullu Mehmed Paşa, bu işin aksine görüş beyan ederek; “Acem Memleketi tamamen feth olunsa bile elimize zarardan başka birşey geçmez. Çünkü elde tutmak için oralarda kilitli asker bulundurmak lazımdır. Vâridât-ı masârıfa kifâyet etmez ve tâife-i acem her fırsatta isyan eder, bu durum Kanuni Sultan Süleyman zamanından beri mükerrer vukû bulan İran Seferleri’nden tecrübe olunmuştur,”[3] dedi ise de artık eski otoritesi kalmadığından sözü tutulmamıştır.

Şiî-İran’ı içeriden ve dışarıdan, sünnî Türkler hücum ederek yıkmaya koyulmuşlardı. İran’da ki Türkmen Beyleri aralarında anlaşarak İran İllerinin idaresini ve korunmasını paylaşmışlardı. Daha II. Şah İsmail, kardeşlerini yakalatıp idam ettirirken “Urgenç” (Hive) Hanı Din-Mehmed Han oğlu Celâl Han, altı-yedi bin Nayman-Özbeki çerisiyle Nesâ ve Abyurd kesimlerinden Horasan’a girerek yağma ve yıkımlara girişmişti. Kızılbaşlar’dan kimse karşısına çıkmadığından, Cam İli’ni de yağmalayıp dönerken Meşhed Beylerbeyi (Akkoyunlu Boyu’ndan) Pornaklı Murtaza-Kulu Han askeriyle Aşkabâd yakınında yetişince yapılan savaşta Din Mehmed Han öldürülmüştü. Meşhed Beylerbeyi’nin bu başarısını çekemeyen Herat Beylerbeyi Şamlu Ali-Kulu Han bir bahane ile O’nunla döğüşmeye başlayınca İran’ın Kuzey- doğusu da karışıklık içinde kalmıştı.[4]

1578’de başlayıp, on iki yıl süren Osmanlı-İran savaşları sırasında, Osmanlı-Özbek İttifakı’nın yeniden canlandığını görmekteyiz. Özbek Hanı, II.Abdullah Han Osmanlı Devleti ile dostâne münasebetler kurmuştu. II.Abdullah Han, sürekli İran’a karşı savaş açmanın tam zamanı olduğunu bildiriyor, bu savaşta bir harekât planı takip edilmesi hususunda teşvik ve telkinlerde bulunuyordu.[5] Ancak, Özbek Hanı’nın bu tekliflerine Osmanlılar, İran’la olan aradaki barışı korumak için, pek iltifat etmemişlerdi. Şimdi ise İran’a sefer açılacağından dolayı, II. Abdullah Han’dan, yardım alınacağını ve iki tarafın birleşmesi ile Şiî-İran’dan intikam alınacağını, Özbekler ile birlikte hareket edileceğini, III. Murad, Vezir Mustafa Paşa’ya bir hükümle bildiriyordu.[6]

Serhat Beyleri’nin İran’a akın ve garet seferi icrâ etmeleri emri, Erzurum Beylerbeyi Behram Paşa ile, İran ahvâline vukûfu bilinen Pasin Sancağı-beyi Mirza Ali Bey’in arzları üzerine kararlaştırılmıştır. Adı geçen arîzalarda; Bütün Kızılbaşlar’ın Şah’ın etrafında toplanmış olduğu, Revan Beylerbeyi Tokmak Han’ın da askerleri ile hudutta hazır bulunduğu, İran’a saldırıldığı takdir de, ancak hudutta karşı duracak yeteri kadar kuvvet kalmayacağı için, Kızılbaşlar’ın karşı saldırıya geçmeleri halinde birçok  zarar verecekleri ihtimâli bulunduğu, esasen şiddetli kış ve kar sebebi ile yollar ve bellerin kapandığı, harekâtın güç ve faydasız olduğu beyan olunuyordu.[7]

[1] Mühimme Defteri, XXXII, s.n.,128,s.59.

[2] Kırzıoğlu, a.g.e.,s.267.

[3] Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuat, İstanbul,1327 h.,C.I.,s.103; Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyâsi Münasebetleri(1578-1612),İstanbul,1993,s.29.

[4] Kırzıoğlu,a.g.e.,s.271.

[5] Togan, Bugünkü Türk İli ve Türkistan’ın Takın Tarihi,s.133; Kütükoğlu, “III.Murat”,İ.A.,C.VIII.,s.621.

[6]  M.D.,XXXII.,s.n.403,s.214.

[7] Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyâsi Münasebetleri, s.26.

Bu ihtar üzerine, Erzurum, Van, Şehrizor, Bağdat ve Diyarbakır  Beylerbeyileri’ne; “Serdârlar’ın sehadde vusûlüne kadar akın ve garetin tehir edilmesi ve fakat muhârebeye hazır ve âmâde bulunmaları emredilmiştir”. İran’la fiilî düşmanlık başlayıp, Serhat Beyleri tarafından akın icra edilmesi emri verilmesini müteâkip İlkbahar’da gönderilecek orduların serdarlığı meselesi mevzuubahs olup Erzurum cânibi serdârlığına Üçüncü Vezir Lala Kara Mustafa Paşa, Bağdat kesimi serdârlığına Dördüncü Vezir Koca Sinan Paşa tayin edildi.[1] Bir müddet sonra bu iki Serdâr arasındaki rekâbet ve çekişme had derceye gelmiş olmalı ki, nihayet Sinan Paşa, Bağdat Cânibi Serdarlığı’ndan azl edilerek, Lala Mustafa Paşa Erzurum üzerinden Şirvân ve Azerbaycan fethine 1578’de müstakilen Serdâr oldu.[2]

Bu arada Tatar Hanı Mehmed Giray’dan Kefe veya Azak Beyleri’nden birini yanına alarak Şirvan Ülkesi’ne hücûm etmesi istenmiştir.[3]  Kanunî Sultan Süleyman devrinden beri, Osmanlılara tabi olup, gönülden İstanbul’a bağlanmak isteyen; Dağıstan-Şirvan ve Gilân gibi Sünnî Ülkeler’in ve Kartli ile Kokhet gibi Doğu-Gürcistan’ın Hristiyan Beyleri’nin samimi yardımları ile, 1556’dan beri Astarhan Hanlığı’nı yutarak Hazar Denizi’ne çıkıp Harezm-Hive ve Özbek gibi kardeş Türk Ülkeleri müslümanlarının hac ve ticaret yolunu kapayan Ruslar’a karşı da, bu seferi tertip etmek icâbediyordu.

Hazar Denizi’ne hâkim olarak, İran’ı arkadan vurma ve kuşatma, aynı zamanda da Moskof yayılmasını durdurma gayesi ile III. Murad İran üzerine yapılacak seferin yolunu Gürcistan-Şirvân olarak seçmiştir.[4]  III. Murad İran’ı  kıskaca almak amacı ile arkadan vurması için,Özbek Hükümdarı  II.Abdullah Han’ın Horasan tarafından harekete geçmesini istemiştir.[5] Bu amaçla Özdemiroğlu Osman Paşa, Piyale Paşa’yı yüz yirmi top ve beş yüz kadar yeniçeri ile Bakü’den deniz yolu ile II.Abdullah Han’a, Özbek Ülkesi’ne gönderdi.[6]

Piyale Paşa, Özbekleri İran üzerine birlikte hareket için teşvik etmek amacı ile geldiğinde, onları taht mücadelesi içerisinde, kardeş kavgası ederlerken buldu. Piyale Paşa’nın getirdiği askerler ve toplar kapanın elinde kalmış ve tabii, bu durum da İran’ın işine yaramıştır. Kuzey Türkistan’ı idare eden Baba Sultan, sağ kolu olan yeniçeriler (Rum askerleri) sayesinde II.Abdullah’ı yenmiştir.

Piyale Paşa, bu duruma çok kızmış; “Aranızda kavga ediyorsunuz. Bu size bir fayda vermez” demiştir. Daha sonra Astarhan’a uğramak maksadı ile Harezm’den İstanbul’a hareket etmiştir. Kargaşa ortamında yolda iken, Mangırtlar Piyale Paşa’yı soymuşlar. Yeniçeriler ve toplar ise orada kalmış, aralarındaki mücadeleler de kullanıldıktan sonra bir kenara terkedilmişlerdir.[7]

II.Abdullah, Türkistan’da yeniden birliği sağladıktan sonra, İran’a karşı harekete geçmiş ve Osmanlı Devleti’ne vermiş olduğu bütün sözleri yerine getirmiştir. Osmanlıların Doğu’da ilerlemeleri kolay oluyordu. Zira, Gence ve Karabağ’ın zaptı, Şah’ın Horasan’da Özbek Hanı ile meşguliyetinden, Osmanlılarla uğraşamamasından dolayı olmuştur. Osmanlılar bu taraftan ilerlerken II.Abdullah’ta Herat’ı alıp, Şiî ahâliyi kırmış, Meşhed’i zaptetmiş ve pek çok yeri almıştı. Özbek Hükümdarı II.Abdullah Han bu fâliyetlerini Osmanlı Devleti’ne Mehmed Bahadır adındaki bir elçi ile gönderdiği mektupta belirtiyordu. Ayrıca, Şiî-Kızılbaşların ezilmesini, Horasan ve Irakeyn mağdurlarının kurtarılmasını, Hacc Yolu’nun açılmasının önemini, belirterek bu işe devam  edeceğini, bunun dünya ve ahiret sâdeti için şart olduğunu bildiriyordu.

[1] Müneccimbaşı, Ahmed b.in Lütfullah, Sahaifu’l-Ahbâr fi Vekâyiu’l-A’sar, Terc.N. Ahmed, İstanbul, 1295 h.,s.538-539; Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyâsi Münasebetleri,s.26-27.

[2] Müneccimbaşı, a.g.e.,s539; Kütükoğlu,Osmanlı-İran Siyâsi Münasebetleri,s.28.

[3]  M.D.,XXXII.,s.n.128, s.59.

[4] Kırzıoğlu, a.g.e.,s.260.

[5] Feridun Bey,a.g.e.,C.II., s.237-239.

[6] Feridun Bey,a.g.e.,C. II.,s.165-166;Togan,Bugünkü Türk İli ve Türkistan’ın Yakın Tarihi,s.135.

[7] Togan, XVI. Asır’dan Günümüze Kadar Müstemleke Devrinde Asya Tarihi, İstanbul,1965-1966,s.62-63.

Osmanlı Hükümeti’nin verdiği cevapta ise; askerlerin büyük bir kısmını bir Serdâr’la Şark Diyarı’na gönderdiklerini, Allah’ın izni ile Şirvan-Revan ve nice yerleri aldıklarını, daha önce Taht-ı Azerbaycan olan Tebriz’i, kuşatma altına aldıklarını, artık orasının “Makarr-ı İslam” olduğunu, geçen sene de Gence Vilayeti ve özellikle Karabağ ve Erdil’i  ele geçirdiklerini, diğer bütün memleketleri ve vilayetleri feth edeceklerini,  ayrıca; “tarafeynden hüsnü ittifak ve ittihad ile ol fırka-ı dâllînin ve şer zümre-i şerayinin nokta-i vücud-ı mazarrat nümûdların sahife-i rûzgâr’dan tığ-ı ser-tiz ile mahv ve tathir itmekle divânhâne-i ahirette ceride-i amâl ve ef’allerine hasenât-ı cezile sebbit ve tahririne mesâyi-i cemile zuhura getirile”,[1] diyerek birlikte hareketin önemi belirtilmektedir.

Osmanlılar tarafından, II.Abdullah’a gönderilen, bir başka mektupta da; daha önce kolaylıkla gelip geçilen Hac Yolları’nın açılması, tüccar ve hacıların önüne konulan engellerin kaldırılması hususunda çaba sarf etmenin ne kadar önemli olduğu ve bunun sevabı üzerinde duruluyordu.[2]

II. Abdullah Han, Mehmed Bahadır adlı elçisinden, kısa bir süre sonra, Hataî adlı bir elçi daha göndererek; Herat’ı Şiî-Safevîler’den aldıklarını, pek çok Kızılbaş yerlerinin Asker-i İslam’ın elinde bulunduğunu, Bestam ve Damgan sınırlarına geldiklerini, Kızılbaşlar’ın Hindistan Sultanı Ekber Şah’a sığındıklarını, Hindistan Sultanı’nın da kendisine gönderdiği mektupta onlara yardım edeceğini açıkça söylediğini, bunun Kızılbaşlara güç verdiğini bildiriyordu.

Yine birlik ve beraberlikten bahisle, “Her husus ve her emir Cenâb-ı âlilerinin rızây-ı hümâyûnları üzere olub aslâ mu’araza ve münakaşa olmamak mukarrerdir,”[3] demiştir. Özbek Hükümdarı II.Abdullah, bu mektubuyla hem Osmanlı Sultanı III.Murat’a bağlı olarak hareket edeceğini, hem de Hindistan Şahı Ekber’in Safevîler’i desteklediğini bildiriyordu.

Gerçekten de Hindistan Sultanı Ekber, II.Abdullah’a; Osmanlı Sultanı’na karşı, İran Şah’ının korunmasını teklif etmiştir. Şüphesiz ki, bunda amacı denge kurabilmektir. Ayrıca, O kendisini, Türk Alemi’nin en güçlü Hükümdarı sayıyordu. Fakat, II.Abdullah bunu reddetmiştir.[4] Çünkü Özbek Hanı III. Murat’a tam bir müttefik ve dost idi.

Osmanlı-İran Savaşı şiddetle devam ederken 1587’de, Şah Hudabend barış teklifi yapmak istemişti. Fakat bu arada O’nun yerine,Şah Abbas(1587-1629)İran Şah’ı oldu. Şah Abbas, daha hırslı ve lider bir kişiliğe sahipti. Osmanlı Devleti’ne karşı barış istemediğinden savaş tekrar hareketlendi. Savaş her iki tarafa da çok ağır maliyet getirmişti. Bir taraftan Özbeklerin, diğer taraftan Osmanlıların sıkıştırması sonucu  İran’da merkezî devlet otoritesi iyice zayıflamıştır.

[1] Münşeat Mecmuası, Esat Efendi Kitaplığı, Nr.3345,Süleymaniye Ktb.,İstanbul,996 h.,v.27 b-31 b.

[2] Feridun Bey, a.g.e., C.II., s.241-242.

[3] Münşeat Mecmuası,v. 32 a-34 b.

[4] Bayur, a.g.e.,C.II., s.145.

1589 senesi içinde Yezd Hâkimi Bektaş Han Şah’a muhâlefet ettiği gibi, Fârs’taki Zulkadirli tâifesi de ona tâbi olarak baş kaldırmış, Gîlûye Dağı’nda Ereşlü Ümerâsı ve Afşar Hasan Han istiklâl davasında bulunmuşlardı. Memleket âdetâ feodalite sistemine dönmüşe benziyordu.

Herât’ın Özbekler’den istirdâdı kâbil olamadığı gibi, aynı sene baharından îtibaren Abdullah Han’ın oğlu Abdu’l-Mü’min Han, dört aylık muhâsaradan sonra  Meşhed’i kahren zaptetmişti. Şah Abbas dâhili ihtilâlleri teskîn ve Özbek tehlikesini berteraf edebilmek için evvelâ garptaki kavî komşusu ile îtilâf haline gelmeyi zarûrî gördü.”[1]

İran’ın dâhilî ihtilâfları ve Özbek tehdidi devam ettiği müddetçe Safevî Hükûmeti barış yapmaya mecbur oldu. Böylece düşmanın birinden kurtulmayı amaçlıyordu. Barış için kardeşi Hamza Mirza’nın oğlu Haydar Mirza’yı İstanbul’a gönderdi. Kısa fâsılalarla on iki sene devam eden Osmanlı-Safevî düşmanlığına son veren 1590’daki Anlaşma, iki tarafın da savaşın külfetlerinden bir an önce kurtulma ve sükûna kavuşma meylinin mahsûlü idi. Özbek tehdidi ve iç isyanlarla sarsılan Safevî Devleti barışı büyük fedâkârlıklar pahasına da olsa kabul etmek zorunda kalmıştı.[2]

22 Mart 1590’da İstanbul’da bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre; Tebriz, Gence, Revan ve Hatt-ı Şirvân Osmanlılar’da kaldı. Azerbaycan’daki Osmanlı-Safevî hududunun tesbitinde herhangi bir müşkilat çıkmadı. Ayrıca Osmanlılar’ın isteği üzerine, Haydar Mirza’nın İstanbul’da rehin olarak kalmasına karar verildi.[3] Hammer ise bu hususta, Osmanlı-Safevî Barışı’nın; Osmanlılar’dan ziyâde Özbekler’in gayreti üzerine yapılmış olduğunu,[4] söylemektedir.

İstanbul Barış Andlaşması’ndan sonra gelişen olaylarla, biz bu andlaşmada; Özbekler’in İranlılar’dan aldığı yerlerin Osmanlılar’la birlikte hareket eden Sünnî Özbekler’in elinde kalmasının ayrıca kabul ettirildiğini,  buna karşılık Özbekler’in artık İran’a dokunmaktan vaz geçtiğini de görmekteyiz.

Çünkü 999 h. yılı başlarında, 1590 sonbahar’ında, II. Abdullah Han; Sümnûn, Sebzevâb, Esferâyın, Muhavvelât, Tun, Cunabâd, Kayın ve Tabes gibi bugünkü Afganistan’ın Batı’sında ve İran-Horasan kesimindeki yerleri fetheylemiş, Şah Abbas ise Yezd şehrine kadar gelip geri dönmüş ve Erdebil’i ziyaretten sonra Kazvin’e gelmişti.[5] Şah Abbas, II.Abdullah’ın bu faaliyetlerini Osmanlı Devleti’e şikayet ederek, Özbek Han’ı II. Abdullah’ın kendi tahtı hükmündeki pek çok yeri alıp yağma ettiğini kendilerine “rahat yeri” komadığını bildiriyordu .[6]

1591  Yılı yaz mevsiminde Bestam ve Damgan’ı da Safevîler’den alan II. Abdullah’ın İstanbul’a gelen elçisi ile O’na gönderdiği anlaşılan mektupta, Vezir Ferhad Paşa; Bundan böyle, İran’a dokunulmamasını, çünkü İran’la barış yaptıklarını söylüyordu. “Hakân-ı Muazzâm ve Hân-ı Azam Abdullah Han”… elçiniz Hâfız Hataî’nin getirdiği mektubunuzu Padişah aldı, önceleri Padişah’ın gönderdiği mektuba göre; “Ehl-i Fesâd ve zümre-i rafzu ilhâdun” kökünü kesmeye koyuldunuz. Herat şehri ile “Vilâyet-i Bestâm ve Damgan nâm Kasabalar dahi feth olunup tâ Kazvin nüzulleri mukarrer olduğu bildirdi. Beri de ise İran’dan çok yerler alınıp yağmalandı, fakat Şah Abbas, akîbet endişelik idûb Südde-i Humâyûn Şehin-Şâhiye izhâr-ı ubudiyyet-i sermâye-i Devlet ve pirâye-i izzet bilmeğe ita’at idûb karındaşı oğlu Haydar Mirza’yı Dergâh-ı felek-i Bargâh-ı Pâdişâhiye gönderûb istid’ay-ı inayet itmişdir.”…

[1] Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyâsi Münasbetleri, s.194-195.

[2] Feridun Bey,a.g.e.,C.II.,s249-252; HocaSâdeddin Efendi tarafından kaleme alınan Oamanlı-Safevî Ahidnâmesi; Kütükoğlu,a.g.e.,s.200-201.

[3] Peçevî,İbrahim Efendi,İstanbul,1283 h.,C.II.,s.121; Mustafa Nuri Paşa, a.g.e., C.I., s.106-107; Kütükoğlu,a.g.e.,s.202-203.

[4] Hammer, a.g.e.,C.VII.,s.152.

[5] Kırzıoğlu, a.g.e., s.381.

[6] Selânikî, a.g.e.,s.314.

Recâya ve berâya rahatı içûn ahd ve emân virilmişdir. Mâdam ki ol cânibi Câdde-i ita’atten udul’u inhiraf göstermeye Sa’adetlu Pâdişâh-ı Cihan Penâh Hazretleri canibûndan dahi şerayıt-ı ahd-u emâna riayet olunur.

Ve cânib-i sa’adet me’abınuz sevabına dahi bir naşâyeste vaz’ü hareket zahir olmayup kuvvet-i  kâhire savlet-i bahire ile feth itdiğünüz vilayetler kemâkân elinüzde durmak üzere cenab-ı se’adet. nisâbınuzdan sayir yerlerine tecavüz olunmayub kanaat oluna, eğer alınan vilayetlerine girü dahl ve tecavüz  idub üzerlerine asker gönderirse sa’adetlu pâdişah-ı rub’-ı meskun ile mün’akid olan muvâlâtu musâfatınuz südde-i sedîd-i İskender gibi sabit üstüvâ olduğu mahallî iştibâh değüldür. Size muhalefet iden bu cânibe dahi adem-i ita’at itmiş olur, her vecihle bu cânibden dahi inâyet müzâherat olunur,”[1]denilmekteydi.

Bu sırada Özbekler’in, İran Ülkesi’ndeki başarılarından sonra, Divân’da siyasî menfâtin, dinî menfâtten üstün olmaya başladığını ve dolayısı ile Özbekler’in İran’ı alıp, Osmanlılar için tehlikeli bir komşu olabileceği fikrinden dolayı Osmanlılar’ın İran’la savaşma fikrinden vazgeçtiği ve Özbekler’e karşı yardım isteyen İran Elçisi’ne de hüsnü kabul gösterildiği, Hammer tarfından söylenmektedir.[2]

Osmanlılar, Ferhad Paşa’nın yukarıdaki mektubunda, Özbekler’e herhangi bir tecavüz olursa kendilerine yapılmış gibi telakki edilip Safevîler’le Andlaşma’yı bozup onlara yardım edecekleri gibi sözlerinde pek durmamış veya duramamışlardır. Zira, Şah Abbas, önce Özbekler’e iki defa saldırarak Horasan’ı almış, daha sonra da Osmanlılar’dan intikam almaya çalışmıştır. Çünkü, İstanbul Andlaşması’ndan kısa bir süre sonra, 1603’te Andlaşmayı bozarak Anadolu’ya tecavüze geçmiştir.[3]

III.Mehmed’in 1596’da cülûsunu tebrik etmek için İstanbul’a gelen Şah Abbas’ın elçisi,Osmanlılar’a; Şah’ın Özbek Hanı’na muzafferiyetini tebliğ etmiştir.[4] Bundan yine iki buçuk sene sonra, İran Şah’ı bir elçi daha göndererek Horasan’ı Özbekler’den tamamen geri aldığını bildiriyordu.[5] Osmanlı Devleti bu haberlere fazla tepki göstermedi.

Bu sırada, II.Abdullah Han vefât etmiş, Özbekler’in başına Hükümdâr Bâki Muhammed Han(Abdu’l-Bâki) geçmişti. III.Mehmed’e bir elçi göndererek Horasan’ı tekrar almak için top ve tüfenk istemiş, fakat İstanbul’da Özbek Elçisi’ni ilk kabul eden Şirvân eski Beylerbeyi Vezir Yemişçi Hasan Paşa, İran ile yapılan İstanbul Barış Andaşması’nı da göz önüne alarak, Bâkı Muhammed’in ricasını Padişah’a arz etmiştir. Pâdişâh tarafından da uygun görülen bu telhisden anlaşıldığına göre, Özbekler’e yardıma devam edilmekle birlikte, aralarında sulh olan İran’la iyi geçinilmesini telkin eden bir siyasetin tâkibine başlandığını görmekteyiz.

Osmanlılar’ın gönderdiği mektupta;”Şimdi bundan Muşarun ileyhin elçisine yirmi kıt’a tüfenk virelum ve darbzen virmeyelum, zîrâ bunlar tüfenk ve darbzenî Kızılbaşlar’a cenk eylemek için isterler. Buhara Hanı Sünnî müslümandır. Bunların hatırlarına ri’ayet olunmak lâzımdır. Zeman ile gerek olurlar, hatta Kızılbaş ile mabeynimiz mukaddimâ cenk ve cidâl üzere iken Asitâne-i Sa’aded’den bunlara Nâme-i Hümâyûn gönderilub Kızılbaş’un üzerine yürümek teklif olunduk da, mübalağa asker ile ol cânibden Kızılbaş üzerine yürüyüb nice memleketlerin almağla Kızılbaş bunlardan ziyade zebun olub bu cânibe çok faideleri olmuş idi. Eğerçi Kızılbaş’la şimdi mabeyn sulh ve salah olmuştur.

Bunlar Şah ile cenk üzere olmağın Şah harekete kadir olmaz belki Şah ile ceng üzere olmaya idi bir nühemvâ vaz ede idi. Hasılu’l- Kelâm evlâsı budur ki hem Buhara Hanı’nın ve hem Şah-ı Acem’un hatırı riayet oluna dinu devlet-i maslahât bu usul mahallerde fikr-u mülâhaza idub layık olanı eylemekle ileri varur,”[6] diye bildiriliyordu.

[1] Münşeat Mecmuası, v.34 b-39 a; Feridun Bey, a.g.e., C.II.,s.239-240.

[2] Hammer, a.g.e., C.VII., s.169.

[3] Uzunçarşışlı, a.g.e.,C.VI/2.,s.246.

[4] Hammer, a.g.e.,C.VII.,s.222.

[5] Selânikî, a.g.e., s.297.

[6] Cengiz Orhonlu, Osmanlı Tarihine Ait Belgeler, Telhisler(1597-1607),İstanbul,1970,s.79-80.

Bu sırada Özbekler’den Horasan’ı geri almış olan Şah Abbas, kısa bir süre sonra da Osmanlılar’la yaptığı Barış Andlaşması’nı bozmuştu. Avusturya Savaşı’nın 1593’den itibaren devam etmesi ve istenildiği gibi gitmemesi, Anadolu’daki Celâlî İsyânları’nın yeniden ortaya çıkması, Osmanlılar aleyhine gelişmelerdi.

Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasında 1603-1612 ve daha sonra 1615-1618 yılları arasında yapılan savaşlar da, Şah Abbas, İstanbul Andlaşması ile elinden çıkan pek çok yeri geri almıştır.[1] Böylece tecrübeli Başvezir Sokullu Mehmet Paşa’nın, İran’la yapılacak savaş hakkındaki sözleri gerçekleşmiş “bunca emek hebâ” olmuştur.

Padişah III.Murat ile II.Abdullah Han zamanında, Şiî-Safevî Devleti’ne karşı gerçekleştirilen, Osmanlı-Türkistan Dayanışması, başlangıçta etkili olmuştur. Onlar’dan sonra, arzulanan sonuca ulaşılamamıştır. Bu iki hükümdarın vefâtı ile şartlar değişmiş, İran’da Şah olan Abbas durumu Safevî Devleti lehine çevirmeye çalışmıştır.

Ancak, Osmanlı Devleti, Safevîler’e karşı, başta Özbek-Şeybânî Hanları olmak üzere Türkistan Hanlıkları’nı her zaman dostâne münasebetler içerisinde desteklemiş ve olumlu katkılarda bulunmuştur. Onlar da gerek Şiî-İran’a  gerekse Rusya’ya karşı hep Osmanlı Devleti ile birlikte hareket etmeye gayret etmişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA

  • Asrar, N.Ahmet, Kânunî Sultan Süleyman ve İslam Alemi,2.Baskı,Hilâl Yay.,İstanbul,?.
  • Bahadır Han, Ebu’l-Gâzi, Şecere-i Türk,Terc.Rıza Nur,İstanbul,1345 h.
  • Bayur, Yusuf Hikmet, Hindistan Tarihi, T.T.K.B.,I-II., Ankara,1946.
  • Feridun Bey, Ahmed, Münşeatü’s-Selâtin,I-II.,İstanbul,1274-1275 h.
  • Grousset, Rene, Bozkır İmparatorluğu, Terc. M. Reşat Uzmen,İstanbul,1980.
  • Hammer,Joseph Pustgall,Devlet-i Osmaniyye Tarihi,Terc.Mehmed Atâ,Selânik Matbaası,I-X.,İstanbul,1330 h.
  • Hayıt, Baymirzâ,Türkistan Rusya İle Çin Arasında,Terc. Abdulkadir Sadak, İstanbul,1975.
    İlgürel, Mücteba,”III.Murat”,Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,Çağ Yay.,X.,İstanbul,1989.ss.393-401.
  • İnalcık, Halil,”Osmanlılar’da Saltanat Verâseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle                                                         İlgisi”,S.B.F.D.,XIV/I,Ankara,1959.,ss.69-94.
  • Kılıç,Remzi, Kanuni Sultan Süleyman Devri Osmanlı-İran Münasebetleri(1520-1566), Basılmamış Doktora Tezi, Kayseri,1994.
  • Kırzıoğlu, M.Fahrettin,Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi(1451-1590),T.T.K.B.,Ankara,1993.
  • Kütükoğlu,Bekir,Osmanlı-İran Siyâsi Münasebetleri(1578-1612),İstanbul,1993.
  • “III.Murat”,İ.A.,M.E.B.,VII.,İstanbul,1960, ss.615-625.
  • Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuat,I-II., İstanbul,1327 h..
  • Mühimme Defteri, XXXII., Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İstanbul.
  • Müneccimbaşı, Ahmed bin Lütfullah, Sahaifu’l-Ahbâr fi Vekâyiu’l-A’sar, Terc.N. Ahmed, İstanbul, 1295 h..
  • Münşeat Mecmuası, Esat Efendi Kitaplığı,Nr.3345,Süleymaniye Ktb.,İstanbul,996 h.
  • Orhonlu, Cengiz, Osmanlı Tarihine Ait Belgeler, Telhisler(1597-1607),İstanbul,1970.
  • Peçevî,İbrahim Efendi,Peçevî Tarihi,I-II.,İstanbul,1283 h.
  • Saray, Mehmet,”Abdullah Han”,İ.A.,T.D.V.Yay.,I-XVII (devam ediyor), İstanbul,1988.
  • Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkistan Hanlıkları Arası’ndaki Siyâsi
    Münasebetler(1775-1875),İstanbul,1990.
  • Selânikî, Mustafa Efendi, Selânikî Tarihi,İstanbul,1281 h.
  • Togan, Zeki Velîdi,Bugünkü Türk İli ve Türkistan’ın Yakın Tarihi, İstanbul,1981.
  • XVI. Asır’dan Günümüze Kadar Müstemleke Devrinde Asya Tarihi,İstanbul,1965-1966.
  • Uzunçarşılı,İsmail Hakkı,Osmanlı Tarihi, T.T.K. B.,I-VIII.,Ankara,1988.
    [1] Mustafa Nuri Paşa,a.g.e.,C.II., s.19; Peçevî, a.g.e., C.II., s.343.
Takip Et Kerim Usta:

Herkesin bir yaşama nedeni var. Benimkiyse, bir "Sevda"...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir